- Kategori
- Gündelik Yaşam
Neydik, ne olmamalıydık?

Sevgi ile...
Zaman akıyor, her şey büyük bir hızla değişiyor ve hatta gelişiyor(!)
Bizler bu değişime aynı hızla ayak uyduruyoruz. Bu devinim, her daim. Tüm insanlık, sürekli bir oryantasyon süreci içerisindeyiz.
Akşam haberlerinde Gazze’deki çocukları, onların dilinden, onların gözünden savaşı anlatıyordu ‘özel haber’ başlıkları altında televizyon kanalları.
Değişen ve gelişen teknoloji sayesinde hiç beklemeden, zahmet çekmeden, evde oturduğum yerden ben de ulaşmıştım bu habere ve görüntülere, diğer milyonlar gibi.
Pek çoğumuz bu görüntüleri izlerken üzüldük, ağladık, yanı başımızdaki çocuklarımıza sarılıp kendi durumumuza sevindik.
Ama haber bitip de sıradaki magazin programı ya da sitcom ekranda dönmeye başladıktan birkaç dakika sonra, kısa süreli belleğimiz yine elini çabuk tuttu, unuttuk olan biteni.
Televizyondan izlediğim ilk savaş görüntülerini Körfez Savaşında izlemiştim. İlkokul 3. sınıftaydım. Gördüğüm görüntülerden dehşete düşüp, korkuyla ağlamaya başlamıştım. Babama sığınıp ‘şimdi kıyamet mi kopuyor?’ diye sormuştum ona. Çocuk aklı işte. Ama her geçen gün daha da alıştık bu görüntülere. Kuveyt, Bosna, Afganistan, Irak, Gürcistan, Filistin… Alıştık, alıştıkça duyarsızlaştık, duyarsızlaştıkça umursamadık.
Gelişen teknoloji bilginin her türlüsüne, habere kısa sürede ve zahmetsizce ulaşmamızı sağlıyor. Peki, bu gücü nasıl kullanıyor, ne yapıyoruz?
Çok az şey, belki de hiçbir şey.
Tamam, hayat devam ediyor. Oturup savaşta ölenler için, babasının tecavüzüne uğrayanlar için, yalan söyleyen politikacılar, ihmalkâr bürokratlar yüzünden ölen gençler, ucuz ekmek kuyruğunda hayatı sonlananlar için karalar bağlayıp, hayatımızı dondurmamalıyız.
Ancak ortada ciddi bir yabancılaşma problemi var. İnsanoğlunun yaşadığı acıları (kimi zaman en yakınlarımızın bile) içselleştirmekte sorun yaşıyoruz.
‘Hayır’ dememiz gerekirken bir de bu savaşların birebir kopyası pc oyunları yazılıyor. Görüntüsü, efekti, kullanılan silahları, dökülen kanlarıyla birebir uyarlanan savaş ve strateji (!) oyunları. Bilgisayar ekranından gördükleriyle, televizyon ekranından gördükleri arasında bir fark göremez olurlar. Bunları oynayan çocukların, toplumsal duyarlılıklarını korumalarını beklemek yersizdir.
Teknoloji araçlarının sınırsız ve kontrolsüz kullanımından kaynaklanan moral değerler problemimiz var artık. Büyük kalabalıklar içinde yalnızlaşan ve duyarsızlaşan bireyler yığınıyız. Hızla tüketen, unutan, yalan söyleyen, dinlemeyen, anlatamayan ama giderek yalnızlaşan bireyler…
Önerilecek çözümler içinde örgün eğitim elbette çok önemli. Ancak çok daha önemli olduğuna inandığım bir yol var ki o da aile eğitimi. Gelişen teknolojik araçlardan ya da hızla dağılan bilgiden uzak tutmak da söz konusu edilemez. Ancak okuyan, yorumlayan, sorgulayan bireyler yetiştirmek, dünyanın geleceği için oldukça önemli. Toplumsal muhalefetin oluşması için önemli.
Hani işin sırrı demiştim ya daha önceleri, yine iddia ediyorum ki işin sırrı sevgide. Çocuklarımıza sevmeyi (komşumuzu, bahçedeki ağacı, ağaçtaki kuşu, denizi, toprağı dünyayı, hiç tanımadığı diğer yeryüzü insanlarını sevmeyi…), karşılıksız, koşulsuz sevmeyi öğretebilirsek daha yaşanılır bir dünya yaratabiliriz.
“Çocuğum benim yapamadıklarımı yapsın” düşüncesiyle, özgüven adı altında küstah, açıkgöz sanrısıyla bencil, kurnaz iddiasıyla yalancı çocuklar yetiştirmeyelim.
Çocuklarımızı duyarlı yetiştirelim, dünyayı değiştirelim.
(28. yaşımı devirdiğim şu günde, ömrümün geri kalanı için dileğimdir. )