Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '08

 
Kategori
Siyaset
 

O da "tanıyacak" mış...

O da "tanıyacak" mış...
 

Fotoğraf: www.mynet.com


Herkesin bildiği bir sözü, ben biraz değiştirerek söyleyeceğim. Nasıl mı?

“Amerika hapşırsa, Türkiye Kanser hastalığına yakalanır” diye değiştireceğim ve değiştirdim bile…

Neden söylediğimi de açıklamaya çalışayım.

Amerika’da önem derecesi ne olursa olsun, Türkiye’yi bir ölçüde etkilediği için, gözümüzün biri daima Amerika’da “Neler oluyor” diye bakmak için ayrılır. Tabi biz bu arada “Tek gözle” kalınca, içeride “Neler oluyor” sorusunu kaçırırız.

Amerika, yakın bir gelecekte “Başkan”ını seçecek… Eğer halen senatör Hillary Clinton “Başkan” olursa, Amerikan’ın bir de “İlk först[1] men”i olacak.

Seçim konusu olunca, her ülkede olduğu gibi, adaylar da ister istemez “Oy avcılığı” peşine düşüyorlar. Tabi “Oy” olmadan “Hadi gel, sen bizim başkanımızsın” deme gibi bir lüks olmadığından, her ülkede olduğu gibi Amerika’da da yaşanıyor “Oy avcılığı” çalışması.

Yine “Oy avcılığı”na esas olacak her ülkenin vazgeçilmez bir de söylemi vardır. Türkiye’deki sözleri bir hatırlayalım isterseniz.

“Benim memurum, çiftçim, işçim, küçük esnafım.”

Adam, “Oy deposunun” nerede olduğunu biliyor tabi. Hep onlara konuşuyor. “Benim memurum, çiftçim, işçim, küçük esnafım” dışında kalanlar oylarını nereye verirlerse versinler, sonuç değişmiyor, parsa toplanmış oluyor.

Bir süre sonra tek başına “Benim memurum, çiftçim, işçim, küçük esnafım” söylemi yetmez hale gelince, işin içine bazı “Namus” meseleleri de eklendi. Hatta kendilerine dar gelen mekânlara, imar yasalarına (!) aykırı da olsa “Arka bahçe”ler de eklenerek…

Ne var ki, oylar sandığın içine girdikten sonra, “Benim memurum, çiftçim, işçim, küçük esnafım” hep unutulur. İşbaşına gelenler görürler ki, meydanlarda söylenen sözlerin, uygulamaya gelince kıymeti harbiyesi yoktur. Bir dahaki seçime kadar “Benim memurum, çiftçim, işçim, küçük esnafım” unutulur ve “Oy” verenler “Yahu… Biz ne ettik” diye kendilerine sorarlar. Sormasına sorarlar da, öteki seçim zamanı yine “Benim memurum, çiftçim, işçim, küçük esnafım” diyenlere, meseleyi “Namus”a dayayanlara, arka bahçeden destek verirler.

Kendine “Demokrasi” süsü veren, ama demokrasiyi sadece “sandık” olarak gören her ülke için geçerli bir sonuçtur. Amerika’da da bu böyle…

Amerika’da seçime giren adayların hepsi, bu süreçte, vazgeçilmez söylemlerini söyler, “Ermeni meselesini tanıyacağım” der ve “Oy”ları kapmaya çalışır, aynen bu seçim öncesinde olduğu gibi.

Adaylar içinde “Şans” tanınan Clinton ve Obama'nın söylemleri de böyle… Hatta Hillary Clinton halen Kongrenin iki kanadı Temsilciler Meclisi ve Senatoda bekleyen Ermeni tasarılarının geçmesini desteklediğini de belirtiyor. Böylelikle kendi hanesine artı oyların geleceğini umuyor.

Gelir mi, orasını bilmek olası değil. Ama her seçimlerinde, her aday aynı laflarla aynı şeyi üstlenir. Sonra da gelir bakar ki, kazın ayağı öyle değil, başlar “Yapıyormuş” gibi görünmeye…

Biz bu arada ne yaparız diye aklınız bir şey geliyorsa, onu da aklımın erdiğince cevaplamaya çalışayım…

Hani “Tek gözümüzü” oraları çevirip de içeride de “Tek gözle” kaldık ya… İşte bir gözü orada bir gözü burada olunca da, görme yeteneğimizde “Şaşılık” meydana gelir. Hiçbir şeyi doğru dürüst göremeyiz. Hani “Eli işte, gözü oynaşta” örneği, her hangi bir başarının da sahibi olamayız. Hem “İçeride” ve hem “Dışarıda” kalakalırız, aynen çocuğun oyunlarda “Ben kimdenim” diye sorduğu gibi…

Mahallede çocuklar “Ekip oyunu” oynarlarken, içlerinden iki “Lider” görüntüsü verenler çıkar ortaya. Önce “Ayak atar”lar. Sonra seçmeye başlarlar “Sen benden yan” diye… O arada, süklüm püklüm duran, sıranın kendisine gelmesini bekleyen, bakar ki arkadaşları bir-iki gidiyor başlar ses çıkarmaya “Ben kimdenim” diye…

Biz kimseye “Benden yana mısın, değil misin” diye soramıyoruz ne yazık ki. Hep “Biz nereden yanayız” diye bakıyoruz, sonunda birileri “Sayı doldurmak” için bizi yanlarına alıyorlar.

Bana öyle geliyor en azından, size nasıl geliyor, onu bilmem…

25 OCAK 2008



[1] İngilizceden yoksun olunca, seslendirildiği gibi yazmak zorunda (!) kaldım…

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..