- Kategori
- Deneme
öğle yemeğinden sonra on saniye
ÖĞLE YEMEĞİNDEN SONRA ON SANİYE
Yazan:Uçar Demirkan
C-ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Koklama duyusu
Ahmet bunları düşünürken burnuna güzel bir kadın parfümü kokusu geldi. Arkasına baktı ve geçip giden genç bir kadını gördü. Koku nedir, nasıl koku alırız diye düşündü.
Varlıkların havaya geçen kokulu moleküllerinin kokusu alınır. Koku alma, solunum yolu ve burun oyuklarının üst kesiminde bulunan mukos mambranındaki(organelindeki)koku alma sinirleri yoluyla olur.
Mukozadaki kimyasal işlemden sonra koku , elektriksel iletişimle merkezi sinir sistemindeki( beyindeki) koku merkezine gelir ve algılanır.
Koklamanın iki işlevi vardır. Temel görevde, tehlike sinyali alma, yiyecek ve içeceklerin kullanılabilirliğini anlamadır. Psikolojik görevde, güzel kokular yaşamın tinsel ve düşünsel önemini anlatır.
Bir koku sürekli alınırsa, bir süre sonra koku duyulmaz olur. Bu duruma adaptasyon(uyum) denilmektedir.
Kokular, resim ya da sesten daha kolay anımsanmaktadır.
Koku almada, bireysel farklılıklar ortaya çıkmaktadır.
Beden kokusu, hem genetik hem de yaşam tarzı ile değişikliğe uğrar. Bazı hastalarda, değişik kokular oluşur ve çevredekileri rahatsız eder.
Gıdaların, beden kokusunda rolü bulunmaktadır. Çok et tüketenlerde etsi, çok balık yiyenlerde balıksı koku oluşur.
Besinlerden soğan ve sarımsak da, bedende ve nefeste kokulara neden olur.
Erişkin bir kişi, yaklaşık birkaç bin kokuyu ayırt edebilir. Kadınların ve çocukların koku alma duyusu daha gelişmiştir. Oysa, ilk çağlarda avcı olan erkek olduğuna göre tersi olmalıydı. Erkeklerin koku duyusu daha gelişkin olmalıydı. Belki de öyleydi de, çağdaş yaşamda erkekler avcılığı bıraktıklarından, bu gerileme ortaya çıkmıştır.
Bebeklerin koku alması 12 aylık olduktan sonra başlar; 6 yaşlarında tamamlanır. Ancak, yeni doğmuş bebekler, annelerinin ve sütlerinin kokusunu diğerlerinden ayırt edebilmektedirler. Anneler bebeklerinin, bebekler de annelerinin kokusunu diğerlerinden ayırt edebilmektedirler. Bu nedenle, bebeğin ana rahminde 11-15 inci haftalardan sonra koku almağa başladığı düşünülmektedir.
İyi ve kötü kokular; ağır ve hafif kokular vardır. Ayrıca; yedi temel kokunun olduğu varsayılmaktadır. Bunlar; çiçek-nanemsi-eterik-çürüksü-kafur-ter-mis kokuları olmaktadır.
Burun da dil gibi suda(mukus-sümük)çözünen kokulu molekülleri algılar. Koklama da, suda çözünebilen maddelerde olur. Bu nedenle, tat alma duyusu ile iç içedir.
Burun koku alma organıdır. Ucu kıkırdaktan, arkası kemiktendir. Burun boşluğu, sapan kemiği ile ikiye ayrılır. Boşluklarda, ortaya doğru inen üçer tane kemik çıkıntılar vardır. Aralarında hava dolaşan bu kemiklere, boynuzcuk kemikleri denir. Bu kemiklerin arasındaki boşluklara sinüs boşluğu denir.
Burun boşluğu, mukus(sümük)salgılayan epitel(deri) hücreleriyle döşenmiştir. Burundaki kıllar ve mukus, kirli havayı temizler, mukus ayrıca havayı nemlendirir, burun kıvrımları ise ısıtır.
Burundaki koku reseptörleri(alıcıları)çok çabuk adapte olurlar. İlk saniyede kokunun yüzde ellisi alınır. Sonraki birkaç dakika içinde, kokuya adapte olunur.
Kişilerin CO gibi zehirli gazları algılama yeteneği yoktur. O nedenle, karbon monoksidin(CO) kokusuz olduğu ileri sürülür. Oysa; eğer kişioğulları uzaya gitmeyi düşlüyorsa, her türden zehirli gazı soluma alışkanlığı edinmelidir. Bunun için de CO gazı ve benzerlerinin (mutlaka bir kokuları vardır)kokusunu alma eğitimleri yaptırılmalıdır.
Kişilerde, koklama epiteli yaklaşık 5 cm karedir. Köpeklerde bazı kez 100 cm kareye ulaşmaktadır. O nedenle, köpekler bizlerden daha iyi koku alabilmektedir.
