- Kategori
- Gündelik Yaşam
Usul Usul Yağan Yağmur

Kimi zaman o denli güzel oluyor ki yağmurun yağışını seyre dalmak.
Usul usul, ince ince yağıyorsa o yağmur ve gökyüzü gri bulutlara bezenmişse ve caddeler, sokaklar sessizliğin kucağındaysa…
Geceyi camekânlı balkonumda geçirdim yine. Yine o güzelim Antalya yağmuru hakimdi her yana. Etrafa saçılan ışık kümesinin aydınlattığı noktalarda, o incecik yağan Antalya yağmuru ruhumu nede güzel dinlendiriyordu. Nede güzeldi gecenin o yarısı yağan Antalya yağmuru ve demli tarafından yudumlanan ince belli bardaktaki çay…
Bahçenin kenarlarına dizili meyve ağaçları, zeytin, portakal, greyfurt, limon, nar... O usul usul, o ince ince yağan yağmurun altında naif halleriyle etrafa gülücük atar bir haldeydiler. Dallarında serçeler oradan oraya kanat çırpıyorlardı. Ve ben gecenin o yarısında, camekânlı balkonumun kıyısında ince ince yağan o Antalya yağmuruna vurmuştum kendimi.
Cadde kenarındaki geniş kaldırımın üzerinde yürüyen o adam… Acaba nereye gidiyordu? Hızlı adımlarla, o yağan yağmurdan kaçarcasına, gecenin o yarısı bir yerlere gidiyordu ama belli ki gittiği yer evi değildi. Ve hemen o adamın yanında bir yaşlı ihtiyar, tam tersi istikamete doğru yavaş yavaş ve usulca yürüyordu. Yağmura inat, yağmurun tadını çıkarırcasına… Belli ki evine gidiyordu gecenin o yarısında. Hafif bir çakır keyiflik hali vardı ihtiyarın. Su birikintilerine basmamak için yalpalıyordu. Elleri o eski, kırışık ve ıslak ceketinin cebindeydi… Üşüyordu o yağmurun altında yürürken ama inatla, ağır ağır, yavaş yavaş ve yalpalayarak yol alıyordu. Bekleyeni yoktu herhalde. Belki de vardı bir bekleyeni. Çocukları, karısı veya başka birileri… Ya o köpek! Kahverengi tüyleri yağan yağmurdan fazlasıyla nasiplenmiş. Tir tir titreyerek hemen kaldırım kenarındaki çöp bidonlarına yanaştı ya… O çöp bidonlarının etrafında, bir o yana, bir buyana döndü döndü, durdu. Ve sonra hızla caddenin öbür tarafındaki parka geçti. Karnının aç olduğu belliydi. Karnını doyurmak için oradan oraya atıyordu kendisini o sokak köpeği. Parkın taaa öbür ucuna doğru koşarak gitti ve ağaçların arasında gözden kayboldu.
Tam karşımdaki park… Usul usul, ince ince yağan o Antalya yağmurunun altında nede güzel görünüyordu gözüme. Henüz daha yeni budanmıştı parkın ağaçları. Yeşil adına yerlerdeki çim vardı her yanında. Ağaçlar ise… Yazın ağaçların yeşilinden, bitkilerin çiçeğinden park daha canlı görünüyordu gözüme. Henüz daha birkaç hafta önce ağaçlar, bitkiler budandı. Ve park her sabah gözüme daha bir çıplak görünür hale geldi. Ama sadece o mine çiçeği budanmamıştı. Sarı, kırmızı, turuncu çiçekleri halen duruyordu üzerinde. Hemen o mehmetçik heykelinin yanındaydı mine çiçeği ve canlı haliyle bütün dikkatleri üzerinde topluyordu. Dört bir yana yayılmış haliyle parkın tamda girişinde, parka ayrı hava, ayrı bir güzellik katıyordu. Ve şimdi o usul usul, ince ince yağan Antalya yağmurunun altında keyfine diyecek yoktu.
Ya o yağmur daha da şiddetlenirse! Sanırım o keyifli hali yerini hüzünlere bırakırdı. Dalında tek bir tane dahi çiçeği kalmaz, o heybetli ve bir o kadar şirin hali yok olup giderdi.
Ve gecenin tadı… Kendimi sarmıştım ya etrafa… Her yana göz atıyor, bir oyana yüzümü hafifçe çeviriyor, bir bu yana yüzümü hafifçe çeviriyordum. İşte tam o anda, caddeden hızla geçen bir ağır kamyon! Bir tır. Üzerinde bilmem kaç tonluk mermerle etrafı sallayarak ışıklarda frene bastı ve kırmızı ışıkta durdu. Gecenin o doğal sessizliği içerisindeki naifliğe tuz biber oldu o ağır kamyonun çıkardığı ses… Ve yeşil ışık… Kamyon ağır ağır yoluna devam etti.
Ve gecenin o yarısı bir demli çay daha canım çekti. Belki bir kadeh rakı ve yanında beyaz peynir… Hafif hafif yudumlayarak gecenin rengine renk katmak hiç fena olmazdı hani… Ama o demli çayında tadı bir başka!
Ve yavaşça yerimden doğrulup, mutfağa geçtim. Saat gece yarısını geçeli çok olmuştu. Ve bir demli çay daha… Ve sonra, gerisin geri yeniden camın kenarına geçip, ayaklarımı tabureye uzatıp, yağmurun usul usul yağışını izlemeye vurdum kendimi. Kaldırımdan geçen tek tük insanlar… Ara ara sokak aralarından çıkan köpekler… Tek tük geçen araçlar…