Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '12

 
Kategori
Sinema
 

O bi adam değildi ki! O bi afattı gardaşım, afat!

O bi adam değildi ki! O bi afattı gardaşım, afat!
 

30-35 yıl önceydi. Bir akşam üstü, Urfalı bir arkadaşımla İstiklal caddesinde dolaşıyorduk. Tam Fransız Kültür Merkezinin orda bir kalabalık gördük. Biraz yanaşınca arkadaşım,

“A, bu Yılmaz Güney! Kavga ediyor. Onu dövüyorlar, çabuk yetişelim!” diye bağırdı.

Kalabalığı yarıp kavganın olduğu yere girdiğimizde kavga bitmek üzereydi. Yerden kalkmaya çalışan iri yarı biri, Güney’den yediği son yumrukla, yerdeki diğer üç kişinin yanına serildi. Paralanıp yırtılmış beyaz gömleği ile Yılmaz Güney, kaldırımın kenarındaki demir parmaklıklara tutunan, yüzü dehşet içindeki Fatoş hanımın yanına gidip onu teselli ederken polis düdüklerini işittik. Az sonra kalabalığı dağıtan polisler yerde yatanlara bakıp yırtılmış gömleği ile karısının yanında duran Güney’e ne olduğunu sorunca, çok sakin bi tavırla;

“ Yok bişey memur bey. Eşime laf attılar, ben de dövdüm.” dedi.

Polisler, şaşkınlıkla önce yerden doğrulmaya çalışan, yüzü gözü kan içindeki adamlara baktılar, sonra Y. Güney’e… Sonra biri sordu;

“Ne yani, hepsini sen mi dövdün bunların?”


Y. Güney sadece evet anlamında başını sallayınca ona inanamayan polis adamlara dönüp,

“Yanında başkası var mıydı bunun?”

Adamlarda çıt yok.

Polisin biri Y.Güney’e döndü,

“Şikayetçi misin bunlardan?”

“Hayır, değilim.”


Polis bu defa dayak yiyen dört kişiye döndü.

“Siz şikayetçi misiniz?”


Dördü birden,

“Şikayetçiyiz!” dediler.

Biz o tarihte Güney’i, henüz sinemalarda oynamadan önce Umut filmini ilk defa gösterdiği Kumkapı’daki Öğrenci Yurdundan tanıyorduk. Arkadaşım, yolu açan polislerin arasında Beyoğlu karakoluna gidecekleri sırada Güney’e yaklaşıp, yapabileceğimiz bişey var mı diye sorunca, Güney, bir mağazanın adını verip, sahibine bizi kendisinin gönderdiğini söylememizi ve ondan bi gömlek alıp karakola getirmemizi istedi.

On dakika sonra, tarif ettiği mağazadan aldığımız gömlekle koşarak karakola gittik. Kapıdaki polise, Y.Güney’e gömlek getirdiğimizi söyledik. İçeri girdiğimiz sırada kapısı aralık duran odadan baş komiserin sesini işittik.

“Ulan hem adamın yanında karısına laf atmışsınız, hem dört kişi bi adamdan dayak yemişsiniz, hem de hiç utanmadan şikayetçi mi oluyorsunuz? Defolun karşımdannn!”


Gömleği, kıs kıs gülen polise teslim edip dışarıya çıktık.

Az sonra sırtında yeni gömleği ile Y.Güney ve Fatoş Hanım karakoldan çıktılar. Bize teşekkür edip bi taksiye binerek gittiler.


Yıllar sonra bu olay, Güney’in bir filmine konu oldu. Yanlış hatırlamıyorsam o filmde başkomiser rolünü Hulusi Kentmen oynamıştı. O meşhur babacan tavrıyla, dayak yiyenlere kükreyerek fırça attığı sahne sinema salonunda gülüşmelere sebep olurdu.


Yılmaz Güney’i bu olaydan 4-5 yıl sonra, ameliyat olduğu Hayat hastanesinde ziyaretine gittiğimizde gördüm. O sıralar, ezilmiş saman saplarını siyah fon kartonu üstüne yapıştırarak resimler yapıyordum. Yağmurlu bir gece yarısı, Çemberlitaş sinemasının panosundan Y.Güney’in bir afişini çalmış, afişteki fotoğrafından kopya çekerek Güney’in bir tablosunu yapmıştım.

Arkadaşlar arasında para toplayıp tabloya altın yaldızlı bi çerçeve yaptırdık. Bi gazeteye sarıp hastaneye gittik. Kalabalık olmasın diye dışarıdakileri temsilen iki kişi odasına çıktık. Hoş beşten sonra ağlamaktan kızarmış gözleriyle Fatoş Hanım bize kahve yapmak için mutfağa giderken, elinde bond çantası, parmağında kocaman şövalye yüzüğü olan biri içeri girdi. Güney’in, daha sonra Mahir Çayan ve arkadaşlarını sakladığı Etilerdeki evini yapan müteahhitmiş. Adam çantayı açtığında içinin para desteleriyle dolu olduğunu gördük. Artık paralara nasıl bakmışsam, Güney, çantayı işaret ederek gülüp bana göz kırptı. Biz kahveleri içerken, verdiğim tabloyu alıp bi müddet seyrettikten sonra bana dönüp, o çok düzgün diksiyonu ile,

“Kirvem, bunu yeni evimin en güzel köşesine asacağım.” dedi. Bu onu son görüşüm oldu.

Sonrasını bilirsiniz. Yumurtalık’ta eşine laf atan bir hâkimi öldürmesini (ki, onun gerçek kişiliğini az çok bilen biri olarak hiç şaşırmamıştım), yargılanmasını, yattığı hapishaneden izinli olarak gittiği ilçeden Meis adasına geçmesini, sabah erkenden otelden çıktığında nereye gideceğini soran görevliye firar edeceğini söylemesi, Paris, Duvar filmi, ödül töreni…


Bu gün, ne zaman aklıma gelse çok kısa süreli karşılaşmamıza rağmen, kendisini çok iyi tanıdığım hissine kapıldığım Çirkin Kralın, sürgünde hayatını kaybetmesinin üstünden tam 28 yıl geçmiş.


Aklıma, yıllar sonra Yılmaz Güney’in hapishane arkadaşlarını bulup onlarla röportaj yapan ve Güneyin nasıl bir adam olduğunu soran gazeteciye, bir Ege köylüsünün söylediği söz geliyor.

“O mu? O adam değildi ki! O bi afattı gardaşım, afat!”

 

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..