Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ocak '10

 
Kategori
Eğitim
 

Öğrencisinin Anlatımıyla Şakir Akseki

Öğrencisinin Anlatımıyla Şakir Akseki
 

İnsanlar ölünce elbette ki bir süre daha anılarla ve fotoğraflarla ama daha uzun sürede ise, bıraktığı eserlerle dünyanın yaşanan tarafına tutunmaya çalışır. Bu yüzden Şakir’i önce yarım asır geride kalmış anılarda aradım, sonra da albümlere baktım. Bulduğum bu dört düğme takım elbiseli fotoğrafını sizlerle paylaşmak istedim.

Fakat Şakir’in kimlik ve kişiliğini anlatması bakımından, bu fotoğrafı kadar, fotoğrafın arkasına yazılanlar da çok ilginçti. Fotoğrafın arkasında, Şakir’in o yıllarda kullanmış olduğu çok uzun ve karmaşık bir gemi resmi çizen imzası vardı. İmzanın üstünde tamamı büyük harflerle yazılanlar da aynen şöyle:


“İĞRETİ BİR GÜLÜŞ TAKIP DUDAKLARIMA

KOŞARAK TÜKETİP BİR YANGIN SONRASINI

GEÇERKEN KÜLDEN BİR ADAM KALIBINDA

TANIMLANMAZ BİR AYRILIK ÖNCESİ GİBİ

YAŞARIM YİNE İŞTE

YAŞARIM BİR İÇ ÇEKİŞ BİGİ

BİR VİRGÜL GİBİ ÖNCE İLE SONRA ARASINDA.

RAHMİ AKSEKİ

-İNSAN GİBİ DEĞİL İŞTE

DEĞİL

İNSANIN DIŞINDA!


İŞTE BÖYLE NAZMİ

HERŞEYE RAĞMEN HALA YAŞIYORUZ…

EN İYİ, OLABİLECEĞİ KADAR

İYİ DİLEKLERLE.

ŞAKİR AKSEKİ”


Ben Şakiri 1964 yılından sonra bir daha hiç görmedim. Onu daha yakından tanıyabilmek için, daha yakın zamanlardaki anı ve gözlemlere sahip olan bir öğrencisine kulak verelim isterseniz. Nasıl ki bir öğrenciyi en iyi öğretmeni değerlendirebilir ise, bir öğretmeni de en iyi öğrencileri değerlendirebilir diye düşünüyorum. Bu yüzden benim yarım asır uzaktan çektiğim Şakir Akseki fotoğrafı da, taşıdığı tüm nostaljik lezzete rağmen, öğrencisi Meltem Nizamoğlu Öztürk’ün değerlendirmeleri kadar, canlı ve objektif değil.

Onun için Şakir Akseki’yi internet ortamında bulmama da neden olan, Meltem Nizamoğlu Öztürk’ün “Bir Öğretmen Gelir Köy Enstitüsünden” başlıklı yazısını aşağıya aynen alıyorum.


“İnsan hayatında en büyük şanslardan biri, karşısına iyi bir öğretmenin çıkmasıdır. Eğer bu öğretmen.evlerin açık pencerelerinden Ferdi Tayfur sesinin yükseldiği küçük bir kasabada karşınıza çıkmışsa yaşamınızda çok şey değişebilir.

Yıl 1981; arabesk müptelası bir sınıf dolusu ortaokul öğrencisi okullarına yeni atanan öğretmenlerinin yanında getirdiği 70 model teypten Beethowen"m 9. senfosini dinliyor. Sınıfta kopan kahkahalara rağmen kendini müziğin ritmine kaptıran öğretmen, sakin görüntüsüyle, bir doktoru andırıyor. Çocuk ruhunu taciz eden şarkıların kulaklarda bıraktığı pası temizleyen bir KBB uzmanını. Çocuklar, çıkardıkları gürültüye aldırış etmeyen yeni öğretmenlerini, dinlettiği bu garip müzikten daha şaşırtıcı buluyor.

Ertesi gün çıplak kadın heykeliyle karşılarına çıkıyor. Ders resim. Çocuklara heykelle ilgili düşüncelerini soruyor. Verilen yanıtları yorumsuzca dinledikten sonra sorduğu sorular konuyu başka mecralara sürüklüyor. Çocuklar ilk kez tabuları sorguluyor. Suskunluğun, kurallara sorgusuzca itaat etmenin erdem olarak gösterildiği ortamlardan çıkıp gelen çocuklar tanıdıkları hiçbir yetişkine benzemeyen bu öğretmen karşısında daha bir şaşkına dönüyor. Bir öğretmen geliyor, bir kasaba okuluna öğrencilerine hayata çemberin dışından bakma, kendi değerlerini yaratma cesareti aşılıyor.

Öbür yandan yeteneklerini keşfetsin diye sayısız ortam hazırlıyor çocuklar için. Ağaç dallarından dokuma tezgahı yapmayı ve dokumayı, taşı, sabunu, ağaç dallarını yontmayı öğretiyor. Çocuklar ellerinin değdiği her şeye kendilerine özgü şekiller veriyor. Kasabanın ağaçlarından sanki meyve değil, kalemlik, pipo, düdük sarkmaya başlıyor. Dünya çocukların gözünde başka bir anlam kazanırken bu yaratma süreci onlara kendilerine güvenmeyi öğretiyor.

Ardından solfej ve saz dersi veriyor. Akşam oldu, hafta sonu geldi demeden zamanını, enerjisini öğrencileri için harcıyor. Koro kuruyor, halk oyunları, saz ekibi oluşturuyor okulda. Müzik, çocukların ruhuna iyice işliyor. Tiyatro grubu kurup, yönetiyor. Hazırladığı okul gecelerinde köy halkı ömrü hayatında ilk kez, düğün dışında bir eğlence görüyor. Okul, satılan biletlerle ihtiyaçlarını karşılarken öğrenciler disiplini, örgütlenmeyi, grup ruhunu öğreniyor.

Bir gün tek başına bahçedeki otları yolup, toprağı belliyor. Öyle velilerden para toplamak, yardım istemek yok. Evden getirdiği plastik boyalarla, iplerle, ağaç dallarıyla uzun atlama pisti, kum havuzu, voleybol sahası yapıyor okulun bahçesine. Çocuklar onu izledikçe çabalamaya, kendi kendine yetmeye tanık oluyor; sınırların nasıl aşılabileceğini öğreniyor.

Resimden müziğe, tiyatrodan halk oyunlarına, spora kadar öğrencilerini mozaik gibi işlerken bir sanatçı ustalığı sergiliyor. Bu herkesin hoşuna gitmiyor tabii ki. Yazdığı, yönettiği oyunlar 12 Eylül"lün geliştirdiği paranoya ortamında başına sorunlar da açıyor. Sık sık soluğu mahkemelerde alıyor. Paranoya öyle büyüyor ki, genel kültürü oldukça yüksek bir savcının iddianamesiyle, "Zengin Mutfağını" yazmaktan hakkında dava açılıyor.

Mutluluğun sosyal onay almaktan ötede olduğunu vermeye çalışıyor öğrencilerine. Çocukların içindeki sanatçı ruhunu, yeteneğini modern yaşamın nasıl körelteceğini o zamanlardan öngörüyor.

Aynı zamanda, bir ressam ve heykeltıraş olan ve açtığı onlarca sergiye karşın kısa hayatı nedeniyle sanat tarihinde kaydı olmayan bir sanatçı Şakır Akseki. Günde sekiz saatini tuval karşısında geçirirken soluduğu tiner, böbrek kanserine yakalanmasına yol açıyor. Ölümle pençeleşirken dahi resmi bırakmıyor. Bir vasiyeti oluyor ölmeden önce o da; mezar taşına "tek bir yıldız" konması.

İyi öğretmenliğin, öğrencilerinin sınav başarılarıyla ölçüldüğü bir dönemde, Şakır Akseki gibi bir öğretmenden söz etmek bile sarf edilecek binlerce sözcükten daha anlamlı. Şa-kir Akseki, köy enstitülerinin onun gibi binlerce öğretmene kazandırdığı devrimci ruhu, sanatla harmanlamış bir öğretmen. Bu yüzden yaptığı öğretmenlik klasik bir yapıt gibi değerini yıllar sonra bile koruyor; 25 yıl aradan sonra öğrencilerini yeniden bir araya getirebiliyor. Öğrencileri onun adına kurdukları grupla bir öğretmenin insan yaşamında ne kadar önemli olabileceğini göstermek ve genç öğretmenlere, öğretmen adaylarına iyi bir rol model sunmak için çalışıyor. Şakir Akseki, öğrencilerinin yaşamında oluşturduğu derin izlerle şimdi genç öğretmenlere ilham kaynağı olacak; ölümünden sonra bile öğretmenliğe devam edecek.”

3 Aralık 2007 MELTEM NİZAMOĞLU ÖZTÜRK Bir Şakir Akseki öğrencisi

Öğrencisi Meltem Nizamoğlu Öztürk’ün bu güzel yazısı beni hiç şaşırtmadı desem yeridir. Çünkü arkadaşımı, sevgi yüklü, duygulu, duyarlı ve idealist bir insan olarak, eksiksiz tam da hayal ettiğim gibi anlatmış. Biz her ne kadar köy enstitüsü mezunu olmasak da, yazısının başlığını bile yanlış bulmadım. Çünkü verilen eğitim, amaçlanan hedefler köy enstitülerinin ruhuyla yoğrulmuştu. Bu durumu “Gönen’de” adlı şiirimin başınad, ben de aşağıdaki mısralarla vurgulamaya çalışmıştım

Yoğruldu aydınlık

Anadolu rüyalarıyla hamurum!

Gönen teknesinde

İdealist beyinlerle, temiz ellerde

Köy Enstitülerinin ruhuyla

Biçimlendi çamurum.

Altı yıl boyunca orada

Doruk noktasında

Arkadaşlığın, dostluğun

Anadolu’ya fırlatılacak

Bir ok gibi kuruldum.

Biz 1958’de ilköğretmen okulu olarak girdiğimiz zaman, sanıyorum bu okula köy enstitüsü olarak girenler beş ve altıncı sınıflardı. Çünkü köy enstitüleri 1954 yılında kapatıldığına göre, 1952 ve 1953 yıllarında okulumuza köy enstitüsü öğrencisi olarak kaydolanlar, 1954’ten sonra ilköğretmen okulu öğrencisi olarak devam etmiştir. Bu yüzden biz köy enstitüsü çıkışlı olmasak da, okula köy enstitüsü olarak kaydolanlarla birlikte okuduk. Onların bıraktığı binlerce dönüm arazinin, bağ bahçenin bakımını öğretmen okulu olarak devam ettirdik.

Bu yüzden öğretmenlik hayatımız boyunca da, hizmet anlayışımıza hep köy enstitülerinin ruhu egemen oldu. Kendimizi hep köy enstitüsü misyonu içinde düşündük. “Yaşlanmak geçmişte gezinmek mi” başlıklı bloğumda da belirttiğim gibi hiç kendimiz için yaşamadık desek yeridir.

Onun için belki de maddi anlamda pek çok şey kaybetmiş olabiliriz. Ama hiçbir maddi kazanç, Meltem Nizamoğlu Öztürk’ün yukarda öğretmeni Şakir Akseki hakkında yazdıklarından daha güzel, daha anlamlı ve daha kalıcı olabilir mi?

 
Toplam blog
: 81
: 702
Kayıt tarihi
: 21.11.08
 
 

Nazmi Öner 1946 yılında Burdur’un Bucak İlçesine bağlı Seydiköy’de doğdu. Seydiköy İlkokulu v..