Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Ölümün şiirini yazmak

Ölümün şiirini yazmak
 

Nazım Hikmet'in şiirleri yaşama dairdir. Belki de ben yaşama dair olanları daha çok sevdiğimdendir böyle düşünmem. Öyle ki, ölmek bile yaşamak içindir.
(..)
"Toprakta suyu bulan kök gibi o, diyor ki bana:
Yemek, içmek, soğuk, sıcak, kavga, koku, renk
Ölmek için yaşamak değil
Yaşamak için ölmek."
Ölümünden kırk yıl sonra bile sıcak, canlı, dipdiri.Yaşamıyla, felsefesiyle, aşklarıyla ve tüm yapıtlarıyla bugün onu hala tartışıyoruz, kızıyoruz, seviyoruz, okuyoruz.
Yaşamak için ölmek böyle bir şey olmalı...

Ölümü en acı haliyle anlatır Abdülhak Hamit Tarhan. Çok sevdiği eşi Fatma Hanım'ın ardından yazdığı Makber'i acı çeken bir ruhun aynası olarak kabul edebiliriz:
"Eyvah, ne yer ne yar kaldı
Gönlüm dolu ah u zar kaldı
Şimdi buradaydı gitti elden
Gitti ebede gelip ezelden
Ben gittim o hak-sar kaldı
Baki o enis-i dilden eyvah,
Beyrut'ta bir mezar kaldı."
(...)

Yaşamın bazı insanlara acımasız davrandığı bir gerçek.Kırk altı yaşında kaybettiğimiz Cahit Sıtkı Tarancı için Otuz Beş Yaş yolun yarısı etmedi örneğin. Ama ölümü de kimse onun kadar yalın, gerçekçi, sıradan anlatmadı şiirinde:
(...)
"Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun, uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında."
Ölüme kafa tuttuğu da olmuştur şairimizin. Kim bilir belki de ölümle inatlaştığındandır, erken teslim oluşu...
"Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam.
Ben ölecek adam değilim."
Der, ama Fani Dünya adlı şiirinde kadercidir:
(...)
"Her mevsimiyle insanı ayrı ayrı saran
Bunca güzelliği nasıl koyup gideceğiz
Yaman çalacak o çalmayası saat yaman
Geçmiş ola bir kez yumuldumu gözlerimiz."
Tarancı'nın
şiirlerinde ölümden sonrası da vardır. Bazen mezarının önünden geçen güzel bir kadının ardından bakar, bazen mezarına çiçek bırakanlara seslenir:
(...)
"Kabrime çiçek getirenlere gülerim
Gafil kişilermiş şu insanlar vesselam
Bilmezler ki bu kabirle yoktur alakam
Ben o çiçeklerdeyim, ben o çiçeklerim."

Ahmet Hamdi Tanpınar, ölüme unutuşun penceresinden bakar. Aslında en hazin olanı da bu değil midir? Unutmak, unutulmak...
"Selam olsun bizden güzel dünyaya
Bahçelerde hala güller açar mı?
(...)
Uzak çok uzağız şimdi ışıktan
Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan
Dönmeyen gemiler olduk açıktan
Adınızı soran, arayan var mı?"

Yahya Kemal , ölümün
felsefesini yapar şiirle. "Ölüm asude bir bahar ülkesi" midir gerçekten? Yoksa meçhule giden "Sessiz Gemi" midir ölüm?
Sonsuz bilinmezliği bilinen sözcüklerle ifade etmenin anlamsızlığını büyük usta da fark etmiş olmalı:
"Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç."
Diyerek her şeyi oluruna bırakmış sonunda.

Ahmet Kutsi Tecer, "Besbelli ölümüm sabahleyindir, " derken, Ataol Behramoğlu "Ben ölürsem akşam üstü ölürüm"
der.
Ben de güneş batımını tercih edenlerden yanayım!
Aslında, ölümle şaka olmaz derler ama biz de galiba onu çok fazla ciddiye alıyoruz...
"Adı soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır parantez."*

Bu kadar basit!
Ama yine de, "Yaşlandıkça keşfettiğim tek gerçek / İçimdeki çocuk ölümden çok korkuyor." **


* Behçet Necatigil
**Şükrü Erbaş
 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..