- Kategori
- Güncel
Ölüm bazıları için kurtuluş mudur?

Ölüm, ayrılık, acı ve hüzün demektir.
İster iyi, ister kötü olsun her ölenin üzülüp ağlayanı vardır. Ölüm istenmeyen, hoşlanılmayandır ama aynı zamanda önlenemez, önü alınamaz bir gerçekliktir. Atalarımıza göre, "ölümden başka her şeyin çaresi vardır!" Aslında bu, "ölüme çare yok" demektir.
Başka bir deyişle ölüm, kaçınılmaz sondur ve her canlı için mukadderdir. Vakti zamanı gelince kimseye iltimas geçmez, kimseye imtiyaz tanımaz. Dokunumazlık, ayrıcalık, şahlık, krallık, büyüklük, küçüklük benzeri dünyevi statüler ölüm karşısında bir anlam ifade etmez. Onun için şöhretin, gücün, başarının, zirvede olmanın hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. Kur'an, "Her canlı ölümü tadacaktır" demektedir. (Ali-i İmran 185)
O, zenginle fakirin, efendiyle kölenin, inançlıyla inançsızın, güçlüyle zayıfın ortak kaderidir. Kimse bundan istisna değildir. Vakti dolan her canlıyı yakalar ve hemcinsleriyle eşitler. Ölüm, düşünebilenler için mutlak adalete işaret eden tek somut örnektir.
Zalimle mazlum, katille maktül, hakimle mahkum, aldatanla aldanan, ezenle ezilen günü geldiğinde ölümde buluşur. Ölümü yok saymak, yadsımak imkansızdır. Fakat bir çok insan, azrail kapısını çalana kadar arzu ettiği ve inandığı biçimde yaşamaya devam eder. Ölümü aklına getirmez. Yaptıklarının doğru mu, yanlış mı olduğunu sorgulamaz, "şu fani dünya bu kadar hırsa, bu kadar ihtirasa, bu kadar aç gözlü olmaya değer mi" diye düşünmez.
Bu meyanda çıkarına mani gördüğü her şeyi yakar, yıkar, kırar, döker ve öldürür. Hakkını yediği, eziyet ve işkence ettiği, hayatını çaldığı; malını, mülkünü, hürriyetini gasbettiği insanların da (en az kendisi kadar) yaşama hakkı olduğunu/olması gerektiğini aklına getirmez. Nefsine ve yakınlarına layık gördüğü merhameti başkalarından esirger. Gücü ve imkanı arttıkça vicdanı zayıflar ve direksiyon hakimiyeti kaybolmuş araç misali yoldan çıkar, hatta bazen canavarlaşır.
Soyunun binlerce yılda oluşturduğu hayat tecrübesini bir çırpıda silkeleyip atar. Ahlakı, toplumsal icapları, sevgiyi, empatiyi bir kenara bırakır. Yalnızca kendi çıkarına odaklanır veya gerçeğin yaşadığından ibaret olduğuna inanmaya başlar. Buna kişisel ihtiras veya fanatizm denir ki, çok farklı biçimlerde tecelli eder. Bu durum, bazı insanlarda maddi menfaat ve güç, bazılarında ise ideolojik hakimiyet arzusu olarak ortaya çıkabilir. Böyle tipler hayatı, dini, ideolojiyi amaçlarına uygun olarak yorumlarlar ve bu yorumlamaları zihinlerinde meşrulaştırırlar.
Zeki Alasya öldü. Seçimle gelmiş bir iktidarı güç kullanarak ele geçiren ihtilalci Kenan Evren de... Bunlardan biri sanatçıydı, diğeri darbeci bir askerdi. Ölüm, aralarındaki farkı dikkate almadı. İkisine de aynı davrandı. Böylece insanların çok önem verdiği gücü de sanatı da sıfırlamış oldu. Hep olageldiği gibi ölümle birlikte ikisinin de yapıp etmeleri sona erdi. Ne sanat kaldı, ne saltanat, ne iyi kaldı, ne de kötü. İnsanları, "asmayıp ta besleyecek miydik!" diyen, bir çok kişinin dayanılmaz işkenceler görmesine aldırmayan adamla, onun yaptıklarına karşı çıktığını düşündüğümüz başka bir adam ölümde buluştu.
Halbuki içimizde oluşan hissiyat, yanlış bildiğimiz insanların ölüme daha layık oldukları yönündedir. Sanıyorum bu hususta bir çok insanın duyguları ortaktır. Hemen herkesin içinden, ölmenin ve acı çekmenin kötüler için daha münasip olduğuna dair fikirler gelip geçmiştir. Verilen ölüm cezaları da bu yüzden olsa gerektir. Durum buyken ölümün iyi, dürüst, ahlaklı ve namuslu insanlara muafiyet tanıdığı görülmemiştir.
İnsanoğlunun yargıları, aidiyetinin temelini oluşturan ideolojisine göre değişmektedir. Mesela bir çok insana göre Kenan Evren, darbeci bir paşa olmanın yanında, okullara din dersi mecburiyeti koyan bir dincidir. Bana göre ise hiç te öyle değildir. Zorunlu din dersi Evren'nin arzusu değil, ona darbe yaptıranların dayatmasıdır. Çünkü bu dersler, belli bir hesabı veya amacı gerçekleştirmek için devreye sokulan "yeşil kuşak" projesinin bir sonucudur. Esas itibariyle, Evren'in hayatı anlayışı ve yorumlayışı Zeki Alasya'dan farklı değildir. Yani Evren, kesinlikle Alasya'dan daha dindar değildir.
Bazı insanlar ölüme, arkalarında hoş tadlar, bazıları da büyük acılar bırakarak giderler. Eğer ölüm bir sonsa uğranan haksızlıkların, görülen kötü muamelenin, taciz ve tecavüzlerin, işkencelerin bir cezası olmuyor veya olmayacak demektir. Yani kötülerin yaptığı yanlarına kâr kalacaktır. Buna karşın, düşünenlerin içindeki "mutlak adalet" fikri varlığını sürdürecektir. Eğer adalet, dünyada gereği kadar uygulanamıyorsa, ölümden sonra da bir hesap günü bulunmuyorsa bu düşünce anlamsızdır. Hatta saçmadır. Olmayacak bir rüyanın peşine düşüp, kendi kendini aldatmaktır.
Diğer taraftan, madem iyi veya kötü herkes eninde sonunda ölüyor; o zaman, dürüst insan olmak için arzu ve heveslerimizden fedakarlık etmeye, kurallara uymak için kendimizi zora sokmaya ne gerek var? Tüm değerlerin üzerinden bir silindir geçirelim ve her şeyi dümdüz edelim gitsin. Zira gayri meşru anlayış/tarz, dünya nimetlerine ve zevklerine daha kolay ulaşmamız, isteklerimizi kestirmeden karşılamamız hususunda bize sınırsız olanaklar sunmaktadır. (Evet bu genellikle böyledir) Durum buyken düşünen insanlar, tarih boyunca toplumları meşru olmayana karşı durmaya çağırmış, sürekli olarak iyiliğe ve dürüstlüğe vurgu yapagelmiştir. "Şu üç günlük dünyada, birbirimizi incitmeye, üzmeye değmez" fikrini hakim kılmaya çalışmıştır.
Tabi ki bunun nedeni, öldükten sonra iyi insan olarak anılma arzusu değildir. Muhtemelen, ideal ve yaşanası bir hayat biçimi oluşturma çabası da değildir. Çünkü görmüş geçirmiş her akıllı insan bilmektedir ki, bu dünyada hiç bir zaman huzur olmamış ve olmayacaktır. Belki ideal hayat fikri iyiliği, ahlakı, dürüstlüğü öncelikli kılma konusunda etkili olmuştur ama asıl sebep, dünyada bir türlü sağlanamayan adaletin ve huzurun öbür alemde gerçekleşeceğine dair beklentidir. Yani iyi olanın kurtulacağı inancıdır.
Doğru, dürüst ve temiz insan olabilirsiniz Ancak, ölüm sonrasında bir mahkeme-i kübranın kurulacağına inanmıyorsanız içinizdeki adalet duygusundan umut beklememelisiniz. Hatta onu zihninizden silmeli, yok hükmüne indirmelisiniz. Çünkü mevcut dünyada "adalet" hayalinin gerçekleşmesi mümkün görünmüyor.
Adalet aradan çıktığında ise geride, zalimin krallığına, mazlumun aczine, ölümün de kötüler için kurtuluş olduğuna şahitlik etmek, kurbanlara üzülüp, katilleri lanetleyerek nefsimizi onurlandırmak kalıyor.
Kenan Evren, devlet gücü elindeyken en çok övülüp yalakalık yapılan, iktidardan ayrıldıktan da en çok eleştirilen bir asker ve devlet adamıydı. Sonunda darbecilikten yargılandı ve ceza aldı. Ancak verilen hüküm Yargıtay aşamasını tamamlamadığı için edindiği resmi sıfatlarını koruyor. Duyduğum kadarıyla kendisine devlet töreni yapılacak ama cenaze merasimine hükümet erkanı ve siyasi liderler katılmayacak. Katılım bürokratlar düzeyinde olacak ve cenaze meclisin onüne getirilmeyecek.
Zeki Alasya'nın, kişisel tercihleri, seçtiği hayat tarzı, fikirleri sadece kendini bağlar/bağladı. Evren'in dünya görüşü, tarzı ve anlayışı ise tüm ülkeyi etkiledi. Giderken ardında iyi hatıralar bırakmadı ama son deminde ihtilal yapmanın suç olduğunu öğrendi. Ne var ki bu dünyada insanlara yanlış yapan, kötülük eden tek kişi Evren değildi. Yukarıda da ifade ettiğim gibi kesin sonuç ve şaşmaz adalet için hesap günü şarttır. Yoksa kötülerin yaptığı yanlarına kar kalır.
Resim: acunn.com