- Kategori
- Eğitim
Okul başarısı nedir? Nelerden etkilenir?
Yine birinciyim...
Okul başarısını etkileyen faktörlere girmeden önce okul başarısının veya başarının ne olduğunu tanımlamakla başlamak istiyorum eğitimci olmayan birinin gözünden... Başarı, göreceli olmakla beraber, hayattaki amacını bilmek ve o amaca ulaşmak için bütün yetenek ve olanaklarını kullanmaktır. Demek ki “başarılı” olmak için ilk önce bir amaç sahibi olmak gerekir.
Okul başarısına döndüğümüzde ise amaç herhalde alt sınıflar için sınıf geçmek, daha büyükleri için ise geleceklerine yön verecek şekilde amaçlarını belirlemek olmalıdır. İstediği hedefe ulaşabilen insan, elde ettiği netice sonunda huzur ve mutluluk duyabiliyorsa başarıya ulaşmış demektir. Diyelim ki amacımızı belirledik ve bu hedefe ulaşmak için çalışmaya başladık. Bu demek değil ki herşey istediğimiz gibi gelişecek. Mutlaka ve mutlaka bunu etkileyecek bir sürü dış faktör devreye girecektir. Başarı her kişi için kendi içinde değerlendirilmeli, başarıya giden yol üzerindeki küçük aksamalar, öğrenmenin bir şekli olarak düşünülmelidir ve hedefler sadece bireyler için belirlenmelidir. Örneğin bir anne çocuğunun okul birincisi olmasını sadece dilemeli ve anne bunu kendisi için bir amaç haline getirmemelidir, ancak çocuğunu bu yönde motive ederek ona yardımcı olmalıdır. Fizyolojik, psikolojik, duygusal, toplumsal pek çok durum ve koşullar başarı kavramının içinde yer alır ve başarı konusunda etkide bulunur. Uzman görüşlerine göre öğrenci özellikleri (zeka, yetenek ve kişisel özellikleri), aile ve okul ilişkileri başarıyı doğrudan etkileyen faktörler.
Zeka ile ilgili birçok araştırmadan çıkan sonuç, öğretim programlarında “başarılı” olabilmek için her zaman çok üstün zekaya ihtiyaç olmadığıdır. Aksine çok zeki çocukların bile “başarısız” olabileceği sonucu çok önemli bir tespittir. Öyleyse, varolan zeka potansiyeli doğru şekilde yönlendirilmelidir. Sosyo-ekonomik durum, aile ortamı ve tutumları, duygusal nedenler de etkili olmaktadır. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan çocuklar ne kadar zeki de olsalar bunu kullanamayabilir ve “başarısız” olabilirler.
Yetişkinler gibi çocuklar da ilgilendikleri, sevdikleri konularda “başarılı” olurlar. Özellikle resim ve müzik yetenekleri en erken ortaya çıkan özelliklerdir. Çocuklarda başarıyı etkileyen kişilik özelliklerinin bir kısmı doğuştan gelen yapısal özelliklerle açıklanabilirken, bir kısmı da ailenin ve çevrenin etkisi ile öğrenilmiş davranışlardır.
Çocuğun öğrenmeye ve okumaya güdülenmesinde, kendine olan güveni, çevresiyle iletişimi çok önemlidir. Konuyla ilgili araştırmalar, “başarılı” öğrencilerde, neşeli, kolay uyum sağlayan, sosyal, hırçın, girişken, mantıklı ve iyimser olma özelliklerinin bulunduğu göstermiştir. Buna karşılık, “başarısız” öğrencilerde daha durgun, içedönük, uysal, uyumsuz, sıkılgan, kötümser veya öfkeli davranış biçimleri tespit edilmiştir. Başarıda bir diğer önemli nokta, çocuğun anadilini çok iyi biliyor ve kullanıyor olmasıdır. Sözel ifadesi iyi gelişmiş, kelime hazinesi geniş olan öğrencilerin, iletişimde ve sosyal ilişkilerde “başarılı” oldukları gözlenir. Tüm bu yeteneklerin gelişmesi ailenin tutumu ve çocuğun okuma alışkanlığıyla yakından ilişkilidir. Kitap okuma alışkanlığı olan çocukların, öğrenmeye, araştırmaya ve çevreye ilgisi artar. Bunun yanında, ailenin çocuğuna uygun öykü ve masallar okuması, çocuğun istek ve ilgisine uygun kitaplar seçebilme özgürlüğüne sahip olması da önemlidir. Sevmediği, ilgisini çekmeyen kitapları okumaya zorlamak gösterilebilecek en yanlış tutumdur.
