- Kategori
- Deneme
O - tuzlu yıllar

zaman düşer ellerimden yere...
Önce yalnızca birler hanesi vardı.
Ağlamaktı herhangi bir sebepten hayat.
Sonra karanlık ve fısıltılı odalarda, sallanan battaniyeler arasında zorlama uykulara dalmaktı.
Kolalı jelibonlar, çerezlerden çıkan karton kahramanlardı,
İki tekerlekli dosta feda edilen yaralı diz kapaklarıydı.
Beyaz yakalı siyah önlüklerle tanıştıktan az biraz sonra onlar hanesine “merhaba” dedik.
Renkli ataçlı güzel yazı defterleri, kokulu silgiler ve tebeşir tozlarıydı artık kuşandıklarımız.
Teneffüs çıldırmalarına sığdırılan gazoz-simit törenleriydi,
Gece uykularına karışan eklem ağrılarımız vardı bir de;
büyümenin sancılı bir şey olduğunu ilk kez o vakitler anlamıştık.
“Yaş On yedi” günlüklerini dolduran kalp çarpıntılarının Taşikardi ile ilgisi yoktu.
Her doğum günü, bir tür çocukluğa evlada kutlamasıydı ve bu yüzden yüksek perdeden yayın yapmak en birinci haktı.
Mutlulukla karşılandı 20’ler…
Üniformanın zulmünü dünde bırakıp, renkli kimliklerimize lütufta bulunabileceğimiz yeni bir dönem başlıyordu.
Ama tozu, pembesinden fazlaydı ergenliğin.
Türkiye’li olmak, gençliğine yular bağlardı çoğu zaman.
Dershane arkadaşlıkları diye bir kategoride sürdürülen ilişkilerimiz vardı artık.
Hayatta tek seçeneğimiz yoktu tabi,
Beş seçeneğimiz vardı.
Çoktan seçmeli yarınlarımız vardı mesela.
Tüm çocukluğumuzu süslese de oyuncu olma hayalleri pekala matematik öğretmenliği de yapabilirdik. (!)
Bu ülkenin kriterleri avukatlık yapmamıza izin vermez ise biz aynı keyifle psikolojik danışman olabilirdik örneğin.
Fark yapmazdı yani…
Zaten, bir tür akrobasi idi hayat.
Bir tür cambazlık yeteneği idi bize lazım gelen..
Bir avuç zihni zehir soru fetişisti dışında,
Çok şükür yimilerde, 25. tercihlerimizle de mutlu olmasını öğrendik.
Çoğu şeyin kendi seçimlerimiz olmadığını anladığımızda 3, 2’den daha yakındı artık.
“Neden” li sorular, eve yerleşen misafirler gibi arsızca birikti akıl odacıklarımıza
Ve zamanı doluncaya değin bıraktı irinlerini etrafa.
Yine de varsa ellerimize değen bir sihir,
Varsa bir çift göz, baktıkça bizdekini mutlulukla utandıran
Bu haliyle de yaşanabilirdi dünya.
Her vagonu başka maceralarla dolu bir hız trenine binmiş gibiydik
Ve sanki üçüncü şahısların anılarıyla geride kalan.
Diploma…
Vatan görevi…
Birkaç aşk acısı…
Belki bir gelinlik ya da damatlık…
Artık tüm matematik kurallarının aksine
0 > 9 en rasyonel sonuçtur.
Başlangıcın galibiyetidir bu.
30…
Yirmili yaşların kibar telaffuzundan sonra
yuvarlak bir kabalıkla tırmalıyor kulağını insanın.
Dün’le arana gerilmiş kadife, ışık geçirmez bir perde gibi karartıyor zihnini.
Boyun ve sırt ağrıların daha çok sıkıyor canını nedense.
Hala yoksa bir düğün fotoğrafın konsolun üzerinde,
parmaklardaki yüzüklere, arabalarındaki bebeklere takılıyor gözlerin fazlaca.
Gidemediğin şehirler, fotoğraflarına iç geçirdiğin ülkeler kurcalıyor aklını.
Bir de bakmışsın ki uyku öncesi dualarının başlıkları değişmiş.
Pastalarının üzerindeki mumlar sembolik sayılara gerilemiş.
2000 doğumlu çocuklar ortaokula başlamış
Liseli ve üniversitelilerin ablası, abisi
henüz birkaç yaşındakilerin teyzesi ya da amcası oluvermişsin.
Şimdilerde yine de serin tutmalı sanki bu aklı.
Her şeye rağmen güzel zamanlarındayız ömrün.
Daha, gümüş ve altın yıldönümleri var yaşanacak
Doğacak, büyüyüp dillenecek çocuklar var.
Okunacak yüzlerce kitap, gezilecek masal tadında yerler
Öğrenilecek binlerce yeni bilgi ve edinilecek sayısız deneyim var.
Çıraklığı başarıyla bitirip bugünlere ulaşabilen hepimizin kalfalık dönemi hayırlı olsun.
Yolun yarısında görüşmek üzere…