Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '07

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Nobelim Ağlıyor!

Nobelim Ağlıyor!
 

Geçen Kasım ve Aralık aylarında Milliyet Gazetesinde yayımlanan iki yazımdan sonra, inanılmaz bir sevinç yaşadım. Ve ardından bu duygularımı anlatan bir yazı kaleme alıp editörüm Fatih Bey’e yollamış bu sevinci onlarla da paylaşmak istemiştim. Bu yazılar benim küçük dünyamın "Nobel ödülüydü". Geçen hafta Milliyet Blog'un ilk buluşmasında bu duygularımı Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin'e de ilettim. Amatör olarak yaptığım bir işin beni bu kadar heyecanlandırması elbette ki onu çok şaşırttı. Ancak konuşurken "siz gazeteciler ne kadar" şanslısınız dediğimde gülümsemesi bir an donup kaldı.

Ve bugün takvimler 19 Ocak’ı gösterirken, benim şanslı diye nitelendirdiğim bu mesleğin önemli isimlerinden biri daha boylu boyunca bir kaldırımda yatıyor.

Kişisel tarihimde bir hafıza yoklaması yaptım. Filmi geriye alınca 32 senelik hayatımda birçok kalemin benzer şekilde katledildiğine tanık olduğumu gördüm. Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Abdi İpekçi öldürüldüğünde henüz dört yaşındaydım, fazla ayrıntı hatırlamıyorum. Ancak hatırladığım, bir gün Abdi İpekçi Caddesi’nden geçerken babamın anneme usulca işte burada vurdular Abdi’yi diyerek ‘o yeri’ gösterdiği. Belki bu sebeple, şimdilerde Nişantaşı’nın en gözde, en popüler yeri olan bu caddede, o ünlü kafelerde oturmaktan imtina ederim.

Bu menfur saldırılardan en net hatırladıklarımdan biri; Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’in vurulmasıdır. 15 yaşındaydım, ertesi günkü birçok gazetenin baş sayfasında Çetin Emeç’in kurşunlanmış soğuk bedeni vardı. Bu fotoğraf beynime öyle kazınmış ki, bugün bile hafızamda aynı canlılığını koruyor. Bu yazıyı yazmaya hazırlanırken seneler önce gazeteden kesip sakladığım bir küpür geldi aklıma. Komodinimin içinde 10 yıldır bekleyen bu küpür, Çetin Emeç’in ölümünden 7 yıl sonra kızı Mehveş Emeç’in babasına yazdığı bir mektuptan.Kesip saklamışım. 10 yıl sakladığım bu küpürü bugün böyle bir yazı için kullanmak,acı bir tesadüf!

Mektup şöyle:

"Canım babacığım, bugün 6 Mart, ben ne yapsam da, yarın sabah uyanınca 7 yıl öncesine dönebilsem. Sabahın köründe o telefon çalmasa, kimse bana babanı vurdular demese, bu sensizlik sonsuza kadar sürüp gitmese. Yıllardır çalışıp çabalıyorum. Müziğimde hep sen varsın, rüyalarımda hep beraberiz, uyanmaktan nefret ediyorum, rüya olduğunu ne bileyim her şey eskisi gibi. Bazen bir çocuk gibi ağlıyorum, kaderime küsüyorum. Bazen de seninle son telefon konuşmamızı hatırlayıp, sana layık olabilmek için var gücümle çalışıyorum. Biliyorum ki seni hayatta en üzecek şey, beni kuvvetsiz görmen olurdu. Acaba bunun için mi? Bugünlerin geleceğini sezdiğin için mi? Bana ‘ benim kuvvetli kızım’ der dururdun. Keşke demeseydin, keşke beni kuvvetli olmaya alıştırmasaydın. Zaten bugün kuvvetli olmak da istemiyorum. Sensizliğimden nefret ettiğimi var gücümle haykırmak istiyorum. Artık konser sonraları seni de kucaklamak istiyorum. Senin o salonlarda beni dinlediğini hayal etmekten bıktım usandım. Mademki senin için çalıyorum gel bana, kucakla beni! Artık sensizliğe alışmak için değil, seninle olmak için yaşamak istiyorum"

19 Ocak’ın hemen öncesinde Milliyet Blog'un buluşma gecesinde, Sedat Bey’e "siz gazeteciler çok şanslısınız" dediğimde, neden bir anda gülümsemesinin yüzünde donup kaldığını şimdi daha iyi anlıyorum. Yitirilen onca arkadaş, meslektaş, bir hiç uğruna yok olup giden onlarca hayat.

1909’dan bugüne katledilen 61 gazeteci; Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve daha niceleri…

Bir kuşunla, bir bombayla bir anda kaldırımlara saçılan hayatlar, un ufak olmuş bedenler, kanayan yaralardan sızıp tüm evrene yayılan acılar, söylenmemiş, yazılmamış, yarım kalmış sözler! Yazdıkları nedeniyle güvercin tedirginliğinde yaşanan hayatlar.Kalem kavgaları.Kelimelerin bitip, sözcüklerin kifayetsiz kaldığı anlar!

Şimdi Nobelim bir köşede oturmuş sessizce ağlıyor.

 
Toplam blog
: 44
: 1522
Kayıt tarihi
: 22.08.06
 
 

Hayat akıp giden upuzun bir ırmak, bu ırmakta bazen bir akıntıya koyveriyoruz kendimizi, nereye çarp..