Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '20

 
Kategori
Blog
 

Okumadan Yazar Olma Çabası

Kişisel gelişimin ilk şartı kendini/haddini bilmekse de… Bu coğrafyada, Anadolu topraklarında... İnsanların en az bildiği şey; kendisidir/haddidir nedense.

Bir şeye kalkışırken, kimsenin aklına gelmez şu temel sorular buralarda:

“Bu konu gerçekten ilgi alanıma giriyor mu? Bu alanda yeter düzeyde bilgi birikimim, deneyimim, sermayem var mı? Bu işin hakkını verebilir miyim, hakkıyla üstesinden gelebilir miyim? Üreteceğim metaları kimler, niye alır? Yapacağım mallar hangi ihtiyaçlarını, ne tür gereksinimlerini karşılar kişilerin? Benzer soruları sabaha dek sorarım ama… Sanırım ne sizin bunları okuyacak sabrınız var ne de benim heba edecek onca zamanım. Öyleyse isterseniz asıl meseleyi konuşmaya başlayalım:

Az önce yukarıda özetlemeye çalıştığım kendini bilmezlik hali, yazı ve yazın eserleri ortaya koyma çabalarında da anında çıkıverir ortaya. Peki, nasıl mı? Şöyle efendim:

Adam Çehov okumadan, Sait Faik Abasıyanık’ı hatmetmeden, Aziz Nesin’in yanından, yöresinden bile geçmeden öykü yazmaya; Dostoyevski, Tolstoy, Yaşar Kemal kitaplarının kapaklarını dahi kaldırmadan romancı olmaya kalkışır.

Şiir yazıyordur ama… Orhan Veli’yi ders kitaplarından, Nazım Hikmet’i en popüler üç-beş şiirinden ibaret sanır. Kendini denemeci ilan ederse de!... Ne Montaigne’yi duymuştur ne Nurullah Ataç okumuştur. Zülfü Livaneli’yi sadece şarkıcı, türkücü sandığından, habersizdir o güzelim denemelerinden…

Francis Bacon’ıysa, sanayi devrimi önderlerinden sanmaktadır! Hoş, öyle bir kafanın sahibi sanayi devriminden de habersizdir ya… Hadi neyse.

Bizde şahsını şair sanan genişçe bir kesim, başka şairleri, şiir klasiklerini filan hakkıyla öğrenmeden, kendi şiir kitabını çıkarır! Doğru düzgün şiir kültürü olmasa da… Bunu gereksiz bir durum sayar. E, o onca şiir yazmış ya… Daha ne yapsın?! Sadece kafasına göre dize sıralamayı şairliğin yeter şartı sayar kızımız! Bilirsiniz. sırf bu yüzden, memleketimizde, şiir yazanların sayısı, okuyanlardan kat kat fazladır. Edebiyata aşına olanların gayet iyi bildiği o önemsiz ayrıntıyı bir kez daha hatırlatmak istedim. Hepsi bu.

Aslan parçası kitap okumuyor. Gündemi izlemiyor. Gazetelerden, edebiyat matinelerinden, olan bitenden bihaber. Ne edebiyat tarihinin farkında ne sanat tarihinin. Ne Rönesans’tan haberdar ne reform hareketlerinin bilincinde ama… Avrupa’nın feşmekanca dönemiyle ilgili kalem oynatmakta hiçbir sakınca bulmaz! Ve o tarihi, işkembe-i kübradan sallayarak yeni baştan yaratmakta hiçbir problem yoktur onun açısından.

Aman efendim, daha neler neler! Bırakın dünya edebiyatına şöyle bir göz atmayı… Ülkemizde yeni çıkan kitap listelerine göz ucuyla bakmanız bile yeterlidir. O kadarcık zahmetle dahi nefsini yazar-şair ilan eden onca insanın gerçekte ne halde olduklarını, bazen katıla katıla gülerek, bazen de onlar adına çok üzülerek gözlemlersiniz. Aynı şeyleri defalarca yaşadım da oradan biliyorum efendim. Okumak-yazmak konusunda hali-pürmelalimiz, anlatılacak, anlaşılacak gibi değil maalesef.

Buna karşın, kimi biner biner, kimi on binlece bastırmakta, yayınlatmaktadır kitaplarını.

Onlar da haklı canım! Bir ülkede aktif okur-yazar sayısı %1’i bile bulmuyorsa… Meydan onlara kalır elbette. Hem, adı üstünde: Kişi, okurum, demiyor ki. Yazarım, diyor!

 Öyleyse vur patlasın, çal oynasın! Gelsin dizi dizi kitaplar. Okuyan yazarı kim, neylesin?! Maksat yazmaksa, gerisi teferruattır. Bana inanmayan, onca yazara sorsun. Yazmak için okumak şart değil ki! En azından bu diyarlarda… Yaz yazabildiğin kadar ey ahali! Nasılsa her malın bir alıcısı bulunur!

“Bilgi” dediğin nedir ki?! Miniminnacık, ufacık bir ayrıntı! Yığınla insanın bir türlü farkına varamadığı, önemini, değerini kavrayamadığı…

 
Toplam blog
: 1349
: 1777
Kayıt tarihi
: 30.01.11
 
 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler veTanıtım, A.Ö.F. Adalet Yüksek Meslek ..