- Kategori
- Kitap
Okumak için kitap arayışı ve sonrası

Geçenlerde Ankara’nın yaklaşık 600 bin nüfuslu bir ilçesinde kitapçıları dolanıyorum. Amacım okuyabileceğim bir kitap satın almak.
İlçe merkezinde var olan aynı zamanda kitapta satan birkaç kırtasiyeciye uğradım. Ancak onlarda okuyabileceğim kitap sayısı yok denecek kadar azdı. Sordum soruşturdum. Nihayetinde bana Ankara Kızılay Zafer Çarşısındaki gibi rahatlıkla kitap seçebileceğim kitap satan bir yer olduğunu söylediler.
Aradım buldum. Günlerden Cuma idi. Öğle saatleri. Dalgınım, yorgunum. Tam içeriye gireceğim sırada görevli önüme geçti. “ İçeriye şu an giremezsiniz” dedi. Nedenini sorduğumda “Bugün Cuma. Cuma namazına gideceğiz. Gelene kadar işyeri kapalı.” Anlayışla karşıladım. Dalgınlığıma hayıflandım.
Namaz sonrası kitapçıya girebildim. Üst katta kırtasiye benzeri ıvır zıvır satılmakta idi. Sordum. Kitaplar alt kattaki salonda dediler. Merdivenden aşağıya indim. Genişçe bir salon raflarda boy boy kitaplar. Üst kısımlarında hangi konuya dair olduklarını belirten büyük puntolu açıklamalı yazılar vardı. Salonun orta yerine birkaç masa ve sandalye konmuştu. Kimi çocuklar o masalarda kitap okuyor ya da inceliyorlardı.
Rafların büyük bölümünde dini yayınlar vardı. Bir kısmında ise Fethullah Gülen eserleri satışa sunulmuştu. Diğer bölümlerde ise son çıkan kitaplardan birkaç örnek, dünya klasiklerinin yer aldığı bölüm, 1001 eser yayınları, çocuklara yönelik yayınlar, Türk edebiyatından birkaç yazarın eseri sıra sıra diziliydi.
Görevliye sordum. Atatürk’le ilgili kitaplar nerde diye. Beni ilgili yere götürdü. O kısımda bir kitap seçtim. Meslek hayatımla yakından alakalı olan tarihi konuda bir kitaptı bu. Okumak için satın aldım ve evin yolunu tuttum.
***
Mustafa Kemal Türk milletinin yetiştirdiği ve tarihin adını altın harflerle yazdığı en önemli devlet adamlarından biridir. Asırlardır bölme, parçalama, zayıflatma faaliyetlerinin sonuç vermesi ile yıkılma aşamasına gelen Osmanlı Devleti’nin yerine Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ve şekillendirmiştir.
Yabancıların boyunduruğu altında inim inim inleyen mazlum milletlere ulusal bağımsızlığın yolunu göstermiştir. Hedefi taklitçilik değildi. Batıda var olan evrensel değerleri alıp ülkesinde başarı ile uygulamasını bilmiştir. Bu bağlamda çağdaş bir anlayışla batıyı ve aydınlanmacı düşünceyi seçmiştir. Benimsemiştir, uygulamıştır.
Anti-emperyalistti. Hümanistti. Lâikliği seçmişti. Başarılı bir devlet adamı idi. İyi bir asker olduğu gibi iyi bir ekonomist ve vatanseverdi. Düşüncelerinde ve uygulamalarında Türk milletinin yararını ve kalkınmasını daima ön plânda tutmuştur.
Sağlığında olduğu gibi bugünde sayısız muhalifi vardır. Çağdaş uygulamalarını hazmedemeyenler dün olduğu gibi bugünde o’na saldırmayı ve mesnetsiz düşünce üretmeyi marifet saymaktadırlar.
Mustafa Kemal’in çağdaş ve yenilikçi uygulamalarına karşı çıkışlar ustaca yazılan yazıların satır aralarına sıkıştırılıyor. Kısa dönemde yaptığı devrimleri ve uygulamaları çekemeyenler, eskiye olan özlemlerini bir nebze de olsa gidermek için O’nun konuşmalarını ve yaşamını kendilerine göre yorumlamayı da marifet saymaktadırlar.
Ankara’nın karlı bir sabahında bunları yazmamın nedeni okumakta olduğum ve her satırında Mustafa kemal’e göndermeler olan bir kitabın satırlarından kaynaklanmaktadır.
Kitapta birkaç örnek vermeden önce Sokrates’e yöneltilen suç, kısaca savunması ve ölümü üzerine birkaç şey söylemek istiyorum.
Sokrates Atine sokaklarında, yaşadığı toplumun yanlış gelenek ve alışkanlıklarını tenkit eden, fakir, hiçbir politikaya karışmamış, makam ve menfaat peşinde olmayan, saçı sakalı ağarmış yetmişlik bir ihtiyardır.
O halde niçin mahkeme önündedir Sokrates?
Adam kayırmacılık mı yapmıştır? Hırsızlık mı yapmıştır? Devlet ve yöneticiler aleyhine mi konuşmuştur? Hayır.
Suçlama konusu bakın nedir?
“Devletin Tanrılarına sadakatsizlik etmiş, memleket gençlerini fena yollara sürüklemiş…”
Sokrates kendisini müdafaa eder. Eflatun’un Apologia diyalogu bunu nakleder.
Sokrates şöyle der:
“Atinalılar! Önce bana çevrilmiş olan daha eski suçlamalara ve beni çok daha eskiden beri suçlayanlara cevap vermek isterim. Bundan sonra daha yenilerine cevap vermek isterim. Bundan sonra daha yenilerine cevap vereceğim. Çünkü Atinalılar yıllardan beri haksız yere beni size karşı suçlayıp duran birçok kimseler olmuştur.
Anytos ve arkadaşları benim için daha az tehlikeli olmamakla beraber ben bunlardan daha çok korkarım. Evet, hâkimlerim, bunlar daha tehlikelidirler; çünkü bunlar birçoğumuzu da çocukluğumuzdan beri yalanlarla kandırarak güya göklerde olup bitenlerle uğraşan, yerin altında neler olup bittiğini araştıran, yanlışı doğru gibi göstermeyi beceren, Sokrates adlı bir bilgin olduğuna sizi inandırmışlardır.
Beni suçlayanlar içinde en çok korktuklarım işte bu masalı yayanlardır.”
Uzatmayayım Sokrates kendini savunur. Kendini suçlayanlara gerekli cevapları verir. Ve savunmasının bir yerinde şöyle bir soru ile karşılaşır. ” Herhalde alışılanın dışında bir şey yapmış olacaksın ki aleyhine bu gibi suçlamalar var? Sen de herkes gibi olsaydın bütün bu dedikodular çıkmazdı?”
Sokrates’in ironik, iğneli, ciddi ve hazin savunması sonunda mahkeme kararını verir.
Sokrates zehir içmek suretiyle ölüme mahkûm edilir.
Mustafa Kemal’e karşı yürütülen bilinçli kampanyanın sonunda hedeflenen Mustafa Kemal’in yaptıklarını küçümsemek ve eskiye olan özlem yatmaktadır.
Örneğin bir yazarımız yazdığı kitapta şöyle diyor:
“1935 yılının ikinci yarısının gazetelerini, Ulus’u, Kurun’u, Cumhuriyet’i taramıştım bir zamanlar. Haftalar geçiyordu, Atatürk’ten tek satır bahis yoktu! Şaka etmiyorum, ‘ resmen’ yoktu.
Arada sırada kibrit kutusu büyüklüğünde bir haber sürpriz yapıyordu bana: ‘ Atatürk dün filan büyükelçiyi Florya Köşkü’nde kabul etti.’ Ya da ‘ Ata Yalova’ya geçti’. O kadar.”
Bu satırlarla okuyucuya verilmek istenen 1935 yılında artık Atatürk’ün önemli devlet meselelerinde geri plânda kaldığı ve karar mekanizmasında yer almadığı ve gözlerden uzak yaşadığı düşüncesidir.
Neden bu yargıya varıyor sayın yazar?
Nedeni şu.
Atatürk o günlerin gazetelerinde manşetlerde yer almamış.
Sayın yazar bu sebeple bunu yazdığı yazı ile okuyucularına anlatıyor. Gerçekleri göz ardı ederek yapıyor bunu. Bakın nasıl.
1935 yılı Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde önemi olan bir yıldır. Sanayi alanında birçok ilke imza atılmıştır o yıl.
14 Haziran 1935 tarihinde MTA (Maden Tetkik Arama Enstitüsü) kurulmuştur.
Ve yine aynı gün Etibank kurulmuştur.
24 Haziran 1935’te EİEİ (Elektrik İşleri Etüt İdaresi) kurulur.
Böylece Sümerbank, MTA, Etibank ve EİEİ’nin kurulmasıyla genç Cumhuriyetin sanayi alanındaki kurumsal altyapısı önemli ölçüde tamamlanmıştır.
Şimdi sormak lazım:
Bir devletin kalkınmasında lokomotif görevi görecek sanayi kuruluşlarının kurulması gazetelerde yer alırken ve yadsınamayacak önemli bir olayken, o kuruluşların kurulmasında, gazetelerde yer almadı diye Cumhurbaşkanı konumunda olan bir devlet adamının katkısının olmadığını söylemek mümkünmüdür?
Ya da soruyu söyle sorayım.
Önemli devlet görevleri ve uygulamaları konusunda mesafe alınırken – o günkü basın yayın şartları dikkate alınarak- illaki gazetelerde yer almak mı gerekiyordu?
Yine aynı yazarın kitabında yer alan yazıda: “1935 yılı 30 Ağustos törenleri yapılacak; lakin manzara bugünkünden epeyce farklı. Kutlamaları Atatürk kabul ediyor zannediyorsunuz değil mi? Yanıldınız efendim. Genelkurmay başkanı Fevzi Çakmak katılıyor kutlamalara ve tebrikleri bizzat o kabul ediyor. Niye? Çünkü Büyük Taarruz’un plânlarını o hazırlamıştır, bir. Günün Genelkurmay Başkanı dururken artık sivil bir makamda bulunan Cumhurbaşkanı’nın kutlamalara katılması abes kaçardı, iki.”
Yazarın yukarda yazdıklarının en çarpıcı kısmı ‘Büyük Taarruzun Plânlarını’ Fevzi Çakmak’ın hazırladığını ve bu nedenle kutlamalara O’nun katıldığını belirten satırlardır.
Yine sormak lazım:
1935 yılının yanı sıra daha önce yapılan 30 Ağustos törenlerine daima ‘Büyük taarruzun plânlarını’ yaptığını iddia ettiğiniz Fevzi Çakmak’mı katılmıştır?
Atatürk daha önceki yıllarda 30 Ağustos törenlerine hiç katılmamış mıdır?
Yok, katılmış ise yukarıdaki belirttiğiniz “Çünkü Büyük Taarruz’un plânlarını o hazırlamıştır” savına aykırı düşmüyor mu?
Yani sizin deyiminizle ‘Büyük Taarruzun plânlarını’ yapmak 30 Ağustos törenlerine katılmayı bir hak olarak öne mi çıkarıyor?
Son bir soru:
Büyük Taarruzun plânlarını Fevzi çakmak’ın yaptığını belgeleyebilir misiniz?
Bu yazdıklarım sadece denizde birkaç damla.
Aylar öncesinde Fatih Altaylı’nın bir programında konuşan bir kız boşuna “Kurtuluş Savaşı’nın Atatürk’le ilgisi yok. Kurtuluş Savaşı’nı Sütçü İmam başlattı” demiyordu. Çünkü onlar söylemleri doğrultusunda yetiştiriliyorlar.