Islak bir zar gibi burun içinde yaklaşık 140-160 mm karelik bir alanı kapsayan mukus epitelinin asıl işlevi koku almaktır. Bunun yanında, solunan havadaki toz parçacıkları, burun mukozasının yapışkan salgısıyla tutulur. Mukoza hücrelerinin üzerindeki “sil”(kirpik) adlı ince uzantılar ile dışarıya taşınır. Burun mukozası, yabancı tozlarla(karabiber gibi)tahriş olduğunda hapşırma ya da aksırma ortaya çıkar.
Ergin bir kişioğlunun koklama epitelinde 20-30 milyon koku alıcı hücre bulunur. Bu hücrelerin yaşam süresi bir ay kadardır. Her bir hücrede, 6-8 sil vardır. Beyinden gelen her bir sinir hücresine, bin kadar koku alıcı bağlanır. Koku alıcılar, değişik 10.000 dolayında kokuyu ayırabilir. Bazı görüşlere göre, koku alma hücreleri de, tat alma hücreleri gibi, her bir tür koku için uzmanlaşmıştır.
Her duyu organı, almış olduğu uyarıları beyne yollar. Orada değerlendirilip yorumlandıktan sonra ilgili organa beyinden emir gelir. Organ, tepkisini gösterir. İyi kokuyu içimize çeker, kötü kokuda burnumuzu kapatır ya da yönümüzü kokunun geldiği yönden başka yöne çeviririz.
Kişilerin yüzde 41 i idrar kokusunu, yüzde 36 sı bira kokusunu, yüzde 7 si balık kokusunu alamazlar. Bu olgu, bu güne dek açıklanamamıştır. Yalnızca, çinko eksikliğinin koku alma duyusunu zayıflattığı bilinmektedir.
Hayvanlardaki koklama lobu(uç beyindedir)memelilere doğru ,oransal olarak küçülmektedir. Diğer yandan kafatasındaki thalamus; koklama hariç tüm duyuların toplandığı yerdir. Beyindeki koku alma ve tat alma merkezleri aynıdır.
Her kişioğlunun DNA sı gibi, kendisine has koku kimliği bulunmaktadır.
Koku ölçen ve kokuları ayırt eden bir aygıt bugüne dek geliştirilememiştir.
Koku alma mesajları,b eynin korteks bölgesindeki koku alma merkezine gönderilir. Koku alma merkezi, doğrudan hipotalamus ile bağlantılıdır. Ancak, beynin ürettiği koku sinyallerinin oluşumu ve yapısı çözümlenememiştir.
Gül ile zambak kokusu nasıl ayırt edilir?
Bunlar, beyinde değişik noktalara mı gider, yoksa bir ortak noktada mı işlenir?
Koku algılama noktalarının hem beyinde hem de alıcı hücrelerde ayrı olduğu düşünülmektedir. O zaman, beyinde binlerce değişik kokuyu algılayacak binlerce ayrı nokta bulunduğunu düşünmek gerekmektedir.Bu da beynin yapısının ve nöronların dağılımının ve işlevlerinin ne denli karmaşık olduğunun bir başka kanıtı olmaktadır.
Diğer yandan, binlerce ayrı kokuyu algılayan resaptörleri(alıcıları)kodlayan genler olduğu anlaşılmıştır. Bunlardan, yüz değişik gen tanımlanmıştır.
Koku almayla ilgili hastalıklar şunlardır:
En önemlisi sinüzit hastalığıdır. Sinüslerin iltihaplanması sonucu, gidip gelen dayanılmaz baş (alında)ağrıları ortaya çıkar.
Burada,bir anımı anlatmak isterim. Gençliğimizde, dalarak zıpkınla balık avlardık. Böyle bir günde, arkadaşım dalıyor ben de kıyıda dinleniyordum. Arkadaşım bir balık saptamış olmalıydı ki, dalıp çıkıyordu. Birden, denizin üzeri kıpkırmızı oldu. Arkadaşım da suda çırpınıyordu.
Hemen denize girip yardımına gittim. Burnundan çeşme gibi kan akıyordu. Onu kıyıya getirip yan yatırdım. Bir süre sonra, kanaması durdu. Meğerse, balığın peşinden yedi metreye maskesiz ve tüpsüz daldığından, basınç nedeniyle burnu kanamıştı. Olayın iyi yanı sonradan ortaya çıktı. Sinüzit hastası olan arkadaşımın sinüzit hastalığı sona erdi. Doktor bir arkadaşımızın açıklamalarına göre, denizin basıncıyla sinüslerdeki iltihap boşalmış ve hastalık geçmişti. Tam “Her mazarrattan(kötülükten)bir iyilik doğar”olmuştu.
Adaptasyon(uzun süre aynı kokuyu alma durumu)da koklama duyarlığının yüzde 65-75 kadarı yitirilmektedir.
Bazı kişilerde, doğuştan koku körlüğü(anosmi) hastalığı vardır.
Koklama bozuklukları:
Burun hastalıkları, Burun damlalarının ve spreylerinin uzun süreli kullanımlarında ortaya çıkan koklama bozuklukları, Başa alınan darbeler(koku alma merkezini etkileyen),Sara hastalığı, Burun iltihapları ve sinüzit, Şizofreni,Tik olarak elini, ayağını koklama, Değişik varlıkları koklama tiki, Uçucu madde koklama hastalığı olmaktadır.