Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

O Ev!

O Ev!
 

Ben o evi çok sevdim. Nasıl tarif edilir bilemiyorum ama, içimden o eve karşı öyle güzel duygular oluştu ki, gözümü alamadım o evden. Öylece bakakaldım ardı sıra. Öylece gözümü diktim, baktım o eve.

Acaba ne zaman yapılmıştı o ev? Ne zaman içerisinde oturulmaya başlanmıştı? Yakın zaman olmasa gerek. Hayli zaman öncelerin evi! “Hayli zaman öncelerin dediysem”, çok çok zaman öncelerin evi olsa gerek. Gözümü çevirip bakıyorum ve gözlerimi o evin ihtişamından alamıyorum. Bir kez daha dönüp bakma ihtiyacı hissediyorum.

O dar sokak arasında, bitişik nizam yapıların tam orta yerlerinde bir yerlere inşa edilmiş o ev. “Dar sokak”, araba girmez, bisiklet zar zor girer, motor sesi yankı yapar o sokakta! İşte öyle bir yerde o ihtişamlı, gözümü alamadığım ev.

Kimler yaşıyor acaba o evde? Ne zamandan beri yaşıyorlar? Merak işte benimkisi… Harbiden merak ediyorum. Harbiden ilgimi çekiyor o ev ve o evin sakinleri.

Tam orta yerinde eski bir kapı… Hemen kapıdan girince bir küçük bahçe… Ve araya sıkışmış, sıska tarifli bir merdiven… Kapı aralığından göz ucuyla bakıyorum içeriye. Fark ediyorum ki, hemen yan tarafta, girişin sağında minik bir mutfak… Mutfağın önünde oynaşan iki küçük çocuk… Henüz daha beş yaşlarında… Burunları akıyor çocukların. Ayakları ise yalın… Saçlar keçe misali…

Önündeki dar kaldırımdan ağır ağır yürüyerek geçiyorum. Ve gözüm halen o evin krem renkli taş duvarlarında.

Salonu nasıldır acaba evin? Dar mıdır? Geniş midir? Büyükçe bir oturma grubu mu vardır içerisinde? Yoksa… Yoksa sadece birkaç eski kanepe mi? Ya banyosu! Banyosu ne taraftadır? Pek anlamıyorum banyo tarafını. Hafifçe başımı kaldırıyorum ve göz ucuyla bakınıyorum. Ama çözemiyorum banyonun ne tarafta olduğunu.

Duvarın hemen dibinde, evin bahçe kısmında bir andız ağacı. Heybetli bir şekilde evin çatısına kadar uzanmış. Nede hoşuma gider andız ağacı. Andızlar sıra sıra olursa tabi daha çok hoşuma gider.

Camları ne güzeldi öyle o evin. O bildik camlardan değil, hafif bir çıkıntı şeklinde yapılmış, ahşap panjurla kapatılmış camlar. Cumbalı…

Fotoğrafını çeksem mi acaba? Yok… Çekmeyeyim…

Neden vazgeçtiği mi bilemiyorum. Ama bir an için vazgeçiyorum fotoğrafını çekmekten evin. Belki bir üşengeçlik halidir. Bilemiyorum işte. Çekmedim fotoğrafını o evin. Pişman olur muyum? Olursam olayım.

Dalgın dalgın yürümeye devam ediyorum. Ve bir süre sonra, tekrar gerisin geri aynı yerden dönüyorum geldiğim tarafa.

Evin önündeyim yine.

Evin karşı çaprazında, dar bir aralık noktada bir sakallı adam… Dikkatimi çekiyor sakallı adam. Yavaş yavaş yanaşıyorum adama. Küçük kartonlara resimler yapıyor. Bir ev resmi üzerinde çalışıyor. Acaba o evin resmini mi yapıyor adam? Yaklaşıyorum. Başka bir ev resmi yapıyor. Selam veriyorum adama. Hafifçe başını eğerek selamıma karşılık veriyor adam.

Duvarın dibinde, küçük kartonlara yaptığı resimleri çerçeveletmiş, satıyor. “Ekmek parası, neylersin” diye geçiriyorum içimden.

Resimlere doğru eğilip, tek tek bakıyorum resimlere. Araya sıkışmış olan kara kalem çalışmalarına bakıyorum. Ne güzel bir yetenek resim yapmak… Bir an için kendimden rahatsız oluyorum. O denli yeteneksizim ki resim yapma hususunda.

Tekrar gözüm eve takılıyor.

Kapısı yarı açık… Esen hafif rüzgârda gıcırdıyan bir ses veriyor etrafa. Yaylı kapı. Hafiften duvara vuruyor ve tekrar bir daha. Ben yeniden resimlere eğiliyorum. Sokak resimleri ve o sokağı sokak yapan evleri nede güzel çizmiş sakallı adam. Ve bir küçük kız resmi dikkatimi çekiyor. Lüle lüle saçları olan bir kız çocuğu. Elime alıyorum ve alıcı bir gözle bakıyorum o resme. Ve sonra yeniden gözüm o eve takılıyor. Bir yaşlı kadın çıkıyor evden. Başı bağlı, ayakları yampiri… Uzunca bir siyah entari, başında koyu renk bir başörtüsü… Seksen yaşlarında. Belki de yetmiş… Az ilerideki bakkala doğru yürüyor. Yorgun ve bitkin bir hali var. Yaşlılık olsa gerek.

“Nasıl buldun resimleri mi?” diye soruyor sakallı adam. “Güzel” diyorum. Çizmeye devam ediyor adam. İzliyorum… Pastel boya kullanıyor. Önündeki kutudan kırık dökük boyalara eğiliyor, içinden seçtiği herhangi bir rengi hızla alıyor ve tam karşısında duran resme o pastel boya ile vurmaya başlıyor. Bir süre öylece bakıyorum adamın çalışmasına. Ve sonra yeniden eve dönüyorum. Gözümü evden alamıyorum.

O yaşlı kadın bakkaldan çıkmış, evine doğru geliyor. Ağır ağır… Bitkin bir halde… Çocuklar kapıya dayanmış, gelen o yaşlı kadına bakıyorlar. Ve ben öylece devam ediyorum yoluma.

 

  

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..