Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '11

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Okumak - yazmak

Okumak - yazmak
 

Bazı insanlar okudukları kitaplarla veya ne çok kitap okuduklarıyla filan bir övünür bir övünür Allahım yarabbim. Şunu okudum, bunu okudum…  Şunu bilirim, bunu bilirim… Hele sen bir de bakayım, şunu okudun mu, ya bunu?

Sanki demektedirler ki, hani oku da öyle gel, boyunu görelim.
Tabii ki iyi niyetle birbirlerine beğendikleri bir kitabı tavsiye edenler ya da bir kitabı tanıtanlar değil söz ettiklerim.

Ve yine aynı şekilde iyi niyetle bir özdeyişi veya herhangi bir kitaptan alıntı bir cümleyi aktaranları, açıklayanları da kastetmiyorum. Çünkü bir de şu vardır:
Filanca şunu demiş şu kitabında, bilmem kim bunu demiş; al işte sana kanıtı! Onlar hep yanılıyor, sen mi biliyorsun yani, sen haklısın öyle mi?

Kardeşim, asıl sen ne diyorsun, sen onu de bana! Benim ne işime, bilmem kim fii tarihinde şunu demiş bunu demiş, geçmişten ya da o filancadan bana ne...?  Ben şu ana bakarım, önüme, ileriye bakarım. İnsan dediğin şunu bilmek istiyor:

Şu an ne yapmalıyım?.. Şu an  ne yaparsam doğru olur, niye doğru olur?.. İnsana o lazım!!

Geçmişte olanlara ve denilenlere de sadece, bilmem gerektiğini düşündüğüm şeylere veya doğru mu denilip, denmediğine bakarım o kadar, adam olana yeter zaten o kadarı. Ötesi, adına güya “kültür” dedikleri bilgi hamallığıdır ya da sarhoşluğudur sadece, akla zihne eziyet! Sen o bilgiyi öğrenmedikten, içselleştirmedikten sonra, o bilgiden doğru çıkarımı yapabilip, doğru sonuca vararak, bilgiyi ve o doğruyu bizzat yaptıklarına yansıtmadıktan, yaptıklarında kullanmadıktan sonra  kültürlü olmuşsun kaç para?!

Ve hiç unutmayın, sadece şu andaki bilgi günceldir!!

Adam veya kadın, yazıyor yazısında bir “vecize, bir öz söz” ya da bir “ilke-kural”, güya örnek veriyor, birşeyleri kanıtlıyor kendince, aha bir bakıyorsunuz, o yazısıyla bile o sözün tam aksini bizzat kendi yapmakta… E ne anladım o zaman ben bu işten, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

O yüzden, her kitap ya da yazı okunmaz demiyorum tabii ama, okurken de yazarken de “doğru düşünmek” lazım, doğruyu seçmek, ayırdedebilmek  lazım!


Yukarıda verdiğim örneklerdeki gibi yaklaşımlarda,  -bir önceki “Okumak…” başlıklı yazımda da ayrıntısına değindiğim şekilde oluşan-  eşzamanlı ve birbirine bağlı iki amaç /niyet vardır çünkü sadece:
Biri, kendinin ne kadar okuyan, ne kadar da ileride, makbul, gelişmiş, bilen biri olduğunu, bilir-miş gibi, gösterme kanıtlama ihtiyacı, açlığı… yani kendini büyükseme, kibir; kendini önemsetme, bir diğerine baskın olma çabası, yarışı, ihtiyacı, açlığı;

Diğeri de karşısındakini küçümseme ihtiyacı, açlığı!
Aklısıra karşısındakinin üzerinden, kendini üstün görme, üstünleştirme kandırmacası, yanılgısı, sanrısı!

Bir nevi de, ayak oyunu, düzenbazlık, riyakarlık, sahtelik de içerir bunlar üstelik….demagoji, ajitasyon, eyyamcılık… insanları uyutma veya birşeylere manüple etme, empoze etme vb.  insana, topluma, ahlaka, akla zarar ne ararsan bulunabilir.

Bir de, hep derim şu cümlemi: “Kendini akıllı, başkasını aptal sanandan daha aptal kimse olamaz.”… işte öylesi bir durumun daniskası da vardır tabii böyle insanlarda.
İnsanı sevmeme, insana değer vermeme, insana saygı duymama (kendine de pek tabii ki),  bilgisizliği, cehaleti, sevgisizliği de cabası!

Bazı eleştirmenlerde veya bazı köşe yazılarında, hatta kitaplarda bile ya da herhangi bir yazıda zaman zaman rastlarız:
Ahlaktan, değerden, değer bilmekten… saygıdan, eğitimden, erdemden… sanattan, yazarlıktan, dostluktan… barıştan, kardeşlikten, sevgiden söz eder, mangalda kül bırakmazlar,  ama her ne hikmetse o ve sadece onun beğendikleri ancak sanatçıdır, bilir, değerlidir ve makbuldür, diğerleri gereksiz, kendilerinden başkası anlamaz, kimdir ki onlar.. ne mümkün?? Ve de  bunlardan bazıları bizzat küfür nevi kelimeler kullanıp, kendisi ahlak ötesi yazılar yazabilirler veya kimileri de içi boş, kurgu, hayali, geyik nevi, ıvır zıvır çocukça şeyler …  bunlar da “Sanat” olur? Eğitim olur?  Hadi bilemedin onların kendi anlayışlarına göre dinlence veya eğlence olur… Boşuna vakit kaybı…Yani yazıktır harcanan zamana!

Kimi de “anlaşılmazlığı” özellikle amaç edinir, öyle yazar yazdıklarını, ne geçecekse eline… diyeceğim ama, bunlardan kimi Nobel bile kazanabilir :(

Yani insan bir kez saçmalamaya karar verdi mi, saçmalamanın yolu çok!
Şu lanet postmodernizmin insan beynini, düşüncesini, ruhunu, ahlakını, pek doğaldır ki yazma ve okuma türü eylemlerini de esir alan, körelten, bozan, bulanıklaştıran berbat yansımaları ve etkileri işte!!


Tabii ki okumak iyi birşeydir, yoksa çocuk nasıl adam olurdu, okumadıkça çocuk kalırdı hep, insansı… onun için kimse okumanın yanlışlığından sözetmiyor henüz neyse ki…

Ancak benim de işte okuyan, yazan böyle insanlara, onca okuduğun kitap, onca bildiğin bilgi, bu açlığını, cehaletini, sevgisizliğini gidermemişse ve önyargılarını, peşin hükümlerini, yanılgılarını, hala sildirtmemişse, doğruyu farkettirmemişse sana, egosal dürtülerini hala törpületmemişse, hala uykularda, aymaz ve onulmaz hayaller ve işler peşindeysen, bu nice okumaktır diyesim gelir hep. Nasıl gelmesin?

Aslında, okuyan değil "düşünen" insan olmaktır marifet. Hatta o bile değil, “doğru düşünen”, “doğru hisseden” insan olabilmektir marifet. Yoksa okuduğunu beyniyle değil gözüyle okuyup, okuduğunu sanan bir yığın insan da tanırız. Hatta okuduğunu anlamaktan bile bizar, aciz nice mektep medrese bitirmiş insan…

Yani demem o ki,  kitap ya da yazı dediğiniz, hiç de masum değildir de kimi kez, biliniz… Tıpkı insan gibi!.. Onu da yazan, yine bir insandır çünkü!

Ne kitaplar, yazılar vardır ki insana yanlış düşündürtür. Yanlışı doğru sandırır insana!
Yoksa hiç rastlamadınız mı?? Rastlamadıysanız kötü!!
Kanmışsınız demektir çünkü.

Evet, kimse okumanın kötü bir şey olduğundan söz etmiyor. İyi bir şeydir, ama doğru bir şey midir her zaman..? Çünkü, mesela bazı şeyleri okumanın bir “doğru zamanı” da vardır. Ve her kitap, her yazı, her denilen doğru mudur mutlaka, işte orada durmak lazım!

Doğru düşünmesi gerekiyor insanın!

Zira,
Kur’an bile “İkra!” diye  başlıyor “Oku!”
Ama acaba “kitap oku” mu diyor ya da bu kitabı, beni oku mu diyor “sadece”!?

Doğru düşünmek lazım işte!!
Bunu oku, başka kitapları da oku… Yeter ki oku!
“Oku” diyor… sadece bir tek kelime… ama asıl,  “hayatı oku”, İNSANI OKU diyor!
Çünkü içeriğinde zaten kendi de hayatı, insanı anlatıyor.
Evet sadece bir tek kelime: Oku! Ama düşünürsen, ne anlamlar ifade ediyor, o tek bir kelime bile!
Peki kim bunun farkında?
Hatta, kaç Kur’an okuyucusu bile bunun farkında??

Biliniz ki, hayatı okumak, insanı okumak, böylece de kendimizi okumak, çok daha önemli ve değerli bir okumadır üstelik, ille de kitap değil!

Yazmaya ve okumaya gönül vermiş insanlara derim ki;
Hayatı, insanı, kendinizi okuyabilmekteyseniz, biliniz ki ancak o zaman “bilir” olursunuz, o zaman “sever” olursunuz ve o zaman ancak değerli, üstün ve makbul olabilirsiniz bir diğerine!  Veya faydalı olursunuz insanlara… Madem ki üstün olmak, baskın olmak, bilir olmak gibi bir çabanız, arzunuz, birileriyle bir yarışınız, açlığınız var,  ya da tam da benim gibi sadece faydalı olmak gibi bir amacınız varsa eğer hem herkese, hem de kendinize de… yolu budur!! Benden söylemesi…

Yoksa isterseniz tonlarca kitap okuyun, okumuş olun… kırk yıldır yazı yazıyor olun… nafile!

Doğru düşünelim lütfen…


Bu arada, hazır okumaktan yazmaktan bahsediyoruz madem,
Bazı dostlar da bana derler ki, çok sert, keskin yazıyorsun, hiç esnek değilsin.
Evet, doğruya doğru, eğriye eğridir bende. Doğruyu yazıyorum, yanlışı yazıyorum, gerçeği yazıyorum. Yoktur esneklik lüksüm. O kadar çok aldanan, yanlışı doğru, doğruyu yanlış zanneden, yanlış düşünen var ki… Edebiyat yazmıyorum ben, sanat yapmıyorum, felsefe benim iştigal alanım!

İnsanı yazıyorum.
İnsanın yaptığı yanlışları ve/ya bunların doğrularını yazarken, tabii ki uslubu ister istemez didaktik olacaktır, kınayan, kızgınımsı bir algı yaratacaktır, sonuçta oh aman ne hoş insan ne de güzel  yanlış yapıyor, oh ne de güzel yanılıyor diye göbek atmaz insan… ya da insan olan;)
Mutlu bir şey yazmıyorum, kınanası birşeyleri, olumsuz birşeyleri yazıyorum zaten:)))
Cidden merak ediyorum bunu anlaması bu kadar zor mu gerçekten?! :) :(

Ve zaten “yuvarlak”olmamalıdır bir yazı; yumuşak yumuşak kıvırtmamalıdır öyle dansöz gibi, herkesin nabzına şerbet verir cinsten oynak veya ne şiş yansın ne kebap dercesine kaygan, belirsiz!
Kenarı köşesi belli olmalıdır bir yazının, “gerektiğinde” keskin sert, hatta sivri…çünkü “yanlış”ın doğası gereği dil de “kendiliğinden” ancak öyle etkin, öyle gerekli!

Dürüst, mert ve cesur olmalıdır insan, tıpkı benim gibi, korkmayacaksınız öyle, ya sevmezlerse diye beni…
İnsana “doğru” lazımdır, “gerçek” lazımdır…varsın kötüler, yanlışlar, gereksizler sevmesin sizi!

Doğruya doğru, eğriye eğriyimdir evet! Ve bununla onur duyarım kendimle… keşke herkes öyle olsa, olabilse…
Yani,
Asile asil, sefile  tam da sefilin hakettiğince, sefilin kendi diliyle, onu onun silahıyla…
Sefil yontmuyor kendini de, sefile taltif gibi bir de üstüne promosyon, sefile karşı ben mi yontucam kendimi?!


Doğru düşünmeliyiz lütfen.




Filiz Alev
16.10.2011

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..