Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

17 Temmuz '11

 
Kategori
Dostluk
 

Osman ve adam

Harşit yada yeni adıyla Doğankent, Giresun iline bağlı, sahilden 10 kilometre içeride, ortasından geçen tek cadde ile ikiye bölünmüş, sağlı sollu esnaflar ve arkasında iki veya üç sıra evlerden oluşan klasik bir kasaba görünümündedir..Kritik bir sayı avantajı ile belediyelik olmuş bir belde burası..Belediyesi, karakolu, okulu derken eksiksiz, şirin bir karadeniz kasabası. Cumartesi günleri kurulan kasaba pazarı çevredeki dağ köylerinden köylülerin akın ettiği yerdir. Sabahın kör karanlığında yola çıkan pazarcı köylülerin en geç sabah sekizde köylerinden getirdikleri ürünler tezgahta satışa hazır olur. Kasabanın ileri gelen birkaç ailesi oranın büyük esnafı sayılır. Muzaffer'de onlardan biri idi. Kasabanın en iyi iş yapan ve en güzel lokantası Muzaffer'e aitti. Pazar kurulan günün bir önceki gecesi lokanta oldukça hareketlidir. Arka tarafı otel olan lokanta gece yarılarına kadar ertesi gün için hazırlık yapılırdı. Ev yemekleri çeşitlerinden tutun, dönerden kebaba oldukça bol ve çeşitli bir menüye sahipti. 

Muzaffer için pazar kurulan o gün çok önemiydi. Haftanın en iyi satışını o gün yapar, oteli o gece hiç boş kalmazdı. Onca yapılan yemekten ertesi sabah saat dokuza hiçbir şey kalmazdı. Sabahları çok erken köyünden çıkan köylüler iki üç saatlik yürüme mesafesini kat edip kasabaya vardıklarında belki de onlar için öğle yemeği zamanı gelmişti bile. Sabahları sekiz ile dokuz arası lokantanın en kalabalık olduğu saat olmuştur o gün. Yemek olarak en çok tercih edilen ise karışık yemektir. Nasıl mı? Örneğin dört çeşit ev yemeğinin karıştırılarak yanında döner yada pilavla yenmesi gibi. Lokantacı Muzaffer ilginç bir kişilikti. Bölgenin zengin sayılabilecek ailesi olduğundan kültürel anlamda kendini farklı tutması gerektiğine inanıyordu. Özellikle dışarıdan gelen insanlarla daha sık temasta olduğundan oteline gelen bu kişilere karşı kendini ispata çalışırken doğallığı elinden kaçıran Muzaffer kültürlü olduğunu kanıtlamak yada karşısındakinden geri kalmamak adına çok daha büyük hatalar yapıyordu. Konuşmaları arasında kullandığı bazı yersiz kelimeler sandığının aksine komik duruma düşmesine neden oluyordu. Statü, potansiyel gibi yabancısı olduğu ama kullandığı zaman kültür düzeyinin bir ölçüsü olarak kabul etiği kelimeler yüzünden adı, daha doğrusu lakabı statü Muzaffer olarak kalmıştı. Oysa bunu yapmasa yörenin hoş şivesi ile doğallığı birleşince sohbetinin tadına doyum olmaz dı Muzafferin. 

