Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Orada Bir Köy Var Uzakta...

Orada Bir Köy Var Uzakta...
 

İletişim danışmanlığını yürüttüğümüz bir markanın uygulamaya geçirmesi adına hazırladığımız bir sosyal sorumluluk projesi için geçen hafta Adıyaman’ın Sincik İlçesi’nin Serince Köyü’nü ziyaret ettik. Yola çıkmadan 2 hafta kadar önceden köy okulunun öğretmeni ile irtibat kurmaya başlamış, öğrencilerinden bahsederken sesinde gizlenen vefa,merhamet ve çabanın sinyalini almıştım. 23 yaşında olan gencecik kadın öğrencilerin ihtiyaçlarını sıralarken duyduğu mutluluk hissini bana da geçirmişti. Uçaktan indik. Sincik merkezde vakit geçirmemiz gerekiyordu. En genci 65 yaşında olan 6 tane amcanın bir kahvede oturduğunu gördüm. Yanlarına gittim. Beni ve arkadaşımı yıllardır tanıyormuş ve üzerlerinde yüklüce hatrımız varmış gibi davrandılar. Sohbet ettiler. Kahvenin çırağına seslenerek içmemiz için hemen şekersiz Türk Kahvesi sipariş ettiler. 
 
O an düşündüklerim Anadolu’ya her gittiğimde aklımdan geçenlerden farksızdı. Anadolu insanı hiç bozulmamıştı. Yine misafirperver, yine gereğinden fazla mütevazi ve yine candandı. Hiç yabancılık çekmiyordum. Çünkü Anadolu insanına her gece uyumadan önce okuduğum Reşat Nuri ya da Yaşar Kemal kitaplarındaki karakterlerden fazlaca aşinaydım.
 
Sohbet boyunca bol bol İstanbul’u sordular. Hangi mevzuyu açsak sonunu hep İstanbul’a bağlamayı başardılar. Sonra beyaz bir servis aracı geldi, amcalar bastonlarını aldılar, iyi niyetlerini bırakarak, bizi Allah’a ısmarladılar...
 
Geçirmemiz gereken süre dolmuştu. Araç geldi. Yaklaşık 3 saat boyunca dağlık yollardan kıvrıla kıvrıla köye vardık. Araç okulun önünde durdu. Arabadan indik. Köy rakım bakımından inanılmaz yüksekti. İstanbul’dan 4 saat önce ayrılan biri için hava fazla temizdi. Alışık olmadığım temiz hava beynime beynime vurdu adeta. Gözünün alabildiğine dağ ve bulut. Ruhu dinlendiren derin bir sessizlik...
 
Geldiğimizi gören öğrencilerin sevinç çığlıkları derin sessizliği 5 saniye içinde yırttı.
Tek katlı, kömür sobalı okulun kapısında 19 öğrenci bizi bekliyordu. ''İki haftadan bu yana sabırsızlık ve heyecanla sizi bekliyorlar'' dedi Aslı Öğretmen bizi karşılarken. 
 
7’si kız 19 öğrencinin hepsinin ağzı kulaklarındaydı. Hemen sınıfa girdik. Erkek öğrenciler, aile babası edasıyla hemen odun ve kömür takviyesi yaptılar, amaçları sönmek üzere olan sobayı yeniden alevlendirmekti. Üşümemizi istemiyorlardı. Çocukların ne kadar akıllı ve yaşlarının gerektirdiğinden 3 kat daha fazla olgun olduklarını orada anlamıştım. Öyle ya, bizim yaşadığımız yerlerde, bu yaştaki çocukları bilgisayar başından kaldırıp markete göndermek bile imkansızken bu çocuklar kendilerine söylenmediği  halde sobayı yakmışlardı. 
 
Okuma köşesi oluşturmak için İstanbul’dan getirdiğimiz mavi ve pembe minderleri duvar kenarına dizdik. Yine öğrenciler istemediğimiz halde bize yardımcı oldular. Biz minder işiyle ilgilenirken köy korucusu yerleri süpürüyor, genç muhtar ve öğretmen etrafı düzenliyordu. 
 
Anlatmak istediğim çok detay var, inanın şahit olduğum detaylar sayfalarca yazmakla bitmez.
 
Öğrencilerden yerlerine oturmalarını rica ettik. İlçe Milli Eğitim Müdürü ve Kaymakam geldi. Çocukların isimlerine özel hazırladığımız hediye paketlerini çıkardık. Hiçbiri çeşit çeşit marka botları, tüylü montları, renkli pastel boyaları olan öğrenciler değildi. Buna rağmen hiçbir öğrenci hediye paketlerini aldığı andan itibaren gün bitene kadar çizgisini bozmadı. Bizim teklifimizi beklediler hediyelerini açmak için. Yoğun ilgimize karşı yüzsüzleşmeden, zerre mızmızlık etmeden bizimle birlikte uyum içinde hareket ettiler. Defalarca teşekkür ettiler.
 
Hep beraber vakit geçirmek için bahçeye çıktık. Yere tebeşirle daha önceden çizdikleri seksek oyununu oynadı kimi. Ne kadar da şanslılardı. Bazıları okula gelmek için kilometrelerce yol yürüyordu. 4 sınıf bir arada okuyordu. Bilgisayarları, cep telefonları, özel odaları, hafta sonları gidecekleri AVM’leri yoktu. Ama katkısız süt, taze yumurta yiyebiliyorlardı. Kahvaltılarını glikoz değil gerçek arı balı ile yapıyorlardı. Canları nar isteyince bahçedeki ağaçtan koparıyorlardı. Öğretmenleri onları yürekten seviyordu.Seksek oynuyorlardı, çok mutlulardı... Çocukluklarını doyasıya yaşayabiliyorlardı.
 
Sordum ne olmak istiyorsunuz büyüyünce ? Hepsi bir ağızdan “öğretmen” dedi. Başka rol modelleri yoktu ki :)
 
Akşamları erken yattıkları için televizyondaki saçma sapan dizileri izlemek mümkün değildi onlar için, oyuncu olmak istiyoruz diyecek halleri yoktu.. Köyde sağlık ocağı olmadığından doktorlarla da pek işleri olmazdı. Hoş o temiz havada organik ürünler ile hasta olmaları zordu. 
 
Bu yüzden onları çok ama çok seven. 2 aylık bebeğini ve annesini alıp Kayseri’den onlar için gelen öğretmenleri gibi sevgi dolu birer öğretmen olmaktı hepsinin amacı. 
 
Akıllılardı, samimilerdi ve hepsinin gözlerinde hiç tanımadıkları halde bize doğru  fışkıran dopdolu bir sevgi vardı. Mutlulukları götürdüğümüz hediyelerden değil, onları hiç unutmadığımızı gösteren ziyaretimizdendi...
 
Hepsi ülkemizin değerlileri, gelecekleri, umutlarıydı.
 
Uçak İstanbul’a indiğinde içimi ağır bir hüzün  kapladı. Ne kadar kalabalık, ne kadar hırslı, ne kadar yoğun, ne kadar gürültülü ve ne kadar yapay yaşıyorduk...
 
Sevgilerimle...
 
Simay Yeryaran Kaplan
 
Toplam blog
: 2
: 264
Kayıt tarihi
: 27.09.17
 
 

 Simay Yeryaran Kaplan 06.06.1991 yılında İstanbul'da doğdu.  Marmara Üniversitesi İletişim Fakül..