Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '09

 
Kategori
Blog
 

Niçin blog yazıyorum?

Niçin blog yazıyorum?
 

Milliyet Blog logosu


Veya, Milliyet Blog'ta niçin yazıyorum?

Dürüst olmam gerekirse, aklımda bunun net bir cevabı bulunmuyor. Açıkçası, klasik söylemler ve idealist yaklaşımlar yazma arzumun tam karşılığı değildir. Zira kimseyi değiştirip, dönüştürmek gibi bir niyetim yoktur.
Ben doğru bildiklerimi yazar, söylerim. Allah herkese akıl vermiştir. Gerçeği arayan, onunla (aklıyla) bulur.

Yazmak, içimizde varolan bir dürtüdür. Şartlar oluştuğunda sahibini zorlar. Acıkınca yer, susayınca içeriz. Yazmamız geldiğinde de yazarız. Fikrimizi, inancımızı, hayat anlayışımızı, tecrübemizi ortaya döker, tartışmaya açarız.

Bazan insan, istemediği halde yemek veya içmek zorunda kalabilir. Yani bir yerlerde, dostlarımız bize ikramda bulunabilir. Nezaketen yer ya da içeriz. İşte aynen bunun gibi zaman zaman kendimizi, yazmaya mecbur da hissedebiliriz.

Klavye mahkumuna dönüşmemizi zorlayıcı dış bir etkenle açıklayamayız. Zira iaşemiz buradan gelmiyor, başımızda bir patron beklemiyor. Ancak, bilemediğimiz nedenlerle bir "yazma görevi" yüklenmişiz, yazıyoruz. Beynimizi yoran, üstelik hayatımıza hiç bir maddi katkı sağlamayan bu işe saatlerimizi harcıyoruz. Söylediğim gibi kimse bizi mecbur tutmuyor. Karar, tamamen şahsımıza aittir.

Kanatimce, yazmanın tek bir sebebi yoktur. Belki bir çok sebebi vardır. Farkedilme, önemsenme, takdir görme, tatmin duygusu yaşama, hayata bağlanma, bir şey yapıyor olma, bir işe yarama gibi dürtüler de bu eylemin tetikleyicisi olabilir.

Herkes kendini bir biçimde ifade etme ihtiyacındadır. Kimi giyim kuşamıyla, kimi takıp takıştırmasıyla, kimi makam ve mevkisiyle, kimi parasıyla, kimi de yazısıyla toplumdaki varlığını/farklılığını vurgulamaya çalışır.

Bunun dışında, daha uçlara doğru gitme istidadında olan sıradışı tipler de vardır. Bunlardan bir kısmı, genel ahlaka dair değerleri hiçseyerek, bir kısmı da abartarak insanlara üstünlük sağlamaya çalışırlar.

Bu kategoriye girenlerin "ilerici ya da modern" kesimi, transparan giyinirek, dövme yaptırarak; küpeli erkek, persingli kadın imajına bürünerek sınırları zorlarlar. Geleneksel yapı ile sürekli uyuşmazlık halindedirler. Kural dışılık, onlar için bir hayat biçimidir. Örnek vermek gerekirse bu tipler başkaldırıyı, aykırı düşünüp davranmayı, eşcinselliği, lezbiyenliği, nikahsız beraberliği yüceltirken edep, adap, iffet, mahremiyet ve namus gibi kavramları küçümserler. Siz de bu aykırılığı tesbit ettiğinizde, dile getirirsiniz.

Bu sınıfın dindar geçinenleri ise, alışılagelmiş dini uygulamaları abartarak içinden çıkılmaz hale getirirler. Mesela, dinin kadın için belirlemiş olduğu tesettürü yetersiz görürler. İlaveten kadının yüzüne peçe, gözüne gözlük ve eline eldiven takarlar. Farz ibadetlerden kaytaran onca müslümanı es geçerler de, ağlarına düşürdüklerini gece namazına zorlarlar.

Bazı önderler, eşyanın tabiatına aykırı olarak yemek ve uyku düşmanlığı yaparlar. Kendileri tıka basa yedikleri, (gece/gündüz) istedikleri zaman uyudukları halde başkalarına, "az ye, az uyu, " tavsiyesinde bulunurlar. Sabahın köründe işe gitmesi gereken müritlerinden geceyi ibadetle geçirmelerini isterler. Hiçbir zaman kendilerini, çalışanların yerine koyup düşünmeyi akıl edemezler. Yani empati yapamazlar. Çünkü bu yetenekleri gelişmemiştir. Siz de bunların yanlış olduğunu düşünür, yazarsınız.

Barolar, (İstanbul, Ankara) hukukçu olduklarını unutup, doktorluğa soyunurlar ve "Hurşit Tolon'un GATA'ya sevk edilmesi gerektiğini" söylerler. Halbuki hukukla tıp, birbiriyle alakasız iki ayrı disiplindir. Bu yüzden, "avukatların, doktorların işine karışmaması" gerektiğini, aksi taktirde bu meslek mensuplarının güven erezyonuna uğrayacağını düşünürsünüz. Ve kaleminize sarılıp bu garipliği izah etmeye çalışırsınız.

Dün, üniversitelerde başörtüsü için yapılan anayasa değişikliğini dava edip iptal ettiren parti, bugün türbanın daha gerisinde sayılan çarşafa rozet takarsa kendinizi, burada gördüğünüz çelişkiyi anlatmakla görevli kılarsınız.

Görüldüğü üzere yazılacak çok şey var. Eğer bir şeyler kafanızı kurcalıyor, içinizde bunların yanlış olduğuna dair bir dürtü uyanıyorsa, yazarsınız.

Elli yaşına kadar bol bol hayal kurdum. Yıllar boyu, bunların gerçekleşeceğine dair ümidimi hep korudum. Ne zaman ki yaş elliyi geçti, işte o an durum değişti. Artık hayallere daldığımı farkettğimde, "kes!" diye kendimi azarlıyorum ve "Şimdiye kadar yapamadığını bu yaştan sonra mı yapacaksın!" diyorum. Hani yaşlı adam önündeki un çuvalını şöyle bir yoklamış kaldıramayınca, "aah gençlik ah!" demiş. Arkada bekleyen karısı dayanamamış: " Ülen bey, biz senin gençliğini de gördük!" deyivermiş. Benimki de o misal.

Demek istediğim, hayatla olan bağlarım yavaş yavaş zayıflıyor. Çevreye ve içindekilere karşı duyduğum ilgi giderek azalıyor. Ayakta kalmam için hayata, bir yerlerden tutunmam gerekiyor. Bir şey yaptığıma, işe yaradığıma kendimi inandırmam, ruhuma ümit pompalamam icabediyor. Bilmiyorum, belki de yazarak bunu yapıyorum.

Ne var ki, yazdıklarımın yayınlanması, onları kaleme almaktan çok daha önemlidir. Kimsenin görüp okumadığı bir yazı, karanlıkta göz kırpmaya benzer. O nedenle bana ve diğer yazarlara bu imkanı veren Milliyet Blog'a teşekkür etmem gerekiyor. Eğer bugüne kadar, 200 ü aşkın blog yazabildiysem bu onun sayesindedir.

Sonuç olarak, niçin yazdığımı somut biçimde ifade edemesem de, yazma güdümü harekete geçiren en başat etmenin, "Milliyet Blog" olduğunu söyleyebilirim.

Not: Bu yazımı, beni mimleyerek, "niçin blog yazdığımı açıklamamı isteyen" sn. Akar'a ithaf ediyorum.

Resim:milliyet com.tr

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..