Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

25 Ekim '10

 
Kategori
Öykü
 

Nifak...12

Nifak...12
 

Murat Tarım Kentleri Projesini anlatıyor


“ Milletlerin tarihinde yaşadığı kritik günlerin sayısı bir hayli çoktur. Bu günlerde milletlerin kendi öz varlıklarından çıkardıkları değerli, vatansever, idealist evlâtları kendilerini feda etmek uğruna da olsa memleketlerini aydınlığa, mutluluğa, huzura, refaha kavuşturmak için amansız bir mücadele vermişlerdir. Görünen düşmana karşı savaşmak, onun kuvvetini bilmek hiç olmazsa yaklaşık olarak tahminde bulunmak imkanı verdiği için kolaydır, ama, görünmeyen direkt yollar yerine endirekt yollardan savaşan düşmanla uğraşmak ağır zayiatlara sebep olabileceği gibi, nereden ve kimlerden güç aldığı da bilinemeyecek ve dolayısıyla düşmanın can alıcı noktasına indirilmek istenen darbe gecikecektir. Gelişen teknolojinin imkânları, esaslı teşkilatlanmanın sağladığı avantajlar yeraltı örgütlerinin dünya üzerindeki şiddet eylemlerinde başarıya ulaşmalarını sağlamaktadır. Rejimin ve kanunların açıkları, politikacıların oy kaygıları sebebiyle bu hareketleri tasvip etmeseler de kınamamaları, vatandaşların bananeciliği bu güçlerin cüretlerini ve eylemlerini her geçen gün biraz daha artırmalarına yol açıyor.

Türkiye'nin durumu dünyadan soyutlanamaz deniliyor ve sanki bu temel kanunla şiddet eylemlerinin zorunlu gelişmesi tabii bir olaymış gibi kabul edilmek isteniyor. Türkiye'nin kendi iç yapısında bulunan sosyo-ekonomik ve kültürel durumu ve de dünya yüzündeki stratejisi itibariyle diğer memleketlerdeki anarşik olaylardan ayrıldığı bir ger­çektir. Türkiye üzerinde oynanan oyunlar bir Fransa'da, bir Almanya'da veya bir İspanya'daki gelişmelerden tamamıyla farklıdır. Şöyle ki, Türk milleti sahip olduğu manevi değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan, onların uygulanmasında fertleri sıkı bir denetime tabi tutan, milli benliğini bugüne kadar hassasiyetle korumuş bulunan tek millet olması, eko­nomik gelişmesini tamamlayamamış, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını iş­letememiş, halkının çoğu fakirlik içinde bulunmuş olmasına rağmen em­peryalist ve sömürücü emelleri sezmesini bilmiştir. Tarihin hiçbir devrinde başkalarının hakimiyeti altına girmediği, daima himayesinde birçok milleti barındırdığı halde insana değer verip onları sömürmediği için kendisini sömürmeye kalkanlara karşı koyma eğilimindedir.

Nitekim bu oyunların farkına varan ve kendisini ekonomik ve si­yasî esarete sürüklemek isteyenlere karşı çıkan bir Ülkücü gençlik; her bakımdan güçlü bir kale gibi Türk milletinin güven kaynağı olarak or­taya çıktı."

Murat bir yandan bunları düşünüyor bir yandan da gideceği yere ulaşmak için büyük bir sabırsızlık duyuyordu. Haftada bir düzenlenen Ülkücü Köylüler Derneği’nin seminerine yetişmesi lazımdı. Bu seminerde ken­disi de bir konuşma yapacaktı, konuşmasının ana hatlarını zihninden ge­çirdi. Toplantıya katılanlara faydalı olabilmek amacıyla seminere mil­liyetçi öğretmen ve yazarlardan da bâzıları iştirak edeceklerdi. Büyük bir coşkuyla, heyecanla ve istekle marşlar söyleyen, kendilerinden geçmişçesine Türklüğün zaferi için mücadele edeceklerine yemin eden her türlü maddi menfaat hırslarından arınmış temiz yüzlü, aydınlık bakış­lı, zeki ve kalpleri millet sevgisiyle dolu bu gençlere hitap etmenin vereceği zevkten daha tatlı ne olabilir, diye düşündü.