Sohbet denince aklıma yine yörede yaşayan dilsiz Osman geldi. Osman aslında dilsiz di ama sağır değildi. Dilsizliği sağırlığından kaynaklanmıyordu. Konuşması bozuktu. Hiç konuşamayan söylediklerinin hiçbiri anlaşılmayan konuşurken sadece gürültü çıkaran Osman maalesef bunun farkında değildi. Konuştuğunu sanıyordu. Karşısında onu dinleyen kimse bulamamaktan şikayetçi idi. Bir gün kasabaya gelen bir yabancı Osman’la çok ilgilendi. Onu karşısına alıp saatlerce bıkmadan usanmadan dinledi. Anlattıklarını sanki anlıyormuş gibi kafa sallaması arada bir Osman’ın anlattıklarını ilginç bulma belirtisi olarak yaa , ooo gibi sesler çıkarması çevredekileri hayret düşürüyordu. Yoksa bu Osman konuşuyordu da bizler mi anlamıyorduk bunca zaman ?diye. Sorular soruluyor, insanlar şaşkınlıklarını gizlemekte zorlanıyordu. Osman anlatıyor adam dinliyor. Günlerce sürdü bu muhabbet. Erken kalkardı Osman, kalkar kalmaz buluşup başlarlardı muhabbete. Adamın sabrı olacak gibi değil. Osman dünyanın en mutlu insanı olmuştu..adeta uçuyordu.etrafındakilere karşı tutumu değişmişti. Hani bakın sizler beni dinlemediniz ama, demek ki beni anlamıyordunuz, dercesine atıyordu havasını. Günler haftalar geçti. Adamın oradaki işi bitti ve gitme zamanı gelmişti. Osman yine eski günlerine döneceğinin farkında değildi. Ona göre artık herkes onu dinleyecek, o anlatacak ve yılların acısını çıkartacaktı. Adam ona kişilik kazandırmıştı. Kelli felli koca bir şehirli adam Osman’ı dinlediğine göre kasabalı kim oluyormuş ki Osman’ı dinlemesin.
Ayrılık günü geldi çattı. Adam kısa sürede orada tanıdığı herkesle vedalaştı sırasıyla. Sıra Osman’a gelmişti. Baş başa bir kenara çekilip yarım saatlik son bir veda sohbeti yaptılar. Osman daha sonra adamın gidişini beklemeden oradan usulca ayrıldı. Ayrılırken gözyaşlarını saklamaya çalışıyordu. Çevredeki herkesi duygulandırmıştı o an ister istemez. Adam otobüse binerken kendisini uğurlamaya gelenlere son kez şöyle dedi ve gitti.
-Misafirperverliğinizi hiçbir zaman unutmayacağım. Ama beni burada en çok mutlu eden Osman oldu. Çünkü bana birini mutlu etmenini mutluluğunu yaşattı. Üstelik hiçbir maliyeti olmayan mutluluk. Osman’a hanlar hamamlar bağışlasaydım ne ben bu kadar mutlu olurdum, ne de Osman. Dedi ve gitti.
Müthiş bir kendine güven gelmişti Osman’a. Giyim tarzı bile değişmişti. Daha önceleri de kravatlı takım elbise giyerdi ama, eski ve kirli lacivert takım ile yatar onunla kalkardı. Ya şimdi ? Takım elbise yine aynısı besbelli ki ama yıkanmış ütülenmiş, ayakkabılar yırtık ama boyalı, saçlar kenardan bölünmüş ve ıslak olarak taranmış, günlük traşlı bir adam oluvermişti. Bu değişimin bir nedeni vardı elbette. Osman nerde bir grup görse hemen aralarına katılıyor, bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Artık toplumda bir yeri vardı ve itibar görmesi gerekiyordu. Yada öyle sanıyordu garip. Aradan fazla bir süre geçmemişti ki, Osman’ın görünüşü bir anda eskisinden beter olmuştu. Kendisine o öz güveni veren arkadaşı yoktu artık . Kimsede onun yerini tutamazdı. Anlamıyorlardı onu hala. Yine onunla kimseler konuşmuyor, çocuklar eskisi gibi onunla dalga geçiyordu. O da şaşırdı bu işe. Neden böyle yapıyordu insanlar ? Neden herkes en azından o adam kadar akıllı değildi. Öyle olsalar hiç sorun olmayacak ve Osman o toplumun bir ferdi olabilecekti.
Osman sefil yaşamına geri dönmüştü. Her şey eskisi gibi olmuştu. Kimse Osman'ı adam yerine koymuyordu. Onun yerine statü Muzafferin saçmalıklarını tercih ediyorlardı. Ve bir gün Osman, kendisiyle şakalaşırken üzerine arabasını süren bir gencin kontrolü kaybetmesi sonucu ezilere öldü. Doğankent’te Osman yoktu artık. Cenazesi beklenmedik bir kalabalığa sahne olmuştu. İnanılmaz bir şeydi bu. Herkes bir köşede guruplaşmış ondan bahsediyordu. Kasabanın büyük bir kişiliği ölmüştü sanki. Ne oluyordu bu insanlara? Sağlığında yüzüne bakılmayan, ölümüne bile sebep olan aşağılanma bir anda itibara dönüşmüştü. Evet toplum ona itibarını iade ediyordu sanki.Cenazeden üç gün sonra her şey unutulmak üzereydi ki. Osman’ın yaşamındaki en önemli kişi geldi kasabaya. Geç duymuştu haberi.'' Duysam da gelmezdim. Gelip bunca kalabalıkta hüngür hüngür ağlayamazdım.'' Diyordu. 

Elinde bir demet kır çiçeği, ağır ve bitkin adımlarla mezarlığa doğru yola koyuldu adam. 

 
Toplam blog
: 9
: 356
Kayıt tarihi
: 10.07.11
 
 

54 yaşındayım. Lise mezunuyum. 35 yıldan beri inşaat sektörünün içindeyim. Uzun yıllar altyapı mütea..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara