Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

09 Eylül '11

 
Kategori
Tarih
 

Osmanlı'nın kaçırdığı fırsat

Osmanlı'nın kaçırdığı fırsat
 

Sultan İbrahim


17. Yüzyılda Dünya çok savaş görmüştür. İngiltere - Hollanda ve Portekiz, Uzakdoğu ile ticari ilişkileri geliştirmiştir. Dünya'nın hakimi olma yolunda ilerlemektedirler ama henüz erkendir. Bu üç büyük denizci devletten yalnızca biri mücadeleyi kazanabilir, o da İngiltere olacaktır. Bu değişim ve gelişim yüzyılında Osmanlı, gücünün doruğundadır. 1606'da Avusturya ile barış yapılmıştır, daha çok doğu ile ilgilenilmiştir. Ardından Girit, yıllarca sürse de ele geçirilmiştir. Venedik ile çok fazla savaş olmuştur. Bu sırada Rusya, kuzeyde yavaş yavaş kendisini gösterirken, Avrupa kana boğuluyordu. 

Mezhep ve siyasi çıkar kavgaları içindeki Avrupa, resmen 17. Yüzyılın Dünya Savaşı diyebileceğimiz bir savaşa doğru sürükleniyordu: Otuz Yıl Savaşları. Savaş 1618'de mezhep çatışması bahanesiyle çıktıysa da bunun hiç te geçerli olmadığı hemen anlaşıldı. Zira bazı Ortodoks Devletler, Katolik Devletlerle müttefik olmuştu. İngiltere, Fransa, Hollanda, Alman - Macar köylüler ve İsveç, Kutsal Roma İmparatorluğu'na savaş açtı. Bu devlet, Viyana'nın sahibi ve Avrupa'nın ortasında bulunan bir Alman devleti idi. Çevresinde güçlenen devletlerin hedefi haline gelmişti. Köylüleri aşırı derecede sömüren bir yönetimi, gelişmemiş ekonomisi ve kalabalık olmayan bir ordusu vardı. İspanya'nın versat yoluyla hükümranlığı da elden çıkmıştı. Mezhep çatışmaları azalmış ta olsa devam ediyordu. İşte 1618'de, bu devletlerin hepsi de Kutsal Roma'ya el ele vererek taarruz etti. Kutsal Roma tam bir faciaya uğrasa da beklenenden daha kararlı direndi ve savaşlar 30 yıl sürdü (1648'e kadar). Her ne kadar Koalisyon zaferiyle sonuçlansa da İsveç kralı ve birçok koalisyon komutanı bu savaşlarda ölmüş, Alman toprakları harap olmuş, Avrupa halkları açlığa sürüklenmişti. Viyana'nın hayallerini kuran Osmanlı Devleti için daha iyi bir fırsat olamazdı. Fakat devletin talihsizliği de bu döneme rast gelmişti... 

Osmanlı Devleti, bu sırada doğuya (İran'a) yoğunlaşmış ve Anadolu'daki birçok Yeniçeri - Sipahi çekişmesinden kaynaklanan isyanları bastırmaya çalışıyordu. Osmanlı'nın elit birlikleri olan Yeniçeriler, artık Bektaşi öğretisinden kopmuş ve disiplinsizlik baş göstermişti. Süvari birlikleri olan Sipahiler ise Yeniçerilere çok fazla değer gösterilmesine kızıyordu. Kısacası orduda resmen bir isyan vardı. Teknolojiden de iyice uzaklaşılmıştı. Bunların acı sonuçları 40 yıl sonra açığa çıkacaktı. Osmanlı'yı bu devirde padişah değil, resmen Kösem Sultan yönetiyordu. Entrikacı olan bu valide sultan, iktidar hırsı için öz oğullarını bile ezip geçerdi. İşte bu sırada pasif sayılabilecek biri olan Sultan İbrahim tahta çıkmıştı. Birçok tuhaf hareketi sebebiyle adı Deliye çıktıysa da asla öyle değildi. Talihin cilvesi olsa gerek, Otuz Yıl Savaşları bitene kadar da bu padişah tahtta kaldı. Avrupa'daki bu ciddi fırsat elden gitti. 

Eğer Otuz Yıl Savaşları sırasında tahtta çok becerikli bir padişah bulunsaydı, mutlaka sefere çıkılır ve Viyana da kolayca ele geçirilirdi. Viyana niçin önemliydi? Viyana, Balkanlardan Orta Avrupa'ya geçişi sağlayan bir kapıydı. Düşmesi halinde Osmanlılar hızlıca Orta Avrupa'da ilerleyebilirdi. Zira Viyana'nın ardında bu kadar güçlü bir kale yoktu, Osmanlılar belki de Kutsal Roma'yı fethedebilir ve binlerce yıl yaşayabilecek bir süper-güce dönüşebilirdi. Ama olmadı. 

1683'te Sadrazam Mustafa Paşa, Avrupa'nın görmüş olduğu en güçlü orduyu topladı. Her ne kadar güçlü bir ordu olsa da Viyana'yı ele geçirmesi mümkün değildi, çünkü Avrupa'daki büyük yıkım biteli yaklaşık 40 yıl olmuş ve Kutsal Roma kendisini toparlamıştı. Yanıkkale gibi stratejik bir kale ele geçirildi. Viyana kuşatıldı. Aslında şehir düşebilirdi, ama sadrazam, talihsizliği sebebiyle yenildi. Yağmur mevsimi gelmişti, ordunun morali bozuluyordu. Bir de şehrin zarar görmeden ele geçirilmesinden yana olan sadrazam, taarruzu değil de bekleyerek ele geçirmeyi tercih etmişti. Haftalar sonra Kral Sobieski, çok güçlü olmayan bir ordu ile Osmanlıları arkadan sıkıştırdı. Surlarla ordu arasında kalan Osmanlı ordusu şiddetli bir taarruza girişmedi. Sadrazam, Kırım atlılarının bu tehlikeyi yok edeceğini düşünmüştü. Ama Kırım hanı, top yoksunluğu ve moralsizlikten dolayı Sobieski'yi durdurmadı veya durduramadı. Kaleden de Almanlar çıkış yapmıştı. Çembere düşen Osmanlı ordusu imha olmadı, Sobieski'ye şiddetle taarruz etti ve çember kırıldı. Ama imhadan kurtulmak için hızlı hareket etmek gerekiyordu. Bu sebeple askerler hızlıca çemberden çıkmış ve Yanıkkale'ye çekilmişti. Dolayısıyla yüzlerce top, çadır, hazineler ve mühimmat, Almanların eline geçti. Sonrası da bir yıkılış öyküsüdür işte... Saygı ve sevgilerimle. 

 
Toplam blog
: 9
: 1712
Kayıt tarihi
: 03.09.11
 
 

Tarih alanında üniversitede öğretim üyesiyim, siyaset - tarih ve sanat dallarına ilgim vardır. Her ş..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara