Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '13

 
Kategori
Kitap
 

Okuduğum son 2 Kitap - IV

Okuduğum son 2 Kitap - IV
 

İsveçli fanatik taraftarlar


Kara Çanta - Ziya Mısırlı

Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk bağış okuludur. Köksal Toptan, Mehmet Haberal, Fikret Bila bu okuldan mezundurlar.

Soyadı kanunu öncesinde Çakaloğlu Mehmet Bey olarak anılan Mehmet Çelikel, kazandığı paralarla Cumhuriyet'in ilk yıllarında Zonguldak'ta eğitime sağladığı katkılarla tanınırken, 1938 tarihinde de adına bir lise yaptırmıştır.

Ziya Mısırlı da, Mehmet Çelikel Lisesi mezunudur ve bu okulda okuduğu yıllarda başına gelen talihsiz bir olay sonucunda gözlerini kaybetmiştir.

Bu karanlığı aşmak için yazdığı yazılar, şiir, öykü ve roman olarak basıldıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nca ilk ve orta okullara  da tavsiye edilmiştir.

Kara Çanta, Ziya Mısırlı'nın  28 kitabından bir tanesi. Kısa öykülerden oluşuyor.

Elimdeki, Hüsnütabiat Matbaası'nca 1977 yılında hazırlanan 'ikinci baskı'da en çok ilgimi çeken, metinlerin içerisinde kullanılan 'Öztürkçe' sözcüklerin çokluğu oldu. Yazarın özellikle seçtiği sözcüklerin, öykülerine ayrı bir hoşluk kattığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Husursuz, rahatsız yerine 'erinçsiz' sözcüğü şimdilerde bile çok az kullanılırken, ticaret yerine 'tecim', tüccar için de yazarın bir seçimi olarak  'tecimer' kullanılmıştır. Günümüzde bırakın bir sözcük olarak kullanılmasını, gerçek hayatta dahi artık pek rastlanmayan 'vicdan' yerine de 'bulunç' sözcüğünü kullanarak yazar, okurlarının 'dağarcıklarını genişletir'.

Maddi- manevi karşılığı, özdeksel ve tinsel sözcükleri ile bu örneklemeler çoğaltılabilinir. Bugünlerde 'hafif' ya da 'ağır olmayan' yerine 'light' sözcüğünü kullanmayı bir maharet sananlara, onlarca yıl önce 'yeğni', 'yeğnik' sözcükleri ile seslenmiştir Mısırlı.

Tabi kitabın ve yazarın tek özelliği, öztürkçe sözcüklerin seçimi konusundaki özeni değildir. Hayatın içinden, isimlerle oynanarak yansıtılan konu ve olaylardan varedilmiş kısa öykülerde 'mazi', yeniden hayat bulmuş ve okura ulaşmıştır.

İlginç bir yazarı öğrenme ve anlama isteğinde olanlar için bir 'tanışma kitabı' olarak Ziya Mısırlı'nın Kara Çanta'sını kolaylıkla önerebilirim.

İsveç İsveç Dedikleri - Mahmut Baksi

Her ne kadar kitaptaki baskıda 'Baksı' olarak dizilmiş de olsa Mahmut Baksi, 1944 doğumludur. Siyasi ve yazın hayatına Türkiye'de başlamakla beraber, 1970'lerin başında aldığı 15 yıllık ceza üzerine İsveç'e gider ve 56 yıllık yaşamına tam 22 kitap sığdırır.

Çocuklar için yazdığı kitaplar, İsveç'te Kürtçe eğitim gören çocuklara İsveç Kültür Bakanlığı tarafından referans olarak da gösterilen Baksi'nin ayrıca Kürtçe yayınlanmış edebi eserleri de vardır.

2000 yılında ölen Baksi, Diyarbakır'da toprağa verilirken, vasiyeti üzerine tüm arşivi de Stokholm Kürt Enstitüsü'ne devredilmiştir.

