- Kategori
- Güncel
Barış sürecinin sonu mu?

Ak Parti çözüm sürecine tarafken, muhalifler karşıydı!
İktidara göre, "çözüm süreci" ciddi bir işti ama muhaliflere göre içi boş bir hevesti.
Çünkü, "barış süreci" teröre teslimiyetti, ülkeyi bölmekti veya bilâ bedel kötü niyetli mihraklara sunmaktı.
Süreci yürütenler vatan hainiydi, devlet ve millet düşmanıydı...
Birileri inanmasa, alaya alıp küçümsese, ciddiyetten uzak bulsa da Ak Parti hükümetlerinin nihai hedefi gerçekten çözümdü, barıştı. Yani ülkeye huzurun gelmesiydi. Fakat PKK'nin uzlaşmaz tavrı, son kertede tekrar fiili müdahaleyi getirdi.
İşte ne olduysa bundan sonra oldu;
Düne kadar çözüm sürecini yerden yere vuranlar birden barışçı kesildiler ve eller tetikten çekilsin, önceki duruma geri dönülsün demeye başladılar. Hükümeti, ağır ifadelerle eleştirip, anlaşmayı bozmakla suçladılar. Böylece, barışçılarla savaşçılar saf değiştirmiş, yani çözüm sürecini başlatıp yürüten iktidar savaşçı, muhalifler de barışçı konumuna yerleşmiş oldular.
İktidarın, süreç aleyhine tutum almasının elbette anlaşılabilir bir yönü vardı. Zira epey zamandır devlet, PKK'nin Güneydoğu'daki yol kesme, şantiye basma, kimlik kontrolü yapma, adam kaçırma gibi eylemlerine, süreç zarar görmesin diye, müsamaha gösteriyordu. Bu iyi niyetli tutum, PKK tarafından acziyet olarak anlaşılıyor olmalıydı ki, fazlasıyla istismar ediliyordu. Daha açıkçası, eylemciler fırsatı ganimet biliyordu.
Öte yandan içinde, "sırtını kendi devleti yerine dış (PYD) örgütlere dayayan, (1) ve PKK'nin bizi tükrüğünde boğacağını iddia eden" (2) insanların da bulunduğu HDP, tahrik edici beyanlarını sürdürüyordu. Kürt vatandaşlara sağlanmış olan haklar, her ne hikmetse onları zerre kadar ilgilendirmiyordu.
HDP ve PKK'nın, eylemselliğe gerekçe yaptığı kültürel hakların serbest hale gelmesi bu yapılarda bir yumuşama ve memnuniyet oluşturmadı. İtiraz ve eylemler ayniyle devam etti. Halbuki Ak Parti iktidarları bu haklar için büyük risk almış, Kemalistlerle Türk milliyetçilerinin tepkilerini göğüslemek zorunda kalmıştı. Esasen sunulan hak ve imkanlar şiddet eylemlerinin gerekçesini ortadan kaldırmıştı/ kaldırmalıydı.
Artık güneydoğulu vatandaşlar W, Q, X gibi harfleri yasal olarak kullanabiliyor, dillerini özgürce konuşabiliyor, kürtçe özel okul, televizyon ve radyo açabiliyordu. Barış ve birlik yolunda bunca mesafe alınmışken hala sürdürülen yol kesmeler, karakollara saldırmalar, şantiyelere baskın düzenlemeler, asker ve polisin canına kastetmeler anlaşılabilir değildi. Bu tutum, ancak kötü niyetle açıklanabilirdi. Doğrusu bu aymazlığın, dürüst yüreklerde makul ve ikna edici bir cevabı olamazdı. Bir iktidar, verdiği sözü tutmayan bir muhatapla yaptığı barış sözleşmesini nereye kadar götürebilirdi ki? Nihayet hoşgörü ve sabır da bir yere kadardı.
"Suruç katliamının" ardına saklanarak polis katletmenin gerilimi artırıp, düşmanlıkları çoğaltmaktan öte ne yararı oldu ki? Bazılarına göre, Güneydoğuya yapılan yatırımlar yani yollar, köprüler, barajlar santraller ya da fabrikalar askeri amaçlıydı ve yapılmamalıydı. Sanki bu bölgenin insanları yol, köprü kullanmıyor, elektrik tüketmiyor, tesis ve fabrikalarda çalışmaya ihtiyaç duymuyordu!
Demek ki, yanlış kulvarda yol alanlar ancak bu kadar mantık yürütebiliyor. Anlaşılıyor ki bazıları medeniyeti, insan haklarını, bireysel özgürlükleri pek önemsemiyor. Belki de bu yüzden, hayatlarının baharındaki delikanlıların/ kızların ölüme gitmesi bunların yüreğini sızlatmıyor. Sürüp giden bu döngünün ne zaman biteceği, huzurun ne zaman avdet edeceği ise kimse tarafından bilinmiyor. En yetkili kişiler bile, şu kadar zaman sonra yaşadığımız bu gerilim bitecek ülke ve toplum barışa ve huzura kavuşacak diyemiyor. İnsanımızın rahat nefes alması, huzur ve güven içinde bir hayat sürmesi nedense birilerine çok ağır geliyor. Yani kendileri huzursuz olanlar, çevreleri de rahatsız olsun istiyor.
Evet ortada bir kavga var. Cemaat ve onunla birlikte hareket edenler, devlet kurumlarını ele geçirmek ya da bulunduğu pozisyonu korumak için kıyasıya mücadele veriyor. PKK'da eylemleriyle, şöyle veya böyle bu çabaya katkıda bulunuyor. Mezkur odakların bu taktiğine, sorumluluk almadan idareye hakim olma arzusu veya stratejisi diyebiliriz.
Yani malum kesim ve cemaat devlete, seçim yoluyla değil, bürokrasi yoluyla hakim olmayı nihai amacı için daha münasip görüyor. Çünkü siyaseten devletlü olanın ömrü dört yıl sürüyor. Sonra yeniden halkın karşısına çıkıp oy isteme gibi zor ve meşekkatli görevi yerine getirmek gerekiyor. Bürokratik iktidarınsa 65 yaşına kadar devam eden oldukça uzun bir süresi var. Ayrıca idari kadrolara sahip olanlar, hem kendi adamlarına iş bulmuş, hem de ideolojilerini devletleştirmiş oluyor. Daha açıkçası hangi parti iktidara gelirse gelsin, yönetimde bürokrasidekilerin borusu ötüyor.
CHP yetkililerinin bir kısmı şu an siyaseten iktidar olmak için ciddi gayret gösteriyor. Ancak klasik partililerle, bazı baroların ve mimarlar odası gibi kurumların başında bulunan bağlıların da nihai hedefi, CHP'nin (yani kendilerinin) fikren ve zikren iktidar olmasıdır. Esasen partisi olmayan cemaatin, süregelen ve makul sınırları aşarak kronik hale gelen iktidar düşmanlığının altında yatan da budur. Yani kaybettiklerini geri alarak bürokratik kanaldan devlete hakim olmaktır. Siyasi partilerin dışında kalanların sürdürdüğü bu ortak çabanın, ülke ve millet kaygısı taşımadığı yalnızca bir çıkar hesabı güttüğü ortadadır.
Tabi ki, mevcut iktidarla Tayyip Erdoğan'ın hesabı olmadığını söyleyemeyiz. Ak Parti şu an geçici olarak hükümet etmektedir ama şüphesiz ki, o da tek başına iktidar olmanın hesaplarını yapmaktadır. Ancak onun diğerlerinden bir farkı olduğunu da söylemeden geçmemeliyim. Ak Parti'nin 2023 ve 2071e dair hedefleri vardır. Yani ülkenin istikbaline dönük bir vizyon ortaya koymuştur ve bunu gerçekleştirmek için ciddi çaba sarfetmektedir. Bu hedefe ulaşmak için çalışmaktadır.
Sonuç olarak ülkemize huzurun gelmesi, gençlerin, askerlerin, polislerin ve masum vatandaşların yok yere hayatlarından olmaması için bu ülkeye barışın hakim olması lazımdır. Bence, PKK'nın varlık sebebi olduğu iddia edilen haksızlıklar ortadan kalkmıştır. Çünkü artık istisnasız herkes kimliğini açıkça ifade etmekte, anadilini özgürce konuşup yazmakta serbest olmuştur. Bundan böyle (zaten olmaması gereken) silah ve şiddet siyasetinin yerini, söz ve barış politikası almalıdır. Kısacası PKK sahneden çekilip yerini HDP'ye bırakmalıdır.
(1)- Figen Yüksekdağ HDP Eşbaşkanı: "Biz sırtımızı Rojava'ya, Kobani'ye, IŞİD vahşetine karşı direnen halklara, insanlık mücadelesi yürüten YPG-YPJ'ye dayıyoruz!" (Gazeteler) Zannımca bir insan sırtını, vatandaşı olduğu devlete dayar. Eğer bir insan sırtını kendi devletinden başka bir yere dayıyorsa ortada bir sorun var demektir.
Resim: kapsamhaber.com