Çocukların başarısında, beslenme ve fiziksel şartların niteliği de çok önemlidir. Aynı zamanda bedensel sağlıklarına dikkat edilmelidir. Çocuklarda, çeşitli sebeplere bağlı yorgunluklar, (hastalık, fazla ders çalışma, uykusuzluk, üzüntü ve heyecanlar) başarının düşmesine sebep olabilir.
Okul, bir yönden de çocuk ve gençlerin hayata hazırlanmalarında ve sosyalleşmelerin de etkili olmaktadır. Bu yüzden okul dediğimizde iki önemli konudan söz etmek gerekir: Okul ortamı (fiziksel şartlar) ve sosyal ilişkiler (öğrenci-öğretmen, öğretmen-veli ilişkileri).
Günümüzde, fiziksel ortamın insan davranışının değişmesi ve gelişmesine etkisi tartışılmaz bir konudur. Çünkü şehir hayatının getirdiği birçok sorun söz konusudur. Yetişkinlerin bile, zaman zaman sıkıntıda kaldığı bu ortamda çocuk ve gençler kısıtlanmaktadır. Oyun sahaları ve yeşil alanların azlığı çocukların var olan enerjilerini atamamalarına sebep olmaktadır. Enerjilerini tüketebilen öğrenciler ders esnasında daha sakin, derse karşı istekli ve ilgili olabileceklerdir. Bunun yanı sıra sınıfların fiziksel durumu, kullanılan okul materyallerinin özellikleri gibi unsurlar da okul yaşantısını etkileyebilmektedir. Örneğin gelişen teknolojiye uygun ders araçlarının sınıfta bulunması, öğretimi kolaylaştırdığı gibi bilginin daha kalıcı olmasını sağlar ve öğrencideki öğrenme isteğini arttırır.
Her çocuk, okula başladığı zaman, yetiştiği aile ortamının özelliklerini taşır. Öğretmen, eğitim ve öğretimi gerçekleştirirken, çocuğun yaşadığı aile ortamını da dikkate alarak davranmalıdır. Öğretmenlerin çocuklarla kuracakları sevgi ve saygıya dayalı iletişim çok önemlidir. Uygulanmış olan bir ankette öğrencilerin sevdikleri öğretmenin dersine daha çok çalıştıkları ve “başarılı” oldukları sonucu ortaya çıkmıştır. Tabi bunun yanında öğretmeni tarafından
Öğretmen-aile işbirliği, öğretmenin aileyi yakından tanımasını sağladığı gibi ailenin de okul ve öğretmeni tanımasını sağlayacaktır. Böylece aile, çocuğun hangi şartlarda eğitim-öğretim gördüğünü yakından öğrenme fırsatını bulur, gerekli bir uyarı durumu varsa bunu gerçekleştirebilir. Sözkonusu işbirliğinin sınıf öğretmeninin ve okul yönetiminin işine müdahale etme şekline dönüşmemesine dikkat etmek gerekir.
Ailelere düşen bir başka görev de okullarda benimsenen eğitim anlayışını, sınıfta uygulanan öğretim metotlarını öğrenmek ve beklentilerini belirtebilmelidirler. Fakat anne-babalar çocuklarıyla birlikte ders çalışma yolunu seçmemeliler. Çünkü ailenin kullanacağı öğretim metodu öğretmenin kullandığından farklı olacaktır. Bu durum da çocukları gereksiz zorluklara sokacak yada anne-baba-çocuk iletişimini bozacaktır.
