Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '12

 
Kategori
Öykü
 

Ördekler

Ördekler
 

Liman derin uykudaydı. Ne martı çığlığı ne de balıkçı motorlarının pat pat sesleri duyuluyordu. Kahveci, lokantadan getirdiği artık pideleri koparıp, denize atarken homurdanıyordu: “Müşteriye de kıran girdi.”

Yalnızca iki kişi vardı, tavanına kargı döşenmiş, salaş çay bahçesinde. Onlar da suskundu. Dalmışlardı gazetelerine. Garson, tavşankanı iki çay koydu masaya. Gözlükler çıkarıldı, gazeteler kapandı.

Belediye hoparlöründen yapılan duyuru bozdu kurşun geçirmez sessizliği. “Hal Müdürlüğü’nden: “Patlıcan 25, salatalık 20 kuruş.”

“Fiyatları duydun, değil mi, Murat? Yazık şu üreticilere yahu! İki kilo patlıcan satacak da bir bardak çay içebilecek…”

Yıl yılı aratır olmuştu. İyice batağa saplanmıştı üretici. Verilen sözler yerine getirilemiyordu. Söz namus olmaktan çoktan çıkmıştı. Güven de kuş olup, uçup gitmişti.

Kaderine küsmüştü üretici. “Ne gelir ki elden? Böyle yazılmış yazımız” dil pelesengi olmuştu. “Şunlara bak, Cesur, şunlara” dedi Murat, parmağıyla iskeleyi göstererek.

Tek sıra halinde ördekler, pide parçalarına doğru palet sallıyordu. Liderleri bembeyazdı, diğerleri sütlü kahve. Yanlarında, biraz daha uzakta, yeşil başlı bir ördek daha. 

Kapanın elinde kalıyordu pide parçaları. Sütbeyaz, bir hışımla saldırdı Yeşilbaşlı’ya. Biri kaçıyor diğeri kovalıyordu.

“Vay, be! Hayvanlar da ekmek kavgasına düştü.”

Güldü, Cesur:

“Onlarınki ekmek kavgası değil koltuk kavgası.”

“Dalga geçme, be kardeşim. Ne koltuk kavgası, baksana düpedüz ekmek kavgası.”

“Dinle bak. Geçen haftaya kadar, sürünün lideri Yeşilbaşlıydı. Şu beyazı getirip salıverdiler diğerlerinin arasına. Sütbeyaz ile Yeşilbaşlı öyle bir kavgaya tutuştu ki görecektin! Saç saça, baş başa. Beyaz olanı, diğerini ümüğünden yakaladı, yan yatırdı, başını suya sokup sokup çekti. Öldürecekti neredeyse. Sonunda da geçip oturdu koltuğa.”

“Bir yaşıma daha girdim” dedi Murat, “hayvanlar bile koltuk kavgasına düşmüş, demek!”

“Evet, ama benim sinirimi asıl bozan, onların koltuk kavgası değil, öteki ördeklerin tüylerini bile kıpırdatmaması.”

Karnını doyuran ördekler girdi, duvardan akan tatlı suyun altına. Kanatlarını açıp sonra da çırpan, geçti iskelenin hemen kuzeyindeki kumsala. Yattı güneşe. Her biri boynunu kıvırıp koydu sırtına, kapattı gözlerini.

Yaklaşmakta olan ayak sesine çevirdi Cesur bakışlarını. “Bu densiz de nereden çıktı şimdi. Allah vere de kaçırmasa huzurumuzu!”

Takım elbiseli,  şakakları yeni ağarmaya başlamış biriydi, gelen.

“Selamünaleyküm, Ağalar. Haydi, gözünüz aydın! Az önce haberlerde dinledim.  Emekli maaşlarına zam yapılmış. Bilmem artık ne yapacaksınız bu kadar parayı. ”

Ceketinin yakasındaki parti amblemini düzeltir gibi yaptı.

“Bir de eleştirip durursunuz bizim hükümeti.”

Cesur kafasını salladı sağa sola. Yutkundu. Ardından da bakışlarını çevirdi mendireğin ucuna. Murat’ınsa gözleri irileşti. “Sen hep böyle ham armut mu kalacaksın, be Şaban?”

“Ne var bunda, be Murat Emmi? Bir müjde verelim dedik. Eee! Haydi, bu güzel haberin hatırına, bir çay söyleyin de içsin şu gariban!”

“Allahını seversen, kes be! Gariban kim, sen kim! Devletin yatalak kardeşine bağladığı maaş yetmiyormuş gibi bir de bakım parası alıyorsun. Kömürün, erzak torban da geliyor ayağına. Sense elin kıçında geziyorsun. Ulan, Allahtan kork be! Bir benim üstüme başıma bak, bir de seninkine! Ben otuz sene hizmet ettim bu devlete. Ya sen ne halt ettin de benden daha çok alıyorsun?”

“Size ne be? Babanızın cebinden çıkmıyor ya o para. Boşuna mı oy verdim, ben bu partiye!”

Cesur, öfkeli bakışlarını çevirdi Şaban’a. “Senin gibi asalağa çay ısmarlayacak paramız yok bizim. Haydi çek arabanı. Zaten bozdun bozacağın kadar huzurumuzu. Git başımızdan da daha fazla turp sıkma keyfimize.”

Şaban kulakmemelerine kadar kızardı ama kalkıp gitmedi. “Şakadan da anlamıyorsunuz yahu…” dedi yalnızca.

Cesur, bir sigara yaktı, derin derin iki nefes çekti. “Evet, Murat, görüyorsun değil mi şu ördekleri? Nasıl da mışıl mışıl uyuyor. Heriflerin umurunda değil kimin yönettiği…”

Şaban’ın dili kaşındı yeniden: “Biri nasıl olsa yönetmeyecek miydi? Sonra, ekmek elden su gölden, dokunmayın adamların keyfine.”

Cesur vurdu yumruğu masaya. “Şaban Efendi! Senin ne farkın var ki bu ördeklerden!”

Şaban, “Sen ne demek istiyorsun, be adam,” diyerek yürüdü Cesur’un üstüne. Murat girdi araya. Yumruklar havada kaldı…

Sur duvarlarının gölgesi düştü suya. Siyah karıştı maviye. Murat şakaklarını ovuştururken, Cesur bağırıp çağırıyordu, Şaban’ın ardından:

“Yazıklar olsun götürdüğün gövdeye!”

Ağzı kilitli, Şaban hızlandırdı adımlarını yere bakarak…

 

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..