Dolmuşta kendisini yokladı, heyecanlıydı. Hem de pek çok... Kalbi­nin şiddetle çarptığını, ellerinin ve dizlerinin heyecandan titrediği­ni hissediyordu. İçindeki gecikme korkusu yerini bu heyecana bırakmış­tı. Önlerinde trafiğin tıkanması sonucunda bekleyen yüzlerce araba­nın klakson sesleri arasında bu derin, sarsıcı heyecanın ver­diği hazza kendisini teslim etti...

Dolmuştan inerken biriken yağmur sularının içine düşmemek için çaba sarf ederken, bir yandan da adımlarını hızlandırıyordu. Bir sokağın içine girdi, ıslak kaldırımlardan birkaç yüz metre gittikten sonra, eski yüzlü bir binanın içine daldı . Dönerli merdivenleri ikişer-üçer çıkmağa başladı.

Salon dolmuştu, konuşmacının sesinden başka hiç bir şey duyulmuyordu. Kapıda kendisini gören arkadaşlarından birkaçı yarı ciddi ya­rı şaka sitemde bulundular:

-Nerde kaldın be kardeşim!Az daha gelmeseydin seni aramaya çıkacaktık.

-Trafiğin hali malum geciktim kusura bakmayın!

-Nazik çocuk, bir de özür diliyor...

-Yoldaşlar çevirdiler diye endişelendik, sana da bir çizik atmala­rından korktuk.

-Onlar benim kılıma bile dokunamazlar, korkmayın siz...

-Niye, yoksa onlarla aran çok mu iyi? Casusluk falan yapmayasın? Ha, hah hah...

-Eh, fena sayılmaz. Yoldaş yapmak için henüz ümitlerini yitirmediler. Kişiliğimi ve davamı aşacağım günü sabırsızlıkla bekliyorlar...

Bu sırada mikrofona çıkan genç, şimdi de kendilerine Ülkücü Köylü­ler Derneği... Şubesi Başkanı Murat'ın hitap edeceğini söylüyordu.

-Hadi, dalgayı bırak da koşşş!..

-Tut şu pardesüyü, iyi sakla ha, yoksa yenisini aldırtırım sana!

-Merak etme, kaybolmasın diye sırtıma giyerim...

Murat yüzlerce gözün kendi üzerine çevrildiğini ve konuşmasını bek­lediklerini gördüğü zaman, bir müddet konuşmasına nasıl bir giriş yapması gerektiğini düşündü. Kısa fakat anlamlı bir girişten sonra esas ko­nuya geçti:

-Arkadaşlar, bugün toplumumuzda en çok konuşulan ve de üzerinde en çok tartışılan konulandan birisi de köy ve köylüdür. Bu konu kendileri­ni ilerici aydın zanneden kişilerin tekelinde bulunmakta ve birçok hususta istismar malzemesi olarak kullandıkları görülmektedir. Oysa bu kişilerin, sizlerin köyle ilgili olarak bildiklerinizin yanın­da bilgileri ki çok azdır. Onlar, köyü görmemişlerdir, onlar köyü gezmemişlerdir, onlar köyde yaşamamışlardır, onlar köylüyü sevememişlerdir, onlar köylüden utanç duymuşlardır. Onların zihninde yer eden köylü imajı Rusya'daki köylünün tıpa tıp aynıdır. Onlar yazdıkları köy romanı­nın sosyal yanını Rus yazarlarından esinlendikleri şekil­de, kopya ederek ve sadece şahısların isimlerini Türkçeleştirerek yazmışlardır. Köyün dertlerine, problemlerine, yaralarına çare, çözüm yolu ve derman aramak yerine insanların merhamet duygularına hitap eden birtakım fantazilerle vakit geçirmişlerdir.

