Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Temmuz '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Odun sobası

Evin içindeki tahta basamakları çıkıp, üst tarafı buzlu camla kaplı kapıya yaklaşırken is kokusu geldi burnuma. “Sobanın başında olmalı” diye düşündüm. Kapının önünde duralayıp nefes alışımın normale dönmesini bekledim kısa bir süre. Yanan odunların sesi geliyordu. Son bir saattir yürüyordum. Sokağın taze ve soğuk havasından yanaklarım kızarmış olmalıydı. Kapıyı çalmadan önce başımdaki bereyi çıkardım. Heyecanlıydım. Uzun süredir tanışmak istiyordum onunla. Nasıl biriyle karşılacağımdan çok beni nasıl karşılayacağından endişe duyuyordum. Birazdan karşılaşacaktık. Geri dönüş yoktu... Cesaretimi toplamak için güçlü bir nefes verdim dışarıya. Elim kapının üzerindeydi.

- “Gel hadi” dedi, “kapı açık.”

Sesi heyecanımı ve korkumu yenecek kadar yumuşaktı.

Yavaşça açtım kapıyı. Eşikte duruyordum. Neden geldiğimi biliyordu ama yine de açıklama yapmam gerektiğine inanıyordum. Konuşamadım. Öylece duruyordum. Kelimeler firar etmiş, beni sessizliğimle baş başa bırakmıştı.

- “Soğuk giriyor, durma orda, içeri gel” dedi.

Eşiği geçip, kapıyı kapadım. Ortada soba bulunan küçük bir odadaydım. Pencereye bitişik, çekmecesi bol ahşap bir yazı masasının üstünde dağınık duran kitap ve kağıtların arasından pervaza yerleştirilmiş menekşe saksıları çarptı gözüme. Masa üstündeki dağınık görüntünün sadece dışarıdan bakan biri için olduğu hissine kapıldım.

Oturduğu tahta iskemleyi sobaya doğru çevirmiş, çetiklerinin içinde kıpırdattığı parmaklarının hareketini izliyordu. Bakışlarını ayaklarından ayırıp bana çevirdi. Gülümsüyordu. Vücudumdaki gerginliğin farkına vardığını belli edercesine gülümsüyordu. Gözleri, içimi görür gibi bakıyordu.

- “Rahat buldun mu burayı?”

- “Evet” dedim.


Gözlerini ayırmadan beni izlemeye devam ediyordu.

- “Daha erken bekliyordum seni.”

Yolun uzunluğunu, başımdan geçenleri, endişelerimi anlatmak istedim ama nereden başlayacağımı bilmiyordum. Kararsız sessizliğimin yardımına koşarcasına devam etti:

- “Bardağın, sobanın yanındaki tepside duruyor. Çayı yeni demledim. Dikkat et soba elini yakmasın.”

Sesim bir türlü güçlenemiyordu:


- “Teşekkür ederim, bir bardak çay gerçekten çok iyi gelecek.”

Sobanın üzerindeki demliğe uzanırken beni izlediğini hissediyordum. Yorgundum.

- “Sedire geç. Kolunun altına destek olsun diye minder koydum. Yorulmuşsundur. Ayaklarını uzat, dinlen biraz” dedi.

Otoriter bir sesi yoktu ama söylediklerine karşı gelemiyordum. İtiraz edemediğim sesi değil, söyledikleriydi. Konuşmadan oturuyorduk. Sobadaki odunların çıtırtısı duyduğum tek sesti. Nefes alışverişim bulunduğum ortamın yaşam ritmine ayak uydurmuştu. Her soluk alışta odanın kişiliğini içime çekiyordum sanki. Eşikte beklerken baktığım odadan farklıydı artık.


- “Masaya bak” dedi.

Neden bakmam gerektiğini bilmiyordum ama baktım. Masanın sol tarafında açık duran kitap çekti ilgimi önce. En güzel yerinde okunmaya ara verilmiş gibi duruyordu. Elimi uzatmak istedim. Kağıtlar dağınık gelmiyordu gözüme artık. Sağ taraftaki minik yığının en üstünde duran kitaba kaydı gözlerim. “Ben de” dedim içimden, “ben de kaldığım yere kalemimi koyarım.”

- “Uzun zamandır bekliyorlar. Onlar da özlemiştir” dedi.

Bakışları masanın üzerindeydi. Konuşmak için gücümü toplamaya çalıştım, hiç durmadan anlatmak istiyordum. Neyi anlatacağımı bilmiyordum ama yine de içimde yumak olmuş duygular, kelimeler birer birer dökülsün istiyordum.

- “Boşver, sıkma kendini. Konuşacak çok zamanımız olacak” dedi.

Ağzımı açmamıştım. İçimi okuyordu sanki.

- “Neden burda olduğunu anlamaya çalışıyorsun di mi?” diye sordu.

- “Evet” diye mırıldandım. Utanmıştım.

- “Haklısın tabii, üstünden çok zaman geçti. Neredeyse yirmi yıl oldu” dedi.

Şaşırmıştım. Devam etmesini isteyerek baktım yüzüne.

- “Ağaç altında oturuyordunuz. Yakın bir arkadaşın vardı yanında. Sana öğrendiği bir testi yapacağını söylemişti.”

Hatırlamıyordum ama konuşmasını kesmesin diye yüzümdeki şaşkınlığı gizlemeye çalıştım.

- “Şaşırmakta haklısın. Dedim ya çok uzun zaman oldu” dedi, gülümseyerek.

İçimden geçenleri saklamaya çalışmak anlamsızdı. Farkediyordu işte.

- “Beni ilk o zaman görmüştün.”

- “Ne dediğinizi gerçekten anlamıyorum” dedim.

- “Orman içinde hayal ettiğin bir ev ve o evin kapısını açan bir adam vardı. Hani, arkadaşının aslında kapıyı açanın sen olduğunu söylediği adam... Ben senin cevabınım” dedi, arkasına yaslanarak.

Gözlerim karşımdaki adamın içini görüyordu. Tıpkı onun beni gördüğü gibi. Bendim o.

“Hatırlıyorum” dedim, “ancak şimdi gelebildim.”

 
Toplam blog
: 33
: 2040
Kayıt tarihi
: 07.07.06
 
 

Evli. Baba. Ailesine düşkün. Mühendis. Fenerbahçeli. Suya yazar.   ..