Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '08

 
Kategori
Mizah
 

Orhan Boran anlatıyor

Yine Ağustos 1968, yine İstanbul...

Yeni Kapı’daki Çakıl Gazinosu’na gitmişiz. Merhum Sevim Tanürek ile Orhan Boran sahne almışlar.

O yıllar radyoda, Sevim Tanürek’in “<ı>Yemin ettim bir kere dönmem bunu bil” adlı şarkının müziğiyle başlayan TSM istekler programı, Orhan Boran’ın ise “Yuki” tiplemesi vardı. Her iki san’atçımızı da seviyorduk; programı kaçıramazdık.

O gün, Orhan Boran’ın kendi başından geçmiş gibi anlattığı fıkrayı halâ unutmadım. Çünkü yeri geldiğinde anlatmışımdır; gülen olduğu kadar, üstüne alınıp soğuk tebessümle geçiştiren de olmuştur.

Orhan Boran anlatıyor:

Geçenlerde sinemaya, gündüz matinesine gittim. Yaz aylarından olsa gerek, sinema tenha. Arka sıralarda, sağ koridorun sağ başındaki koltuğa oturdum. İki genç adam gelip önümdeki sıraya oturdular. Biri sıska ve kısa boylu, diğeri biraz daha uzun ve normal kiloda. Perdeyi rahatlıkla görebiliyordum.

Derken birden perde karardı. Abartısız iki metreye varan boyda, ben diyeyim 100, siz deyin 150 kilo ağırlığında dev gibi bir adam, perdeyle arama girmişti. Teşrifatçı Dev Adamı, deminki iki gencin tam önündeki koltuğa oturtmaz mı... Aslında koltuğa oturmamıştı Adam; koridora ve yan koltuğa taşmıştı.

Benden yana, perdenin alttan iki metre yüksekliği görünmez olmuş, kalanını ise kocaman kel bir kafa kaplamıştı. Önümdeki gençlerin perdeyi görebilmeleri için ayağa kalkmaları gerekliydi. Neyse ki yanım boş; iki koltuk sola kayarak durumu kurtardım. Gençlerin de benim gibi yana ya da başka sıraya kaymalarını bekliyorum ama oralı olmadılar. Hayret... nasıl seyredecekler filmi?

Gonk vurdu ve ışıklar söndü. Parça gösterimi başladı. Deminki gençlere baktım, halâ aynı yerde oturuyorlardı. Dev adama baktım; kel kafası, salonun ortasına konulmuş kocaman bir karpuz lamba gibi... Perdeye vuran her ışığı göz kamaştıracak şekilde yansıtıyor; bazen beyaz, bazen mavi, bazen de kırmızı. Kocaman bir sehpa üstünde, yanar döner kocaman bir karpuz lamba...

Adamda bir de ense var... eşi benzeri görülmemiş. İki katmandan sonra bir karışlık düz yükselti, kel kafa platosuna birleşiyor; birleşirken de “<ı>Yok mu bana bir tokat? Yar medet...” diye bağırıyor sanki. İç gıcıklayıcı bir şey... Hey mübarek hey! Ne enseler varmış ama... Şu ense ve çıplak kocaman kel kafa, yüz metre uzaktan neye benzerdi acaba?

Gençlere baktım, halâ aynı yerdeler. Filmi bırakmış kıs-pıs konuşuyorlar; hatta tartışıyorlar sanki. Merak ettim. Dayanamayıp usulca eski yerime, tam arkalarına kaydım ve dinledim.

Sıska olanı diğerine:
<ı>- Olmaz oğlum! İki buçuk kurtarmaz. Beşlik verirsen olur.

Bunların film falan izledikleri yok; konu başka. Yaslandığım koltuktan hafif öne eğilip dinlemeye devam ettim.

Diğeri Sıskaya:
- Sen bana beşlik ver...

Dedi. Sıska:
- Hadi len! Nerde sende o yürek?

Diye diğerini aşağıladı. Bahsin ne üzerine olduğunu bayağı merak etmiştim...

Diğeri Sıska’ya:
- Tamam oğlum! Al sana beşlik...

Dedi ve elini cebine attı. Çıkarttığı kağıt beşliği arkadaşına uzattı. Parayı alan Sıska ayağa katlı, koridora çıktı; elini havaya kaldırdı, gerildi ve Dev Adamın ensesine bir tokat patlattı ki... “Şırrraaakkk” diye bir ses, ardından; “<ı>Yandım anam!” Diye bir feryat. Kendimi can havliyle sağ tarafa, koltukların arasına atarken Sıska bağırdı:

- Vay Zühdü Bey Abicim! Sen de buradaymışsın... Nasıl oldu da seni fark etmedim?

Dedi. Bir baktım; Dev adam Sıskayı yakasından kavrayıp askıya almış. Hem silkeliyor hem de bağırıyordu:

<ı>- Ne Zühdü’sü Lan! Sen kime vuruyorsun it oğlu it?

Askıdaki Sıska:
<ı>- Abicim... kusura bakma abicim. Seni çok sevdiğim Zühdü Abimle karıştırdım; affedersin abicim...

Diye, kesik kesik ve ağlamaklı yalvarıyordu. Şimdi bizim Sıska'yı, salonun öbür tarafına savurur dedim; savurmadı.

- La havle... Dikkat et oğlum başına iş alırsın sonra...

Diye söylenirken Onu, zınk diye koltuğuna çakıverdi. Sıska bir anda koltuğunda kaybolmuştu. Dev Adam döndü, tekrar yerine yayıldı. Elini ensesine götürdü ve ovuşturdu; yanıyor olmalıydı. Başını iki yana salladı ve yine filme daldı.

Koltukların arasından toparlanıp yavaşça koltuğuma kaydım. Şaşkınlığım halâ geçmemişti. Güleceğim ama, ne mümkün? Hadi Ona sıskaydı diye acıdı, ya bana? Ben ki gülmeye bahane arayan bir adam... gülmemek için kanatırcasına dudaklarımı ısırıyordum.

Tekrar genç kafadarlara baktım. Yine kıs-pıs konuşuyorlardı. İddia devam ediyor olmalıydı. Kaçırmamalıydım; hemen yanaştım.

Diğeri sıskaya:
- Bu seferlik yırttın... İkincisini görelim... Aha bi beşlik daha!

Dedi. Adama bak! Arkadaşını un ufak ettirmeye azmetmiş sanki diye düşündüm.

Sıska:
- Yemezler oğlum! Onluğa belki...

Dedi. Diğeri:
- Onluk sana helal olsun! Al işte...

Dedi ve parayı sıskaya uzattı. Ben bu defa, dört koltuk sağa uçar gibi süzüldüm. Neme lazım... üstüme başıma kan sıçramasın. Bizim sıska yine ayağa kalktı, koridora geçti elini havaya kaldırdı; gerildi, gerildi ve... “Şırraaaakk” diye bir ses sinemada çınladı. Hemen ardından: “<ı>Vay anam yandım!” feryadı. Sonra Sıska’nın bağırtısı:

- Yeme bizi be abi... Sen canım ciğerim Zühdü ağabeyimsin işte... Niye beni tanımazlıktan geliyorsuuu...

Daha lafını tamamlamadan ayakları yine yerden kesilmişti Sıskanın.

Dev Adam:
- Başlatma Lan Zühdü ağabeyinden... Bela mısın lan? Elimde kalacak, gebereceksin...

Dedi. Sıska:
- Abi Valla gerçekten yanılmışım... Kızma canım abicim; hem Zühdü ağabeyime o kadar çok benziyorsun ki...

Dev Adam:
- Allah belanızı versin ulan, senin de Zühdü’nün de...

Diye söylenirken askıya aldığı sıskayı yine koltuğa çaktı.

Bu defa aynı yere oturmadı. “<ı>Lahavle...” çekerek yürüdü; iki üç sıra öndeki koltuğa çöktü. Eli halâ ensesindeydi; cayır cayır yanıyor olmalıydı.