-Köy problemi bugün bütün çıplaklığıyla karşımızda durmaktadır. Bu bir gerçektir ve bu gerçeğin herkes tarafından kabulü, daha sonra da köy için yapılması gerekenlerin bulunması esas hareket noktamız olmalıdır. Köy problemini şehir ve şehirleşme ile birlikte ele almak ve bunların birbirleri özerine olan etkilerini incelemek gerekir. Şehirleşmenin, yanlış şehirleşmenin toplumumuzda açtığı ekonomik ve sosyal yaralar, dolayısıyla köylerimizi de etkilemektedir. Yanlış sa­nayileşme, plansız, siyasi amaçlara hizmet için kurulan sanayi tesis­leri toplumumuzda şehirde yaşayan insan nüfusunu sayı bakımından art­ırırken, bir yandan köye yapılması gereken yatırımların hiçe indiril­mesine bir yandan da köylünün dejenere şehirli olma­sına yol açmaktadır. Geçim derdi yüzünden köylerini terk edip şehire yer­leşen vatandaşlarımız, kendilerini bekleyen ekonomik buhranlardan ve sosyal uyumsuzluktan habersiz bulunmaktadırlar. Kendi örfleriyle, adetleriyle ve yaşayış tarzlarıyla çelişkili olan şehir hayatının içinde yetiştirdikleri çocukları ruhsal çıkmazlara girmekte ve birtakım sa­pık akımların ağına düşmektedirler. Bu göçün sonunda maddî refah yine sağlanamamakta, göçmen yurttaş bu sefer maddenin dışında sosyal ezilmişlikle de karşı karşıya kalmaktadır. İşte siyasî ve sosyal çalkan­tıların şehirlerde başlamasının bir sebebi de budur. Burjuva hayatına duyulan özlem, maddi imkanların göz kamaştırıcı parıltıları, sosyal adalet ilkelerinin kaale alınmayışı so­nucunda, haklı olarak doğan tepkileri istismar eden ideolojilerin işine yaramakta ve kendi amaçlarına ulaşmak için bir vasıta olarak bu bedbaht insanları kullanmaktadırlar. Fikir, duygu sömürüsünün beraberinde emek sömürüsü de şehirleşmenin neticesinde olmaktadır. Fikir ve duygu­ları sömüren ideolojiler, emeği sömürense burjuvadır. Fakat bu ikisinin ayrı görüşler olduğunu kabul etmemeliyiz, çünkü bunlar ikiz kardeştir­ler ve her türlü zararlı ideolojinin savunucusu her toplumda Burjuva­lar olmuşlardır. Çünkü onlar her kargaşalıktan biraz daha fayda ummaktalar ve gelirlerini, servetlerini bu sayede çığ gibi büyütmektedirler. Her düzen değişikliği olan toplumda da mutlaka hakim sınıf olarak bun­lar görev almaktadırlar.

-Türk milletinin en az “yüzde sekseni köylüdür, köy kaynaklıdır “ deniliyor. İs­tatistikler bizi yanıltmasın! Şehirdeki köylüleri de biz gerçek köylüler olarak kabul etmek zorundayız, çünkü onlar imkansızlıklar yüzünden şehirlileşmişlerdir. Böylece köyde de şehirde de sömü­rülen köylüden başkası değildir.

