Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '14

 
Kategori
Anılar
 

Ön görümlük mü? Son görümlük mü?

Ön görümlük  mü? Son görümlük mü?
 

Bir Hastane öyküsü doksanlardan


Çağlara uygun gelişmişliğe, her alandaki olanakların kıtlık günlerini hayli uzakta bırakmış  olmasına rağmen sıkça tanık oluyoruz . “Ye kürküm ye”, sözünün güncelliğini koruyor olmasına üzülerek!..

Giyimine, kuşamına, yakınlarının nufuzuna  göre değer verilen, ya da hadsizlik, edepsizlik boyutuna varan davranışlar sergileyen insanların her yerde sözünün geçkin, sınavlarının daha kolay oluşu nedendir? bilinmez değişmiyor bir türlü, gerçek ihtiyaç sahibi olup ağzı laf yapamayan, garibanların, çaresizlerin her daim daha fazladır gülüşlerinden üzünçleri, daha fazladır yüreklerinde cam kesikleri, Hayatta hiç olmayacak şeyler O’ nların başına gelir, “Ön görümlük gelip geçer elbet, son görümlük güzel olsun!..” deyip sabır denen o görünmez dala tutunarak beklerler bir türlü esemeyen, hüzün bulutlarını başlarından dağıtacak rüzgarları, katıp önüne gözyaşlarını uzaklara savuracak yağmurları yani çok uzaklardaki o son görümlük günlerini!.., sevinç, keyif, coşku, müjde de olsa ilerleyen zamanlarda anı olarak kalıyor belleklerde yaşanan ya da yaşatılanlar.

Bir babanın evden çıkarken ayakkabı bağcığını bağlanmaktı niyeti, herşey o anda başladı, dışarı çıkıyordu ve eğilip ayakkabısının bağcıklarını bağlaması gerekiyordu. Tam eğilmişti ki, tarifsiz bir acıyla henüz kapatmamış olduğu evinin kapısından gerisin geriye koşarak içeri girdi, kendisini halının üzerine yüzükoyun attı ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Kıvranıyordu, mutfak işleriyle uğraşan karısı koşarak gelip, “Yapma Allahaşkına kalk yaaa, şakanın sırası değil!” gibi sözlerle olayın şaka olmasını dileyen inleyişle, ne olup bittiğini algılamaya çalışırken, eğilip kocasının yüzüne baktığı anda işin ciddiyetini anlaması arasındaki saniyeler şaşkına döndürmüştü kadını, evin küçük oğlu da gelmiş biraz önce keyifle evden çıkmaya niyetlenen babanın haliyle annenin şaşkın çırpınışlarına akıl erdiremiyor sadece kapı aralığından izleyerek olanları anlamaya çalışıyordu. Annesinin “Koş komşulara bak kim varsa evde gelsin.” Demesiyle dışarı fırladı çocuk dakikalar içinde neredeyse bütün apartman komşuları koşup gelmişlerdi. Ancak dokunmak imkansızdı acıdan, kıvranan babaya içlerinden biri “bu böyle olmaz ambulans çağıralım” dedi. Bir süre sonra ambulans hasta baba ve yanına eşini de alıp hastane yoluna koyulmuştu. Kızı, oğlu, kardeşleri ve komşular arkadan kimi toplu taşıma kimi kendi araçlarıyla hastaneye ulaşmışlardı. Gereken müdahale yapıldı. “Kas sıkışması” teşhisi konmuş, ağrı kesici iğneler yapılmıştı. Ancak hasta hala bağırıyordu. Diğer  taraftan hastaların yoğunluğuna yetişmeye çalışan doktor. “Biz gereken müdahaleyi yaptık, bir kaç saate ağrısı hafifleyecek eşinizin, şimdi alın ve götürün” diyordu kadına, kadın; Dönüp eşine söylediğinde kesinlikle gidemeyeceğini, hastanede kalması gerektiğini söylüyor. Doktorsa müdahalesi yapılan hastanın hastaneden ayrılması gerektiğini söylüyordu, çaresiz kadın bir doktorun yanına gidiyor ricada bulunuyor. Eşinin yanına gelip “Deneyelim bakalım biraz doğrul da diye yalvarıyor. Adam avaz avaz bağırıyordu. Doktordan ambulans istediler “Hayır sadece bir ambulans var hastanemizde, onu da acil hastaları başka hastaneye ulaştırabilmek için kullanıyoruz.  Sizin hastanız acil değil, hemen alıp evinize gidin.” Diyordu. Sağlık bakanlığına bağlı ambulans tekrar arandı. “Bizim görevimiz hastayı hastaneye ulaştırmaktır. Görevimiz orada biter.” Diyordu telefondaki ses, hastane koridoruna taşınmış yüzükoyun uzanmış bir hastayı taşıyabilmek imkansızdı. En son çare üzerinde yattığı sedye ile eve götürebileceğine karar verildi. Hastanedeki akraba ve komşular tarafından, hemen doktora iletildi bu istek “Hayır, sedye hastaneden çıkarılamaz!” yanıtı alındı. Çaresiz çırpınışlar, önüne gelen resmi giyimli kişiden yardım istemeler sürüp gidiyor. Kimi kaale bile almadan, insanların yüzüne dahi bakmadan  yürümeye devam ediyor, kimi de “şuraya git, falana sor!” şeklinde başından savıyordu. Son olarak bir hastane personeli “sedyeyi hemen geri getirmek koşuluyla, nüfus cüzdanınızı bırakıp alabilirsiniz” dedi. Tüm yakınları, kızı, karısı sedyenin etrafına dizili vaziyette yola koyuldular. Bir yandan düştükleri çaresizlik çukurunda, incinmiş yüreği sızlıyordu sedye üzerinde yatan adamın çektiği acıdan daha çok etrafındakilere verdiği zahmet için, öte yandankarısı ve çocuklarının bir elleriyle sedyeyi itmeye çabalarken dönüşümlü olarak öbür ellerinin tersi yanaklarında gidip geliyordu. Yoğun bir trafik akışı vardı. İlerledikleri yolda gecenin saat üç dört civarında, insanlar ortalarına aldıkları bir sedyeyi(üzeri örtülü olduğu için insan olup olmadığı belli olmayan) anayolda etraftakilerin şakın bakışları arasında taşıyorlar, arabaları durdurup içindekilerin “Nedir durum? film çekimi falan mı?” şeklindeki sorularını da cevaplamak zorunda kalarak devam ediyorlardı. Yaklaşık iki kilometre  asfaltı köstebek yuvasına dönüşmüş yol üzerinde.  Eve geldiğinde az da olsa ağrı hafiflemeye başlamıştı. Ancak adam henüz yürüyerek merdiven çıkabilecek durumda da değildi. Bin bir güçlükle sedyeyle beraber, etraftakilerin yardımıyla evine çıkarılabildi. Ödünç alınan sedyenin hastaneye teslim edilmesi, bırakılan kimliğin alınabilmesi için gerekiyordu, bu defa boş sedyeyle sokaklarda giden birkaç insan komik durumda yol alıyorlardı, aynı şaşkın bakışlarla soruları yanıtlaya yanıtlaya, akıl hastanesinden kaçmış bir insan topluğu gibi algılayanların gülümseyen yüzlerine tanıklık ederek hastaneye ulaşıp sedye teslim edildi minnetle ve kimseler  zor duruma düşmesin diye dualar ederek…

Şair, fotoğraf sanatçısı,  Akgün Akova'nın izniyle bir şiirine yer vermek istiyorum. Kendisine  saygı ve  teşekkürlerimle

"YİTİK CENNET

                bir tren yolculuğunda
                cennetin annelerin ayakları altında olduğuna
                beni inandırmak için
                saatlerce dil döken küçük Yağmur'a


avaz avaz bağırıyor çocuk,
sonuna kadar açık gözlerinin musluğu:
'baba! baba!
ayağını kaldır
cenneti eziyo'sun!'

yerde yatan annesi
'keşke olmasaydın kızım,' diye geçiriyor aklından
        acıdan bayılmadan önce
sırtında tekme izleri
yüzü çürükler içinde"

Akgün Akova  bu şiir şairin “Seçme Şiirler”  kitabında yer almıştır.

 

 

 
Toplam blog
: 209
: 350
Kayıt tarihi
: 13.09.11
 
 

Kurşun kalemden gelen ağaç kokusunun kağıtla buluşma büyüsüyle yoluna devam eden, Lise mezunu, ha..