Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '13

 
Kategori
Müzik
 

Notaların bize anlattığı dünya

Serin bir İstanbul akşamında Avrupalıların büyük Türk dedikleri Osmanlı Padişahı`nın sarayından çıkan bir grup saray görevlisi, Sarayburnu açıklarında kendilerini bekleyen bir kayığa doğru yöneldiler. Orada iki güçlü devşirme ile birlikte elleri ve ayakları bağlanmış bir vaziyette çuval içine konulmuş güzel ve alımlı bir kadın cesedini, uzun ve süslü saltanat kayığına koyarak gecenin karanlığında gözden kayboldular. Bu Sultan`ın veya Sadrazamın karılarından birinin, büyük olasılıkla bir haremağası ile yaşadığı gizli aşkın hazin öyküsü olmalıydı.

 Bu esnada sarayda çalan saz ekibinde udlar, tamburlar, tefler ve sazlarla birlikte sarayın tüm cariyeleri koro halinde Sultan`ın diğer hanımlarını eğlendirmeye çalışırken, boğazın derin sularında yavaşça gözden kaybolan bu güzeller güzeli Macar asilli mahzun ve çaresiz prensesin dramına hiç kuşkusuz tanıklık edemiyorlardı. Çünkü çalınan müziğin sesi bu kadının haykırışlarını öyle bir örtüyordu ki sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi, herşey yeniden başlıyordu. Harem dairesindeki cariyeler, bir gece ansızın ortadan kaybolan arkadaşları Katya`nın, yeni adıyla Ayşe Sultan`ın aşkı uğruna ölümü göze almasını ve çaresizliğini şimdi şarkılarında dile getiriyorlardı. Bugün o dönemin dramlarını anlatan bestelerini duyduğumuzda kimbilir kimlerin hayatında hala özlemle andığı aşk öykülerinin dramatik sahneleri canlanıyordur. Ama o sihirli notalar, güzel Katya`nın yaşadığı aşkın sonsuzluğa uğurlanışına tanıklık etmemizi sağlıyor yine de.

 Bu açıdan bakıldığında duyduğumuz sesler, bu melodik yapı ve harmoni sanki çok bilinmeyenli bir matematik denklemi gibi sadece bilmediğimizi değil, farkında olmadığımız değerlerin varlığını da yaşatıyor bize. Duyduğumuz anda, sözlerin aslında çokta önemli olmadığını anlıyorsunuz. Belli ölçülere göre bir araya gelen bu seslerin algılanması öteden beri aradığımız bir aşkın varlığını duyumsamamızı sağlıyor. Uzun zamandır aradığımız, hiç kimsenin veremediği bir özgürlük duygusu sarıp kuşatıyor tüm hücrelerimizi. Duyduğumuz sesler o kadar anlamlı ki, orada inanılmaz bir uyum var. Bazen fa yerine sol olsa ya da sibemol yerine fadiyez olsa ne fark eder diye düşündüğünüz oluyor, ama yanlış sesler bestecinin huzurunu kaçırıyorsa, besteci yakarışlarımızı veya çaresizliğimizi ama bir o kadar da yaşadığımız derin coşkuyu ve heyecanı anlatırken, o kadar da uzaklaşıyor yeryüzünden. Kendini bir yerlerde arıyor olmalı, Doğru sesleri arıyor, tıpkı doğada olduğu gibi herşeyin sihirli bir bütünlük içinde olduğu essiz ve renkli uyumu arıyor.

 Yaşadığımız herşey, dinlediğimiz müziğin içinde bir yerde gizleniyor, oradaki sırları ve bilmediğimiz dünyayı sadece ruhumuzu özgür bırakarak düşlediğiniz takdirde görebilir ve keşfedebilirsiniz. Tıpkı Caykovski `nin Kuğu Gölü balesi eserinde olduğu gibi büyücünün kuğu şekline soktuğu Prenses Odette`in tekrar eski haline dönmesinin sadece Prens`in onu bütün kalbiyle ve içtenliği ile sevdiği takdirde gerçekleşeceği gibi birşeydir bu.. Bunu yapmak bazen kayıp kıta Atlantis`i bulmak kadar zor olsa da, ödülümüzün hiçte hafife alınmayacak kadar değerli olduğunu söyleyebilirim. Birinin size bir şekilde değer vermesi ve önemsemesi dünyada hiç birşeyin yerini alamayacağı kutsal ve paha biçilemez bir özgürlük duygusu yaratır. Bu herşeye değer.

