Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '12

     
    Kategori
    Deneme
     

    Okumadan eleştirmek diye birşey sahiden varmış!

    Okumadan eleştirmek diye birşey sahiden varmış!
     

    Okumayı ve yazmayı öğrenir öğrenmez karar vermedim “yazar olma hayalleri” kurmaya ama sonraki zamanlarda hep edebiyat yer aldı en sevdiğim dersler arasında...

    Aradan uzun yıllar geçti ve çoğu Türk öğrenci gibi benim de mesleğim gençlik hayalimle aynı değildi. Ben de toplumun 1927 de cumhuriyetin ilk yıllarında yüzde 11 ini, 2008 yılında ise yüzde 85 ini oluşturan -belki de hala seçkin- okuryazar kesimi içinde yer alabildim ancak. Bildiğiniz klasik manasıyla okuyabilen ve yazabilen bir “okuryazar.” Bunu baştan belirtiyorum ki beni okumaktan “makul” bir beklentiniz olsun...

    Asıl mesleğim farklı olmasına rağmen yazıyla uzaktan uzağa ilgilendim, bazen ona göz kırptım kimi zaman onunla flört ettim. İlk gençlik yıllarımda popçular kadar yazarların da hayatlarını merak ederdim... Yazıyı sevmek; güzel bir sözden ziyade anlatmayı, paylaşmayı ve hatta tüm bunların da ötesinde düşünmeyi de sevmek demektir benim için... Düşünerek fark edilen incelikler demektir.

    “Hayat pratiklik ister, yazı ise her şeyi derinleştiriyor” deyip bırakmak istesem de olmuyor, gerçekten “vazgeçilmez” bazı şeyler ve bir gün bakıyorsunuz ki gizli gizli buluşuyorsunuz köşesinde bir gazetenin...

    Ardından yazarları anlamaya başlıyorsunuz, biraz da üzülerek. Yaşama içgüdüsü gibi kuvvetli bir “yazma içgüdüsüne” sahip insanların isteseler de bundan vazgeçemeyip hayatlarını yazı uğrunda harcamalarını anlamaya başlıyorsunuz.

    İnsanlara eğitim mahiyetinde hep “bir yazarı okumadan eleştirmemesi gerektiği” söylenir ya da anlatılır ama ben eğitim insanlarının ya da kitaplarının neden sürekli bu cümleyi kurduklarına bir türlü anlam veremezdim. “ E herhalde eleştirilmez bir yazar okunmadan “ şeklinde cümleye dökülebilecek ama içimden asla böyle bir cümle geçirmeye bile gerek duymadığım çok basit, sade ve açık bir gerçekti bu benim için... Yani içinizden durup dururken bazı basit gerçekler hakkında düşünmezsiniz değil mi? Onlar zaten oradadırlar ve vardırlar. Derken bir gün çok sevdiğim bir yazar hakkında (ki bence günümüzün en iyi yazarlarından) tabiri caizse ileri geri konuşurlarken duydum, nefret eden edeneydi, başarısız biriydi o, üstelik onun başarısından ne olurdu, şöyleydi böyleydi. Ardından sordum: “mesela hangi kitabını okudunuz bu yazarın?” (kesin sadece bir kitabını okumuş ama beğenmemişlerdi) “El-cevap” bu soruya verilebilecek tüm cevaplardan daha “el” daha “yabancıydı benim için: “hiç birini!” “Ne diye okuyacakmışız onu canım, o da kim?”

    İçimde bir vaveyla: “Aman Tanrım eğitim dünyası haklıymış!” üstüne üstlük “okumadan eleştirmek diye bir şey sahiden de varmış!” Bir de tüm bu olanların ortasında kendi ülkesinin gerçeğinden bihaber bendeniz “cahil vatandaş...”

    Bu hadiseden sonra fark etmeye başladım bu tarz insanların nicelik ve nitelik (!) olarak ülkemizde ne kadar da çok olduğunu. Biliyorsunuz ki; uygarlık salt teknolojik gelişmeden ibaret değildir, insanların birbirlerine yaklaşımı ve davranışıyla da alakalı toplumsal bir boyutu da vardır uygarlığın. Uygarlık varılacak bir yerse eğer daha çook var anlaşılan oralara...

    “Okuryazarlık” tan sonra gelir “uygarlık” ya da başka bir deyişle “uygarlık” gelsin diyedir “okuryazarlık...” 

     
    Kayıt tarihi
    : 31.03.12
     
     

    1981 Kırşehir doğumluyum. Üniversite mezunuyum. Aöf felsefe bölümü öğrencisiyim. Yazmak, okumanın..