-Ülkücü gençler, gerçek köy problemini ortaya çıkarabilmek için çok çalışmak zorundadırlar. Köylüyle ve köyle temas kesilmemeli, onlar­la sürekli bir diyalog sürdürülmeli ve problemlerine çözüm yolunu on­larla birlikte aramalıdır. Bizler herkesten çok çalışmak zorunda olan­larız, çalışmak bize zor gelmez, bize mutluluk ve zevk verir. Ülkücü kad­ro ortaya attığı Tarım Kentleri formülünü köylüye anlatmalı, bunun uy­gulamasından doğacak faydaların onlara refah sağlayacağına inandırmalıdır. Hepimiz biliyoruz ki memleketimizde yerleşme alanları küçük bi­rimler halinde bulunmakta ve bu nedenle de sayıları bir hayli çoktur. Sayıları kırk binin üzerinde bulunan bu yerleşme birimlerine, yani köy­lere götürülmek istenen hizmetler büyük meblağlara mal olmaktadır. Su, elektrik, kanalizasyon, okul, iş sahası gibi hayati ihtiyaçların yanı sıra teşkilatlanmanın da bu yüzden çok zorlaştığı görülmektedir. İşte Tarım Kentleri bütün bu zorlukları ortadan kaldırabilecek güçte bir uygulama getirecektir. Köylü vatandaş artık iş aramak için göçmek zorunda kalmayacak, çünkü fabrikalar ayağına getirilecektir. Köylü ço­cuğumu okutup okutamayacağım diye bir endişeye düşmeyecektir, çünkü her Tarım Kent'te ilkokul, ortaokul, lise, çeşitli meslekî okullar bula­nacaktır. İçme suyu, kanalizasyon, elektrik gibi problemleri de ortadan kalkacaktır, çünkü birleştirilmiş köylerde bunları sağlamak çok daha kolay olacaktır. Doktor derdi, devlet dairelerinde iş takibi için yüz­lerce kilometre öteye gitme derdi, gübre derdi, ziraat için gerekli araç-gereç derdi de kalmayacaktır.

-Tarım Kentleri projesi Ülkücü gençliğe gösterilen köylünün kal­kınması için en ideal olan büyük bir modeldir. Ülkücü gençlik bu hede­fe ulaşabilmek için geceli gündüzlü köy köy dolaşmak, fikrini anlatmak, kısacası çalışmak, çalışmak, çalışmak zorundadır.

-Şurasını hepimiz bilmeli ve kabul etmeliyiz ki, fikirler kuvvet­li oldukları taraftar buldukları takdirde uzun müddet yaşarlar. Bir fikrin iktidar olabilmesi için onun halkın ço­ğunluğu tarafından benimsenmesi gerekir. Bu ancak propaganda yoluyla yapılabilir. Etkin ve yaygın bir propaganda da her türlü materyalden faydalanmakla gerçekleştirilebilir. Bugün Ülkücü doktrinin birçok fik­ri ona muhalif olanlar tarafından bile benimsenmiştir, ama bu yetmez. Çünkü bizim fikirlerimizi kopya edip uygulama safhasına koymaya çalışanlar acemi bir Molier mukallidinden ileri gidemezler. Onun tam anlamıy­la uygulanabilmesi için ülkücü kadronun iktidara gelmesi esastır ve şart­tır. Bu iktidar siyasi iktidardan başka bir şey değildir, fikirlerimizi gerçekleştirebilmemiz için mutlaka siyasi iktidarı ele geçirmemiz gere­kir . İnanmış, namuslu, faziletli ülkücü kadronun siyasi iktidarını sağla­yacak potansiyel de yine köylerimizde ve köylümüzde mevcuttur. Kal­kınma nasıl ki tabandan yani köylüden başlayacaksa siyasi iktidar yolu da köyden ve köylüden geçecektir. Bütün gücümüzle ve elemanlarımızla bu yolda ilerlemeye mecburuz.

-Arkadaşlar, Ülkücü Köylüler Derneği olarak bugün üye sayımız hız­la çoğalmakta ve imkanlarımız her geçen gün biraz daha art....

Murat sözünü tamamlayamadı, çünkü şiddetli bir patlama bütün salo­nu kapladı. Her taraf toz ve duman içindeydi. Bağrışmalar, küfürler ara­sında alev alev yanan pencereye doğru koşuşanlar çoğunluktaydı. Dinle­yicilerin bir kısmı da oturdukları yere çivilenmişçisine duruyorlardı. Patlayıcı maddenin atıldığı yere yakın oturanlardan dört genç yaralan­mışlar, arkadaşları onları kucaklarına alıp dışarıya çıkarmaya çalışı­yorlardı. Birisi paramparça olmuş elinin acısını dindirmek isterce­sine diğer eliyle bastırıyor, diğeri kafasından kanlar akarak arkadaşlarının kucağında giderken kimsenin anlayamayacağı bir dille bağırıyor, küfür mü ediyor yoksa lanet mi okuyor belli değil. Diğer ikisi ise arkadaşları tarafından çoktan aşağı indirilmişlerdi.