 Dinlediğimiz müziğin içindeki labirentlerde, bir yerlerde sizi seven bir sevgilinin varlığı sizi heyecanlandırmaya yeter. Ben bunu dinlediğim her müzik parçasında duyumsarım. Her an kafamın içindeki harmonileri takip ederek, kimsenin gidemediği yerlerde, kimsenin tatmadığı aşkları yasayabiliriz. Müziğin tıpkı bir ruhun varlığı gibi var olduğunu ama anlatamadığımız duyguların somutlaştığı tek yer olduğunu ve benimde orada olmam gerektiğini biliyorum.

 Müziğin içinde herşey vardır. Örneğin Chopin bestelerini yaparken müziğine, olağanüstü ve derin anlamı olan aşkların kokusu sinmiştir. Bu muhteşem piyano eserlerini ancak bir kadına duyulan güçlü ve ulvi bir aşk yazdırabilirdi diye düşünürsünüz. Chopin değişik kadınlara duyduğu sevgisini eserlerinde dile getirdi. Örneğin Mozart bir Avrupa turnesi sırasında Manheim`de tanıştığı şarkici Aloysia Weber`e aşık oldu. Ama daha sonra Aloysia bir aktörle evlenince Mozart sevgisini bu kez kardeşi Constanze`ye yöneltti ve onunla evlendi. 6 haziran 1791 de Viyana`dan karısına gönderdiği mektupta Mozart, `hoşcakal aşkım, bir tanem. Sana doğru uçan 2999,5 öpücüğü havada yakala, bak birileri onları tutsun diye bekliyorlar` diye yazıyordu. O yüzden Mozart `in heyecanını, müziğinde bir an yükselen kadanslarda veya aniden sakinleşen ve sonrasında sessizliğe doğru yelken açan notalarında fark edebilirsiniz.

 Casablanca filminde II.Dünya Savaşında toplama kampından kaçan Viktor`un karısı Lisa ile gece kulübü sahibi Rick arasındaki aşkı anlatan sahnede, sonradan repliklere eklense de `Tekrar çal Sam` diyen Lisa`nin şarkiyi dinlerken, bakışlarındaki anlamı keşfetmek, bizi bir filmde bir zamanlar yaşanmış, mutsuz bir aşkın tekrar canlandığı sahnelere kolaylıkla taşır. Çünkü orada sözlerin yerini artik notalara almıştır. Sam, piyanosunun başında `As Times Goes By` şarkısını çalarken, iki sevgilinin birbirlerini arzulamalarının ne kadar olağanüstü bir paylaşım olabileceğini hissetmemizi sağlar. Bu anı özel yapan şeyin müziğin kendisi mi yoksa aşkın varlığımı olduğunu anlamakta zorluk çekersiniz. Ama hissedilen fırtınalı bir aşksa eğer, bu müzikle beraber yağan yağmurun sesleri gibidir.

 Dünya üzerinde farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde yaşayan canlılar olarak içinde bulunduğumuz sosyo-ekonomik sistemlere göre biçimleniyoruz. Bazen otoriteler istediği için mutlu oluyoruz, bazen de hüzünleniyoruz.

 George Orwell`in 1984 adlı eserinde olduğu gibi yaşamımızı gözlüyorlar, ne yapmamız gerektiğini, nasıl davranmamız ve ne hissetmemiz gerektiğini söylüyorlar. Ama dostlarımızda, bize düşman olarak tanıtılanlar da aynı müziğin notaları eşiğinde dans ediyor, seviyor ve seviliyorlar. Kontrol edilemeyen tek şey bu. Böyle bir anda sanki bir çocuğun saflığı kadar duru ve içten oluyoruz, aynı şarkıyı birlikte söylüyoruz. Farketmiyor, bir yerlerde bir dram varsa, onu anlatan müziği bütün uluslarla aynı anda algılayabiliyoruz. Ve, farketmiyor hüzün, sevinç veya yaşanılan aşklardaki heyecan, hoşgörü, bağlılık ve sadakat, kaybettiğimiz bir şeyin yarattığı derin hayal kırıklığı, gözyaşlarımız ya da mutluluklarımızla, tüm bu duyguları anlatan müziğin nameleri altında toplandık hepimiz.


 Metin RODOP

 
Toplam blog
: 27
: 292
Kayıt tarihi
: 11.04.13
 
 

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İkitisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden 1986 yılında mezun oldum..