Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '08

 
Kategori
Bilim
 

Osmanlı'nın son durağı

Osmanlı'nın son durağı
 

Resimler TRT2 ekranından


Padişahlık, madişahlık istemem! Verselerdi şayet, başkasına verin derdim’ diyen son Osmanlı Şehzade Mehmet Orhandan sonra, Melek Sanlı da: ‘ Osmanlılar, olağanüstü başlangıçlar yapmışlar.Başlarda her şey iyi gitmiş. Bazı şeylerin değişmesi gerekliymiş. Türkiye bunu başarmış. Hiç kırgınlığım yok. Böyle sonuçlandığı için de şükrediyorum.’’ Diyor 1991 yılında.

Önceki gün bir belgesel izledik TRT 2 de.Yapım yönetim ve senaryo Kerime Yücel’e ait. Tek kelime ile şahane bir yapım. İçinde acının daniskası var. Göz yaşları sel olmuş. Hasretlikler var. Açlıktan ölenler, cenazesi rehinde kalanlar, yerden çöp toplayanlar var.

Şehzadeler ve sultanlar konuşuyor bu yapımda. Düşündürücü, ışık tutucu, öğretici ve kahredici sahneler var acılarla örülü. Memleket hasreti var. Buna dayanamayıp, bir saksı toprak ve bir Türk bayrağı ile yaşayıp hasret giderenler var bu belgeselde.

Acılar, sevinçler, hasretler bir yumak olmuş. Sultan Abdülmecit’in torunu İsviçre’den seslenerek: ’Mustafa Kemal karşı koymasaydı, bu gün Türkiye diye bir yer olmazdı .Bu kadar basit işte! Çünkü benim ailemin sonu, ama, yeni dönemin başlangıcıydı.’ Diyor

Hilafet makamına 54 yaşındaki Abdülmecit efendi geldi, Ama, alınan kararları beğenmiyor, onay vermiyordu. Kurtuluş savaşını yapan Gazi ve arkadaşlarının resimlerini seve seve yapıyordu çekinmeden

Saltanatın kaldırıldığı kendisine bildirildiğinde son padişah Vahdettin, yıkılmıştı adeta. İngiliz General Harrington’a mektup yazarak iltica talebinde bulundu. Hanedanlığın sultan şehzadelerin her birine biner lira para verilip yurt dışına çıkarıldılar.141 kişilik hanedandan geriye kimse kalmamıştı. Ancak bir afla kadınlar 18, erkekler 50 yıl bekledikten sonra yurda giriş yaptılar.

Yurt dışında ‘Vatansız Statüsünde ‘ yaşayan Osmanlılar, çok acılar çekti. Bunlar, kısa zamanda tekrar döneceklerini sanarak, üstlerine bir şey de almamışlardı.

Vahdettin, İtalyada San Remo’ya yerleşti. Kimse yoktu yanında sıkıntı çekiyordu.’’Elin memleketinde beş parasız kaldım.İslam aleminden bir yardım da alamıyorum’ diye yakınırdı. Bir bildiri yayımlayarak hala halife olduğunu ilan ediyordu. 1926 da kalp krizinden öldüğünde, esnafa borcundan dolayı tabutuna icra el kondu. Tabut, iki hafta rehin tutuldu. Sonra da arka kapıdan kaçırılarak deniz yoluyle Suriyeye getirilerek Şam’da bir caminin bahçesine gömülebildi.

Nis’te Abdülmecit, aile efradı ile moral bulmak için sık sık denize gidiyordu. Aile boyu gidilen bu plajda, 1930 yılının mayoları giyiliyordu. Erkeklerde, şimdiki gibi haşema yoktu.Kadınlar mayolu idi. Plaj, çarşaflarla ikiye bölünmüş değildi.

Haremlikleri, selamlıkları yoktu görebildiğimiz kadar. Haşemaları yok, jet ski’leri yok, cüppeleri, poturları, şalvarları, kara kara çarşafları yok .Birgi Dağının dedesine mum yakmağa gidenleri yok.

Evet! Bir kavuk, böyle devrildi. Devrilmesi lazımdı. Köhnemişti. Atatürk yeni bir Rönesans yaratmıştı.Bu dalganın önünde devletler duramadı.

Mısırlıoğlu anlatıyor: ‘Cihangirde Şadiye Sultan vardı, 90 yaşında. Bir demir karyola, yerde bir kilim, duvarda bir resim. O kadar. Komşusu bir çay verecek diye gözü kapılarda olan bir kadın. Bir deri bir kemik.Kendisine: ‘ Osmanlılara yer ayrılmış. Acizler Yurduna götürelim seni’ denmiş. Sen misin diyen! Küsmüş. Kahrından da ölmüş. Acizler yuvasını kabullenememiş. Bunu duymaktan kahrolmuş. Şimdiki insanlarımız.İhtiyacı olmasa bile, siyasilerin dağıttığı kömür ve erzak torbasını nasıl da kabul edebiliyor? Di mi?

Beyzadeler, paşalar, paşazadeler, sultanlar, şehzadeler, hepsi işporta malı gibi oluverdiler bir anda. Helvacı kağıdı gibi itibarsız üstelik. Yan yana geldiklerinde dilleri bile tutmuyordu artık. Birisi Rusça, İngilizce, Fransızca ve Almanca. Ama, yaktıkları ateş: ‘Osmanlılık’ dı. Kiminin bedeni Amerikalı .Lüblan’lılar kardeş, Amerika anne olmuş, Türkiye ise kanım ve tarihim diyebiliyorlardı.’’Alınan en güzel karar, ’Sürgündü’ diyebiliyorlar onlar.

Hiç kimse gösteriş olsun diye namaz için cami aramadığını gördük bu belgeselde. ‘Uçağı kıbleye çevirin, namaz kılacağım’ diye tutturan da yok! Yahut, havaalanında ‘Hava olsun’ diye deve kesen de yok, görmedik. Herhalde evlerinde kılıyorlardı namazlarını .İbadet de gizli olmalıydı değil mi? Yaygaraya ne gerek vardı? Hiç birinde de sıkma baş görmedik. Modern şapkalı ve yırtmaçlı etekleri vardı.

Hiç kimsenin iş tecrübesi yoktu. Avrupa’ya yeni çıkıyorlardı. Para kalmayınca elmaslarını yok pahasına satmağa başladılar. Mediha Sultan anlatıyor: ‘’Günlerce, doğru dürüst yemek yiyemiyorduk. Ayakkabı eskidiğinde veya ayak büyüdüğünde, ucundan kesilir öylesi uydurulurdu ayağa.

Tarihçi Kadir Mısıroğlu anlatıyor: ‘’Abdürrahim Efendi Paris’te yaşıyordu. Otelden otele kovuluyordu. Kızı Selçuk Sultandan para bekliyormuş. Gelmeyince de intihar etti.

Abid Efendinin hikayesi de hazin. Abdülhamidin en küçük oğlu oluyor kendileri. Asansör yoktu apartmanlara. Katlara ine çıka jilet ve traş sabunu satardı bu şehzade,

Kimisi, sultanlara kıymet veren Mısırlılarla evlendi .Kral Faruk, himayesine girdiler. O da devrilince, yine ortada kaldılar. Türkiye’ye dönüşü ilk olarak Dürrüşehvar Sultan yaptı. Gazeteciler sormuş.’Çocuklarınız Türkçe konuşuyorlar mı?’ diye. Dünya güzeli mertebesindeki o güzel kadın da: ‘ Benim bir Türk kadını olduğumu nasıl unutursunuz !’ cevabını vermiş.

Onlar Avrupalarda piyano da çaldılar. Evlerine, içine tükürülmeyecek heykeller de koydular. Yırtmaçlı etek de giydiler. Ne bone kullandılar ne de türban. Modern şapkalar giydiler. İbadetlerini de yaptılar. Abdes suyundan medet ummadılar. Şifalı suyu geri çevirdiler, Kurşun döktürmediler, kadınının adı vardı, onu hakkıyle verdiler. Cahil imama uyup da cenazedeki resmi ters döndürmediler. Tabuta uzanan elin dokunmasına mani olanı oralarda görmediler.

Türbandan bayrak yapıp sallamadılar sokaklarda. İnadım inat demediler. Dayatmadılar hiçbir şeye. Acıyı birlikte çektiler, Yamuldular amma, kuyruğu da dik tutmasını bildiler.

TRT nin belgeseli, bir daha vizyona konmalı. Öğrenilecek çok şeyler var. Her bir sahnesi ibretlik. Her biri Türkiye’ye sonradan döndü. Hüsranlara uğradılar açtıkları davalardan. Ellerine bir şey geçmedi. Bildikleri ve diledikleri bir şey vardı: ‘’Yurdunda ölmek!’ En büyük dilek buydu. Tıpkı bir somon balığı gibi. Doğdukları yere gelerek, ebedi yastığa başlarını koymak üzere. O çilekeş somon balığı gibi. Doğdukları bu yuvaya tekrar geri gelip, son gayretle yumurtalarını bırakarak oracıkta ölüvermek gibi.

Onlar, doğdukları toprağa kahırlarıyle, gözyaşları ile gömüldüler...

RESİMALTLARI (Sıra no.larına göre Şehzadeler ve sultanlar) 1- Vahdettin 2- Osmanlının tesettürsüz plaj keyfi 3- Şehzade Osman ailesiyle 4- Vahdettin 5- Bilun Algan (Hanımsultan) 6- F.Sami Baltalimanı 7- Nilüfer Cem Sultan (Abdülmeciitin torunu 8- Osman Sami 9- Genç kızlar.Hiçbirinde türban yok 10- Fevziye Osmanoğlu S.Abdülmecitin torunu 11- Şehzadeler toplu halde 12- Rana Eldem –Hanım Sultan 13- Vahdetinin sürgünde kaldığı villa 14- San Remo trene istasyonu 15- Vahdetinin gömüldüğü cami avlusu 16 Abdülmecit Nis’de 17- Plajlarda Osmanlılar sereserpe 18- Plajlarda Osmanlılar 19- Padişaha ülkeyi terk et emri tebliğ edilirken 20- Bülent Osman -Abdülhamidin torunu 21- Osmanlılar toplu halde 22- Osmanlılar Pariste 23- Nilüfer.Dünyanın en güzel kadınlarından sayılıyordu 24- Modern halleriyle 25- Şehzade Osman Beyazıt 26- Prens Namık 27- Her zaman bakımlılar.

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..