- Kategori
- Güncel
ONAYLANMIŞ ŞİDDET VE KADIN
Bugün Pınar Gültekin'in cansız bedeni bir varilin içinde yanmış ve üzerine beton dökülmüş halde bulundu. Her ne kadar bu konu rahatsızlık uyandırıp hiç olmamış gibi gözlerimizi kapatıp geçeceğine inanmak istesek de bu konuyu deşmeli ve neden bu olgunun artık hayatımızın bir parçası haline geldiğini ve gün aşırı haberlere düştüğünü anlamamız gerekir. Bu nedenle sosyal medyada bu gencecik kadının herhangi bir fotoğrafını paylaşıp altına bir etiket koymak benim için yeterli gelmedi. Çünkü artık bu da basitleşti. Tabi bunu da yapmak gerek ama elimizde ne kaynak varsa inandığımız şey için harcamalıyız.
Öncelikle şu konuyu açıklığa kavuşturmalıyız. Şiddetin her türlüsü sosyal ve zihinsel bir rahatsızlıktır. Şiddetin toplum içinde kabul görmesi ve vahşetin toplum içinde normalleşmesi ise bu durumu toplumsal bir suç ya da hastalık haline getirir. Bugün bu durumu kadın cinayetleri ve öldürülen yirmi yedi yaşında bir kadın ekseninde konuşuyor olsak da konuyu çok daha geniş bir eksene taşımalı ve sadece kadına şiddeti değil şiddeti lanetlemeliyiz. Çünkü bizim gayet sıradan bulduğumuz bir sokak kavgası dahi kanın tadını ve vahşeti basitleştirebilir ve başka bir cinayetin temelini oluşturabilir. Yani biz sadece kadına şiddeti kınayarak belki olumlu bir duruş sergileyip büyük oranda doğruyu savunmuş oluyoruz ama yaptığımız ne kadar güzel de olsa şeytanla değil oğlu ile didişiyoruz. Bizim es geçtiğimiz nokta bütün şiddet türlerini doğuran şiddetin ta kendisidir biz onunla savaşmalı ve onu olabilecek en düşük raddeye indirgemeliyiz. Peki bugün gündemdeki olayların üzerine ve daha önceki durumlarda da ne söyleyebiliriz.
Her katilin kendi aklı içinde bize insani ve makul gelemeyecek ve psikolojik bozulmaya uğramayan herkesin toplumun zararına olacağına anlayabileceği bir ya da birden fazla sebebi vardır. Buna göre elindeki kılıcı savurup kelleyi uçurur. Olay sonrasında ise kendi meşruiyetini ya sağlamaya çalışır. Ya da bunu dahi yapamadan ruhsal çöküşe girip tamamıyla zihinsel bir uçurumun kenarına sürüklenir. Bu durumu bir intihar izleyebilir ama bunun o kişi için pek bir anlamı yoktur. Bugün ülkemizde özellikle de kadın cinayetlerinde katillerin meşruiyetini her ne kadar biz bunları yazsak da medyanın ve toplumun desteği ile kendi içlerinde kısmen sağladıklarını ve hatta bazı koşullarda mahkeme kararının dahi bu yönde çıktığını görmekteyiz. Bu konuda şu cümleyi söylemek doğru olur. Onaylanmış şiddet toplumsal cinayettir. Ve düşünce özgürlüğünün ötesinde yasal olarak da pratikteki görüşe göre söylemler birer eylem niteliği taşımaktadır. Bu nedenle katilin, dayakçının, tacizcinin, şiddet yanlısının ve daha pek çoklarının yanında duran kişiler de Roma'da orta çağda “öldür öldür” diye bağıran kana susamış halkın kalıntısıdır. Demek istediğiniz suç ve suça azmettirenler, bu iki hasta cenah toplumda bugün gördüğü karşılığı ve yeri acaba ne kadar hak ediyorlar. Yasalarının henüz elinin uzanamadığı noktalara gitmeli ve bu sınırların yeterli olup olmadığını tartışmalıyız. Cinayeti destekleyenleri, tecavüzü, çocuk istismarını ve daha birçok uç kıdem toplumsal hastalığı savunanları nasıl normal insanlarla birlikte dışarda sokakta tutarız? Yasalarımız insanlarımızın güvenliğini ve huzurunu sağlayamıyorsa o yasaları koyanların halkı temsil ettiğini ve işlerini hakkı ile yaptığını nasıl söyleyebiliriz? Daha sorulacak pek çok soru var tabi ama politikada yeri olmadıktan sonra kaçını oturup tartışırız?