Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Şubat '08

 
Kategori
Şiir
 

ömür, böyle geçer mi?...

Yaş on yedi…
Mavi gözlü, altın sarısı saçlı, eh uzun sayılır boylu…
Biraz edebiyat meraklısı, yazı yazan,
Arada sırada şiir patlatan,
Kızların “Yakışıklı” saydıkları kadar da yakışıklı…
Liseli talebelerden…

Okul mu?...
Geç orayı, pek parlak değil ama, “Geçer”ler arasında…

Hayatı akarına bırakıp,
Baba elinde büyürken,
Bir de bakmış ki,
Yer, İstanbul Vakıf Guraba hastanesi…

Ne var?...
N’oluyor?...
Demeye kalmıyor ki, noktayı koyuyor doktorlar...
“Altı aylık ömrün kaldı…” deyiveriyorlar…

“Ne altı ayı be…
Dalga mı geçiyorsunuz?…
Adını aldığım dedem, doksan sekiz yaşında ölmüş,
Yüz yaşından önce ölenin…”
Diyor ve dediği gibi de çıkıyor yola…

Yüreği, insan sevgisiyle dolu…
Masmavi gözleriyle, hayata çakmak çakmak bakıyor…
Ömrüne altı ay biçiyorlar ya…
Onda, yılgınlık yok…
Daha fazla güçlü şimdi….

Hayata “Çakı” gibi atılıyor…
Hep “Koşmalı” işler onu buluyor.
Durmak mı?...
Dinlenmek mi?...
Tatil mi?...
Onlar ne ki?...
Sözlüğünde, bu kelimelerin karşılığı yok…
Başarmak, temel felsefesi.
Peki, ya gerisi?...
Dönüp de arkaya baktığı mı var ki!…

Dünyalık” onun hiç işi değil.
Sadece “O başarır” diyorlardı,
Zevkinden dört köşe oluyordu…
Sadece “Zevkinden” köşe.

Eş, dost, çevre, akraba…
Sevgiyle dolu bir dünya,
Yetiyor şimdilik ona.

Dost meclisleri,
Akraba ziyaretleri,
Memleket gezileri…

Görmediği, tanımadığı yer yok.
En sevdiği şey, dost meclisleri…
Gelsin, gidilsin…
Yensin, içilsin…

Eskiden televizyon yoktu ki…
Dost meclislerinde, muhabbet edilirdi.
Sonra, bir televizyon çıktı…
Önce “Tele safir”ler oluştu dost meclislerinde.
Sonra, her eve bir televizyon…

Dizler peş peşe…
Önce “Kaçak” , doktor Kimbıl
Ardından “Atılgan”, kaptan Körk…
Sonra, “Köle İzoğra” geldi.
Peşinden “Kökler” de zencilerin yaşam savaşı…

Derken, evlerin her odasında bir televizyon devri…
Yerli diziler peş peşe…
Ev ahalisi, hangisini isterse…
İki laf etmek yok..
Muhabbet yok…
Dost ziyaretleri, dizilere göre…

Sevgi mi?...
Muhabbet mi?...
Sordu kendi kendine, kaldı mı ki?...

Özledi geçen günlerdeki ömrünü.
Hani dost meclisleri?...
Hani ahbap ziyaretleri?...
Hani muhabbet?...

Şimdi, hiç bakmadığı yere baktı dönüp..
“Gitti” dedi “Gitti”
Altmış yıl birden gitti…

Ne dost kaldı, ne sevgi, ne de muhabbet…
Geleceğe baktı, sözü vardı…
Adını aldığı dedesi, doksan sekiz yaşında gitmişti de,
Günün birinde soranlara “Yüz yaşındayım” demeye söz vermişti…
Ama böylesine değil…
Sevgi ile…
Dost meclislerinde muhabbetle…
Gelinsin, gidilsin,
Yenilsin, içilsin ile…

“Ömür” dedi kendi kendine,
Ömür…

Böyle mi geçmeliydi?...
Sevgi olmadan,
Dost olmadan,
Muhabbet olmadan….

Dost bahçesini özlemişti…
Sevgi bahçesi, gözünde tütüyordu,
Muhabbet kazanında yoğrulmak istiyordu…

“Hadi” dedi kendi kendine bir gün,
Önünde, daha 40 yıl var.
Söz vermedin mi “Doksan sekizden önce ölenin” diye?...

“Dedim” dedi.
“Dedim de, benim istediğim bu hayat değildi ki”

Gözleri buğulandı…
Yaş, on yediyi çoktaan geçmişti…
Gözlerinin Mavisi yerindeydi de, çakmak çakmak değildi…
Altın sarısı saçlarından geriye, “Ak”lı ama azıcık kalmıştı…
Artık “Liseli” devri de geçmişti…
Yine şiir patlatıyordu ama, bu kez DOSTLAR bozuluyordu…

Bir dayanağı vardı sadece…
Bir GÜNEŞ’i…
Varlığının, sözünün eri olmanın nedeni…

Bir de dost meclisleri olsaydı…
Muhabbet olsaydı, sevgi olsaydı…

İbrahim PEKBAY
20 Ağustos 2005, Cumartesi
ANKARA

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..