Yanan ateş, duman ve yerde kıpkırmızı kan göllerinden çıkan buhar… Biraz sonra kovalarla dökülen sular ateşi söndürüyordu. Bu seferki manzara su, kan ve siyah karışımı... Yanık kokusu duyuluyor genizleri yakarcasına….

Dışarıda kalabalık bir halk topluluğu birikmiş, herkeste bir heyecan var. Soran ağızlar ve gözler... Birbirini iteleyen, içeri girmeye çalışan aşırı meraklılar… Giriyorlar, dumanlar arasından merdivenleri çıkıyorlar, açık kapıdan içeriye göz gezdiriyorlar. Yüzlerce insan içerde ça­lışıyor, ellerinde kimisinin kova, kimisinin tahta, kimisinin ceketi, pardesüsü, kimisinin de kitapları var. Uysal alevlere bunlarla vuruyorlar, alev uysalken azgınlaşıyor, azgınlaştıktan sonra da kuduruyor. Kırmızı, tu­runcu, isli dişlerini göstererek sırıtıyor...

Hava karardığı zaman içerdeki işler bitmişti. Yangın sönmüş, yerdeki sular ve enkaz temizlenmişti. Herkes eski yerlerine oturmuş, suskun ve düşünceli bir bekleyiş başlamıştı… İçlerinden bir düzineye yakın arka­daşları eksikti. Bunlar yaralılarla birlikte hastaneye gidenlerdi. Biraz sonra gelen birisi Murat'ın kulağına eğilerek bir şeyler söyledi, herkes bunun ne olduğunu merak ediyordu. Bakışlar Murat’la arkadaşının üzerinde yoğunlaştıkça yoğunlaştı, ağırlaştıkça ağırlaştı… Yüzünün mimikleri değişen Murat, ikide bir başını sallıyor, bazen de soruyordu. Ne olmuştu acaba? Acı bir haber mi vardı? Arkadaşı gidince Murat mikrofonu eline aldı ve akan gözyaşlarını silmek lüzumunu hissetmeden konuşmaya baş­ladı:

-Arkadaşlar, birkaç saat önceki caniyane sabotaj hare­keti sırasında yaralanan arkadaşlarımızdan İrfan, maalesef yolda hastaneye götürülürken hayatını kaybetmiştir. Hepimizin başı sağ olsun... Bir ülküdaşımızı daha kaybettik, Allah geride kalanlara uzun ömür versin. Biliyorum acımız sonsuz, hepimizin içi kan ağlıyor. Kahpe bir düşman elinin aramızdan aldığı kahraman arkadaşımız bundan böyle kalbimizde yaşayacaktır. Bizler bugün bir kere daha şahit olduk ki ka­famıza giremeyen, beynimize hakim olamayan komünist cinayet şebekeleri acımaksızın bombalarla, silahlarla kafamızı parçalamakta; kalbimizde duyduğumuz her gün biraz daha artan kini ise kalplerimizi bıçakla delik deşik ederek akıtmaya çalışmaktadır.

-Diğer yaralı arkadaşlarımız için kan vermek gerekebilir, onun için hepimiz hastaneye gideceğiz. Tanrıdan dileğimiz bu arkadaşlarımızın kurtulması ve bizi üzüntülere gark eden elim hadiselerin sona ermesidir. Tekrar başınız sağ olsun!

Murat kürsüden aşağı inerken, salondakilerin hepsi birden ayağa kalktılar ve hep bir ağızdan yeri göğü inleten bin sesle "TÜRKLÜK SAĞ OLSUN! " diye haykırdılar.

Sessiz ve disiplinli grup, hastanenin önüne geldi, "Acil Servis” merdivenleri etrafında soğuğa, yağmura, uykusuzluğa aldır­madan oturan gençlerin sayısı sabaha kadar her geçen dakika biraz daha arttı. Öyle ki sabahleyin hastaneye gelenler muazzam bir kalabalığın orada beklemekte olduğunu hayretle gördüler. Duyan, haber alan koşup gelmişti....

(Devam edecek)

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara