Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Temmuz '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Onların dünyasından gözüme çarpanlar !

Onların dünyasından gözüme çarpanlar !
 

Günlerdir beynim duracak gibi. Ondan önce kalbim de durabilir. Zihnim üç vardiyaya geçti. Varım diyebilmek için düşünmüyorum! Yıllar sonra kaderime çarptım, canım yandı; olanları anlamaya çalışıyorum. Bunu da en kolay, yürüyerek yapabiliyorum.

Ah şu Bağdat Caddesi yok mu, başlı başına bir araştırma konusu olabilir. İstanbul'da nem oranı yüzde 80. Parmağınızı oynatsanız terlemeye başlıyorsunuz. Yine de Suadiye'ye kadar yürüyeceğim. Cadde, İstanbul'un en nezih semtlerinden biri. İnsanlar şıkır şıkır. Üzerlerinde hangi ülkelerde gezdiklerinin işareti olan tişörtler. Motosikletler fink atıyor. F1'i anımsatan motor sesleri ilgi çekiyor, yaşlılar tövbe tövbe diyor.

Geniş kaldırımın sağ tarafından; insanları, mağazaları, restoranları ve arabaları izleyerek düşük tempoda yürüyorum. Karşımdan, yolun sol tarafından gelmekte olan bir kadın birden üzerime doğru geliyor ve yolumu keserek, sağ kolumu sıyırıp yürümeye devam ediyor. Bu garip yürüme adabına bir anlam veremiyorum!

Birkaç yüz metre sonra karşıdan gelen bir çift dikkatimi çekiyor. Sarışın kız yirmili yaşlarında ve oldukça uzun boylu, hoş edalı. Kısacık eteğin altında belli ki Bodrum güneşi ile bronzlaşmış uzun bacakları dikkat çekiyor. Yanındaki yakışıklı ise yaklaşık 120 kilo ağırlığında ve 1.60 boylarında; sağ bileğinde altın künye, boynunda parmak kalınlığında kolye ve kocaman kara gözlükleriyle adeta bir tomruk parçası! Birden kız erkeğin elinden kurtulup kollarını iki yana açarak ve de 32 dişini gösteren bir gülümsemeyle bana doğru koşmaya başlıyor! O birkaç saniye içinde herhangi bir arkadaşımın kızı, komşu, iş yaptığımız firmalardan birinin çalışanı olup olmadığını düşünüyorum. Beni teğet geçerek hemen arkamda yürüyen bir kıza, "Mineciiiimm." diye sarılıyor. O arada yanımıza gelen tomruğu da Mine ile tanıştırmaya çalışıyor. "Mine'cim, sana erkek arkadaşım Muhittin'i tanıştırayım." diyor. Gözlerinde, "Biliyor musun benim Q7'm ve Rolex saatim var." bakışı olan tomruğun ağzından "Ugghh-bogghh" gibi böğürtüler çıkıyor!

Yeni nesli anlamak mümkün değil. Onlar için en yakışıklı, en muhteşem erkek, Mr Money! Nasıl bir para gücü böyle bir tomruğu Brad Pitt haline çevirebiliyor! Kişisel kanaatim; genç ve güzel bir kadın, böyle bir tomruğu kıskanması gerekmediği için seçiyor. Aksine, erkek o kadını elinde tutabilmek için saçtıkça saçıyor. Oysa kadın, kendi gibi genç ve yakışıklı bir erkekle birlikte olsa, kıskanma duygusunu tadacak, erkeğini elinde tutabilmek için diğer avcı kadınlarla rekabet etmek zorunda kalacak. Virgil'in kadınlarla ilgili latince bir deyişi geldi aklıma: Varium et mutabile semper femina. Sadece İngilizceye çevireyim ki ben tarafsız görüneyim:) Woman is ever a fickle and changeable thing.

Neyse, ikinci hatun çarpışmasını da kazasız atlattıktan sonra yürüyüşüme devam ediyorum. Yaklaşmakta olan uğultunun ne olduğunu anlamaya çalışırken, gürültünün nedeni ortaya çıkıyor. Ağarmış uzun sakallarıyla 15 kadar Harley-Davidsoncu, kafalarında çocuk oturağı görünümünde siyah tasları, arkalarında uzun sarı saçlı çıtırlarıyla havalarını atıyorlar. Bu felaket gürültü kirliliğine mani olabilecek bir güç yok.

Yeni açılacak bir restoranın tadilatı örtü ile gizlenmiş. Örtünün üzerinde kocaman kırmızı puntolarla "Bizde merak ediyoruz." yazıyor. Hemen önünde bulunan piyangocudan bir kalem istiyorum ve plastik örtünün üzerine, "Bense, biz de'nin ayrı yazıldığını dahi bilmeyen bir işletmeyi hiç merak etmiyorum." diye yazıyorum!

Restoranlar, kafeler tıklım tıklım. En yeni açılanı da şu meşhur, "Komşi Fırın." İnanın 20 masa, her birinde 4-5 kişi ve tüm masalar full, kapıda bekleyenler var. Yahu, bu sadece bir fırın. Bakmayın allanıp pullanmasına; sadece simit, poğaça, kurabiye, sandviç satılan bir yer. Sanırsınız ki Londra, New York, Paris'te şubeleri olan bir lüks restoran zinciri. Tabaklar tepeleme, insan sağlığına yararlı tuz-un-şekerden imal edilmiş karbonhidrat bombaları ile dolu. Şeytan diyor gir içeri, oturanlardan birine de ki; "Kardeş, burası açılalı 10 gün oldu. Şimdi siz buralarda dönüp duruyordunuz, ahh keşke buralarda bir poğaçacı olsaydı diyordunuz ve sizin bu serzenişinizi de halkın ihtiyaçlarına duyarlı bir yatırımcı duydu ve bu fırını açtı, siz de hemen doldurdunuz."

Fairford'a Harrods mağaza açsa, emin olun kimse gitmez, neden geldiğini sorgularlar günlerce. Bizde öyle mi, öyle tüketim açı ve görgüsüz bir milletiz ki; restorasyon sürecini bile merakla takip eder, açılır açılmaz da gidip sırf orada bulunmak için oturur, tıkınırız.

Yürümeye devam ediyorum. Kara gözlüklerimin arkasından insanların kafelerde, restoranlarda ne yediklerine bakıyorum. Bu nasıl bir beslenmedir! Vıcık vıcık yağlı iskender kebaplar, hangi hayvana ait olduğu belli olmayan devasa biftekler, tepeleme patates kızartmaları, yaz günü mantılar, hamburgerler, Amerikan salatalı-sosisli artistler, üzeri dondurmalı tatlılar. Aklıma Quintilian'ın ünlü sözü geliyor. Non ut edam vivo sed ut vivam edo, yani yemek için yaşamam, yaşamak için yerim. Garibim ben de her günü birer demet maydanoz, nane, fesleğen, roka, tere ile geçiriyorum! Dönüşümlü olarak yanında tavuk ve balık yiyorum. Kırmızı eti ise sadece ödül olarak ayda 2 kez tüketiyorum. Kuzu-Koyun eti ise asla yer almıyor beslenmemde. Dönüşümlü olarak günde 2 dilim çavdar-kepek-yulaf ekmeği yiyorum. Patates kızartması, pilav, tatlı, sucuk, salam, sosis, pastırma gibi gıdaları ise uzun yıllardır ağzıma sürmüyorum.

Ünlü restoranlardan birinin kapı girişindeki salata barında, garson kızın çıplak elleriyle domatesleri yerleştirdiğini görünce kapıdaki görevliye arkadaşını gösteriyorum. Verdiği cevap ise tam da bize yakışır abuklukta;

"Arkadaşımın elleri steril." Demek ki tanrı kimi kullarına doğuştan steril eller bahşediyor!

Dönüş yolunda adamın biri SSK Hastanesini soruyor, tarif ediyorum. İnanılmaz zayıf, uçtu uçacak! Hızlanıyor. 10 mt kadar önümde giderken birden duruyor, O'na yetişmemi bekliyor ve;

"Yoksa size değil de başkasına mı sorsaydım?" diyor.

Gözlerine bakıyorum, feri gitmiş; arkadaş hafiften başka boyutlara geçmiş.

"İsterseniz bir de şu dükkana sorun."

"Abi, evli misin, çocuğun var mı?"

"Bir oğlum var."

"Allah bağışlasın. Kaç yaşındasın abi?"

"53"

"Kafa mı buluyorsun benimle?"

"Yoo!"

"Aa, abi, kola mı içiyorsun? İçme şunu. Çok asitli. Ben kola yüzünden 80 kilodan 45 kiloya düştüm. Bu akşam bize çay içmeye gelsenize, telefon numaranı da versene bana!"

"Hiç vaktim yok arkadaşım. Ben bu akşam Zimbabwe'ye gidiyorum!"

"S....r ordan!!"

Yediğim küfür karşısında, olduğum yerde kalakaldım. Hızla uzaklaştı yine. İkide bir arkasına dönüp, olmayan kafasını sallamaya da devam ediyordu.

İnsanları izledim, bir-iki saatliğine de olsa uzaklaştım düşüncelerimden; oysa, beni bekleyen gecede yürek kırıkları vardı.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..