Dev Adam gidince yere kapaklandım ve hıçkırıkla karışık gülmeyi filmin sesine boğup koy verdim. Şu Sıska keratasının eli de ne ağırmış meğer; o ne şakırtıydı öyle... Gözlerimden yaşlar geliyordu. Hiç o kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Gözlerimi ovuştururken, bizim haylazlara baktım tekrar. Onlar da aynen benim gibi kapanmışlar sıranın dibine, koy vermişler gülücükleri.

Filmi falan unutmuştum; konusu neydi, nasıldı? Çünkü esas film perdede değil, sıralar arasındaydı.

Çok geçmeden bizimkiler yine pazarlığa başlamışlardı. Hemen arkalarında mevzilendim. Bana aldırmadılar. Tartışıyorlardı:

- Yeter oğlum; olmaz!
- Bir Onluk daha...
- Herif bu defa ikimizi de parçalar.
- Bir Onluk, bir de Beşlik...
- Yapma len! Bize mezar edeceksin burayı...
- Aha Valla! Bir Onluuuk, bir de Beşlik... Ananın sütü gibi helal olsun.

Dedi Diğeri ve paraları uzattı Sıska’ya. Sıska bir kıpırdandı, iki kıpırdandı; elini ensesine götürdü, kaşındı ve paraları alıp cebine tıkıştırdı. Sonra koltuğa abandı; ağır, ağır yerinden doğruldu. Ben, koridorun öbür tarafına, iki sıra öne sıçradım ve boş bir koltuğa sindim.

Dev Adam ve herkes filme dalmıştı. Filmin romantik bir sahnesi olmalıydı; çıt yoktu salonda. Bizim Sıska geldi, Dev adamın yalım yalım parlayan ensesinin arkasına geçti. Ayak parmaklarının üstünde gerildi, gerildi ve o haşmetli enseye, öncekilerden daha şiddetli bir tokat aşk etti:

- Şırrrraaaaaaak...
- Yandım Allah!

Diye inledi Dev Adam. Sıska bu defa:
- Vay Zühdü abicim! Meğer sen buradaymışsın... Demin bir beyefendiye sen sanıp şaka yaptım. Bilsen ne kadar üzülmüşşş...

Diye lafını tamamlayamadan yine ayakları yerden kesildi.

Dev Adam, bir feryat ve bin küfürle, Sıska’yı havada silkeliyordu. Salonda sesler yükselmeye başlamıştı:

- Hop, hoop! N’oluyoruz beyler?
- Beyler! Sessiz olalım lütfen...
- Sussanıza be kardeşim!

Dev Adam, Sıska’yı bir paçavra gibi koridora fırlatıp attı. Sıska kıç üstü; “Zınk!” Diye yere oturdu. Bir an kalakaldı. Sonra yavaşça yerden doğruldu; arkasını silkeledi ve Dev Adama doğru birkaç adım attı. Dev adam, Sıska'yı sol eliyle ensesinden kavrayıp kendine doğru çekti ve koltukladı. Sıska, Adamın koltuğu altında kaybolmuştu.

Dev Adam başını Sıskanın yüzüne doğru eğdi ve aralarında şu konuşma geçti:

- Yahu! Şeker kardeşim... Koçum... Söyle Allah aşkına, benden ne istiyorsun? Benimle ne alıp veremediğin var?
- Valla bişey yok abicim...
- Nasıl yok oğlum? Boza pişirdin lan ensemde...
- Kızmazsan söyli’im abicim.
- Söz len! Kızmı’cam.
- Valla ne yalan sö’lim; o kadar güzel ve o kadar haşmetli bir ensen var ki...
- Halla halla! Yahu sana ne benim ensemden?
- Abi diyorum da...
- Eeee?
- Hani sende böyle bir ense varken, bende de bu akıl varken... sen daha çoook şamar yersin.

 
Toplam blog
: 141
: 926
Kayıt tarihi
: 30.04.07
 
 

Türk san'at müziği dinlemeyi, okumayı, yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Kamudan emekli inşaat mühend..