Aile, çocuğunun yapısal, fiziksel ve zihinsel özelliklerini iyi tanımalı ve bu özelliklere uygun davranmalıdır. Çocuğun özelliklerini, ilgi ve yeteneklerini dikkate almadan bazı beklenti ve yönlendirmeler içine girmemelidir. Aileler, çocuklarından olabileceğinden daha fazlasını istememelidirler. Ama bunun yanında da aile, çocuğunun yeteneklerini küçümsememelidir. Anne-babanın eğitim düzeyi, mesleği de çocuğun eğitimi için alınan kararlarda önemli bir rol oynamaktadır.
Anne ya da babanın iş hayatında “başarılı” olmaları, sevdikleri bir işte çalışıyor olmaları da çocukları ile kuracakları iletişimde etkili olmaktadır. Aynı zamanda aile bireylerinin anne ve babanın birbiriyle olan ilişkisi, anne-babanın çocuklarla olan ilişkisi, kardeşlerin birbiriyle ilişkisi ev ortamının havasını belirleyici unsurlardır. Anne-babanın iş yaşantısının dışında kalan sürede çocuğuna göstereceği ilgi ve ayıracağı zaman doyurucu olmalı ve ihtiyaçları karşılayabilmelidir.
Yapılmış olan bir ankette “başarılı” öğrencilerin, anne ve babalarının kişilik özelliklerinin neşeli, sosyal, koruyucu, arkadaşça, iyimser ve işbirlikçi olduğu tespit edilmiştir. Buna karşılık “başarısız” olan öğrencilerin, anne-babalarının kişilik özelliklerinin ise huysuz, sosyal olmayan, aşırı koruyucu, arkadaşça olmayan, kötümser ve anlayışsız olduğu belirlenmiştir. Yani ailenin kişilik özelliklerinin davranışlarına yansıması, çocuğun başarıya güdülenmesinde en önemli faktörü oluşturmaktadır. Aileler çocuklarına gösterecekleri ilginin ölçüsünü iyi ayarlamalılardır.
Çocuğun, okul başarısını etkileyen bir başka konu ise okul ödevlerine karşı ailenin tutumudur. Okula başladığı andan itibaren ödev yapma ve ders çalışma alışkanlığının temelleri atılmaya başlar. Aile bu konuda yardımlarını esirgememeli fakat ödevlerini yapma gibi de yanlış bir tutuma girmemelidir.
Çocukların yaşları ve içinde bulundukları dönem, yetişkin davranışlarının çocuklar üzerindeki etkilerini daha da önemli kılmaktadır. Çünkü, çocuklarımızın bilgi ve başarıları karşısında gösterdiğimiz her türlü davranış onların kişiliğinin oluşumunda destekleyici veya engelleyici olabilir.
Çocuklarımızın, sağlıklı bedensel ve ruhsal gelişimi için bazı temel gereksinmelerinin erken yaşlarda aile içinde karşılanması gerekir. Bunlar:
1- Dokunulma: Çocuğa dikkat etme, davranışlarını seyrederken ona "aferin", "haydi yine yap" gibi geri-iletim verme, tutma ve kucaklama, yüreklendirme, övme ve ona sıcaklık gösterme.
2- Güven: Çocuğun sağlığıyla ilgilenme, yeteri kadar yiyecek ve giyecek verme, onu tehlikeli durumlardan koruma.
3- Yapı/Düzen: Çocuğa yön verme, örnek olma, yapabileceği ve yapamayacağı davranışların sınırlarını belirtme, tutarlı hareket etme.
4- Sosyalleşme: Çocuğun duygularını olduğu gibi tanımlama, onu yansıtma, ona zaman verme, dış dünya ile arasında köprü görevini görme, özdeşim kurabileceği bir kişi olma.
5- Uyarılma: Oyun yoluyla ve çocuğun dünyasına giren değişik olaylarla acı, haz, neşe, heyecan gibi duyguları ayırabilmelerine yardımcı olma.
6- Kendini değerli görme: Çocuğu "ciddiye
Bu gereksinmeler herhangi bir nedenden dolayı, karşılanmadığı zaman çocuğa, "sen ve senin gereksinmelerin önemli değil, senin var ya da yok olmanın önemi yok" mesajı verilmiş olur.
Bazı anne ve babalar, çocuklarının başarısızlıklarıyla karşılaştıklarında, bilmeden de olsa psikolojik yönden etkilenip kötü davranışlar içine girebilmektedirler. Örneğin; çocuğunun düşük notlarıyla karşılaşan anne-baba umutsuzluğa kapılır, gururları kırılır. Çocuklarının sandıkları kadar yetenekli olmadığını düşünürler. Ellerinde olmadan çocuğa başka türlü davranmaya başlar, iyi ve olumlu yanlarını öne çıkarmaya çalışacaklarına, zayıf yanlarını vurgulayıp dururlar. Ancak aşağılık duygusunu arttırmaya yarayan bu değişimi çocuk da sezer. Gittikçe anne-babadan uzaklaşmaya başlar, çağrıldığında seslerini duyamayacağı bir yerlere gider. Bunlar gibi reddetme, aşağılama, ayırma, yalnız bırakma, korkutma, kışkırtma, suça itme, istismar, duygusal olarak engelleme, yetişkinleştirme gibi daha birçok yanlış davranış anne-baba-çocuk iletişimine zarar vermekle kalmaz, olumlu kişilik gelişiminini engeller. Bunun sonucunda da duygusal gelişmede duraklama, hafıza bozukluğu, dikkat bozukluğu, öğrenme güçlüğü, güdü yetersizliği, başarısızlık, aşırı bağımlılık, yapay olgunluk, parmak emme-ısırma, sallanma, alt ıslatma, yeme bozuklukları, hiperaktivite, aşırı içe dönüklük, güçsüzlük duygusu, ya saldırganlık ya da aşırı pasiflik, hırsızlık gibi anti sosyal davranışlar; olumsuz benlik kavramı, depresyon, uyku bozuklukları, aşırı kaygı, fobiler, obsesyon gibi nevrotik reaksiyonlar olarak ortaya çıkabilir.
Çocuklarımızın başarısızlıkları karşısında ;
1- Öncelikle her çocuğun kendine has kişisel gereksinim ve gelişim içinde olduğunu
2-
3- Onların ders dışı faaliyetlerini yasaklamayalım, okul sonrası ceza olarak ders yaptırmayalım. Yani “başarılı” olamamasını ona bir ceza nedeni gibi göstermeyelim.
4- Başkalarının onları aşağılamalarına göz yummayalım.
5- Onları "Nasıl olursan ol,
6- Yanlışlarını "yüzüne vurmayalım". Neyin daha doğru olduğunu, onun anlayabileceği ve benimseyebileceği biçimde ona göstermeye ve aynı zamanda onu kendi açısından anlamaya çalışalım.
7- Çocuğumuzla aramızdaki sıcaklığın, eğitim ve diplomadan daha önemli olduğunu asla unutmayalım.
8- Okuyan bir insan olduğumuz halde, çocuğumuz okumak istemiyor veya “başarısız” oluyorsa, bu durumun onun tercihi olduğunu kabullenelim.
9- Onların başarılarında etken olduğumuzu düşünüp, bu başarıyı paylaşırken, başarısızlıkları karşısında onları suçlamayalım. Başarısızlıklarında bizim de rolümüz bulunabileceğini düşünelim. “Başarısız” öğrencilerin anne-babalarının geliştirmeleri gereken temel tutum, düşük performansı anlayışla
Okullar kapanmadan uygulamaya geçirmeniz dileğiyle…