Hakkında en azından 'yüzeysel' de olsa bilgi vermeden bir yazarın kitabını tanıtmak çok anlamlı olmaz düşüncesindeyimdir. Edebi bir eseri incelerken ise yazarının siyasi düşüncesini öne çıkartmanın doğru olmadığına inanırım. O yüzden esere yansımış bir siyasi propaganda da olmadığı sürece 'edebi kimlik' dışındaki kimlikler, etnik kökenler benim için aynen gerçek hayatta da olduğu gibi çok büyük önem arzetmezler.

1976 yılında 'SORUN YAYINLARI' tarafından çıkartılan kitap, yazarın orta Avrupa'dan İsveç'e ikinci gurbetliğe gidişini ve o 'sudan çıkmış balığa döndüğü' günlerde başından geçenleri, sonradan üzerinden bir süre geçip de tatlı anılar haline geldiği zamanlarda kaleme aldığı bir eseridir.

Demir Özlü Mahmut Baksi'nin kitabının 'Önsöz'ünde, İsveç demokrasisi hakkındaki düşüncelerini okurlarla paylaşır.

İsveç'in sosyalist mi yoksa sosyal tedbirlerle korunaklı bir kapitalist ülke mi olduğu sorusunun yanıtını bulmaya çalışır Özlü. 20. yüzyıl başına değin küçük bir 'burjuva köylüleri' toplumu olan İsveç, nasıl bugünkü refah seviyesine gelebilmiştir?

İsveç'in sosyal demokrat iktidarlarının Güney Afrika'daki ırkçı rejime karşı çıkarken, orada iş yapan İsveç sermayesinden çelik ya da silah fabrikalarından sözetmemesini ise bir ikiyüzlülük olarak vurgular. Aslında bu faaliyeti ile İsveç, Güney Afrika'da eleştiriyor göründüğü rejimin en büyük destekçisidir de.

Stocholm Öyküleri'nin de yazarı olan Demir Özlü'nün kitaba yazdığı önsözden; başka öyküler yaratmak ve yaşamak için Stocholm'e gelmiş Mahmut Baksi'nin İsveç'e 1971 yılının sonundaki sığınmasının, ünlü Alman yazar Günter Gras aracılığıyla olduğunu da öğreniriz.

İsveç Yazarlar Birliği üyesi Baksi, Berlin'den başlar sonradan uzun yıllar yurdu olacak Stokholm seyahatine.

Akrep örneğini verir. Sıkıştırılınca fazla zora gelemeyip kendini zehirleyip yanan ve ağunun etkisiyle de kendi kendisinden kaçmaya başlayan, sanki uzaklara bir yerlere varabilirse bir daha kendisiyle hiç karşılaşmayacakmış gibi hareket eden akrepten yola çıkarak tanımlar, içinde bulunduğu durumu.

''İnsan da yerini yurdunu değiştirip uzaklara, bilinmeyen bir yerlere giderse kendinden kaçabileceğini düşünecek kadar ahmaktır'' der.

Gittiği ülkenin sahillerinde dinlenmek için durup da ufka baktığında gözünün önüne hep, İkinci Dünya Savaşı'nda Baltık Denizi'nden Nazi ordularına İsveç çeliği taşıyan gemiler gelir. Gurbetteki Anadolu insanını tanır. Feodal düzenin, yargı değerlerini görür. Ölülerine aylarca ağlayan insanların, yine bir hiç uğruna birbirlerini öldürmelerini anlamakta ise oldukça zorlanır. Her ülke ve insanı için söylenebilecek olan, ''İsveçli kişi olarak iyidir, toplum olarak değil'' yargısını da öykülerine serpiştirir.

''Şakır şakır güneş dökülüyor tepemizden'' diyerek de sadece bir anı kitabı değil, aynı zamanda edebi bir eser olduğunu da anımsatır kitabın kimi satırları okuyanlara.

Kapitalizmin, devlet eliyle fert zengin etmeyi amaçlayan bir rejim olduğunu ve özgürlüğün sınırının da burjuvanın çıkarına dokunmamakla sınırlı olduğunu yineler.

''Fikir özgürlüğü ekonomik eşitlikten geçer'' der sanki bugünlere atıfta bulunarak, ''Eğer bir ülkede hem milyoner hem de emeğinden başka sermayesi olmayanlar varsa o ülkede özgürlük olamaz'' diye de ekler.

Kişinin kendisiyle hesaplaşmasının ancak yalnız kalabildiği anlarda olduğunu söyler. Eh son icatlar, hep bu hesaplaşmalar yaşanmasın da insanların vicdanlarında eşitsizlikler, adaletsizlik fazla sorgulanıp halk ayaklanmalarına dönüşmesin diye değil midir? Radyo, televizyon şimdilerde de internet, hep o yalnızlığı sözde öteletip, vicdan muhasebesini de erteletmez mi insanoğluna?

Meşgul çalan telefon sesi gibidir; kendimizi, hayatı, olanı biteni sorgulamak yerine medyanın kuyruğunda sağa sola sürüklendiğimiz o anlar. 'Sanki birazdan, çok kısa bir süre sonra müsait olacakmış hissi verir ama aslında hiçbir zaman o uygun an gelmez'. Hep beklenen ama bir türlü de gelmeyen konuklardır, vicdan muhasebesi yapılacak zamanlar...

İsveç'in asla dışarıdan göründüğü ya da gösterilmek istendiği gibi bir ülke olmadığını, polisin faşizanca ezme kuvvetine sahip halini yazar Baksi ve kitabı bugünlerde okuyanlar da sanki güncel bir gazete makalesini okuyormuş gibi hissediverirler. Burjuvanın her işi kılıfına uydurarak doğruyu yanlış, yanlışı da doğru gösterdiğini, halkın ne yapıp ne yapmaması gerektiğini dikte eden yöneticiler örneğinden yola çıkarak anlatınca, bugünlerde bazı ülkelerde bu piyesin yeniden sahnelendiğine iyice emin olur okur.

Halkın bir kısmında düşünce tembelliğine yol açacak kadar, her adımı nasıl atacaklarına karar veren iktidarlar, toplumsal sınıflar, katmanlar arasına da nifak tohumları ekerek daha sonradan bunun ürünlerini toplamayı hedeflerler.

Sonuçta İsveç, kedi ve köpekleriyle parklarda herbiri kendi dünyasında birbirlerinden kopuk yaşayan, aralarında hiçbir iletişimin olmadığı ama herkesin de onlarca sosyal derneğe üye olarak göründüğü sosyal'ist bir ülkedir. Kısacası İsveç'i bir 'refah devleti' değil de 'yaşayan ölüler ülkesi' olarak görür Baksi.

Ülkemizde eş dost, hısım-akraba, mahalle komşuluğu, asker arkadaşlığı ile sürekli bir 'kanki' halinden yurtdışına giden 'duygusal' çoğu insanın vardığı noktadır bu, birbirlerinin işlerine burnunu sokmayan, herkesin kendi hesabını ödeyip, dışarıda randevu vererek buluşan insanlarla bir süre yaşamak sonucunda özlemle kendi öz yurdundaki ilişkileri aramak.

Bir tarafta Almanya diğer tarafta da Rusya'nın önünü kesip kendi kabuğunu kırmasını engelledikleri İsveç'in makus talihidir bu içine kapalı, karanlık, sıkıntılı, kopuk yaşamlar. Bir de der, ''Emekçisine sadaka dağıtan devlet, çağdaş kölelerini oyalar durur''

İsveç'in o yıllarda kendisini dünyaya demokrat gösterip yabancı işçilere kucak açmasını ise mükemmel bir şekilde analiz eder. ''Yerli ve yabancı sınıfdaşlarıyla işbirliği içindeki burjuva, yabancı işçi çalıştırmayı özellikle tercih etmiştir çünkü, yabancılardan oluşan bir işçi sınıfının kendisi için tehlike oluşturmayacağını bilecek kadar bilinçlidirler. Zira bir ülkede ancak o ülkenin işçi sınıfı devrim yapıp, burjuvaziyi devirebilir.''

Geçenlerde 'işsiz' göçmen işçilerinin, sosyal yardımların kesintiye uğramasını ileri sürerek çıkarttıkları isyanlar ile gündeme gelen İsveç'in bugünkü durumunu yıllar öncesinde yazdıkları ile 'yansıtan' Baksi'nin ''İsveç İsveç Dedikleri'', satırların altları çizilerek okunması gereken eserlerden.

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..