Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mart '09

 
Kategori
Mizah
 

Östrojen: Tehlikeli hormon

Östrojen: Tehlikeli hormon
 

Kadınlar Günü Kutlu Olsun


Kadınlarda kadınlığı güçlendiren, annelik duygusunu çağlatan; erkeklerde kadınsı duyguların ön plana geçmesine sebebiyet veren bir hormondur kendileri…

Vaktiyle eş-dost-arkadaş muhabbetlerinde ‘östrojen’ hazretlerinden bahis ettiğimizde gülüp-geçtiğimiz, önemsemediğimiz, çelik gibi güçlü kollarını fark edemediğimiz ve bu cihetle aymazlığımıza yanmadığımız vakidir…

Nitekim ya da netekim, “altı üstü bir hormon; ateş olsa düştüğü yeri yakar” şeklinde aşağıladığımız, yerden yere vurduğumuz ve hatta dalgaya alarak bizatihi kendilerini makaraya sardığımız muhabbet aşamalarından da geçmişliğimiz olmuştur…

Öyle ki “su akar yolunu bulur; östrojen akar boruyu bulur” şeklinde iğrenç esprilerimizle alay ettiğimiz sarsak meclislerimizde, bardaktaki su kadar kaale almayarak “zurnanın zırt dediği yer” muamelesi çektiğimiz de sabittir…

Zaten zabıtlarımıza göz gezdirdiğimizde başımıza gelecek felaketten ne kadar bihaber olduğumuz gün gibi aşikârdır; ruhlarımızı derdest eyleyecek kuvvete ne kadar da kayıtsız olduğumuz kayıt edilmiştir. O meşum ve meşhur kuvvet kabak gibi sırıtarak “işte şimdi gör anyayı-konyayı” der gibi 32 dişlik sırıtma eylemi ile karşımızda ayan-beyan sırıtmaktadır…

Geçenlerde bahsini ettiğim, “sosyal entegrasyon” şeklinde özetlediğim dostlar meclisimizde, muhterem zevcem, İsmail Beyefendinin kızları Zeynep ile oynaşıp durmuştu. İşte o zaman Gürol beyefendi de “Hocam! Vakit gelmiş artık. Biliyorsun östrojen tehlikeli hormondur, görüyorum ki zevcenizde de tepelerde gezinmekte, artık annelik duygularını fişfişlemektedir” dediğinde pek de umursamamıştım…

Sonradan “dank!” etti de durumu kavradım, kavramakla da kalmadım durumun geri planındaki her türlü etkeni değerlendirdim, “bir eylem planı hazır etmem lazım” içgüdüsüyle zihnimi dürtükledim…

Öyle etmem gerekiyordu, zira planlanmamış bir eylemin başarısızlığa düçar olacağını biliyor ve kavrayabiliyordum. Bu bakımdan kendimi bir anda planlayıcı/düzenleyici/organize edici pozisyonunda buldum…

Bahusus kaderimin bana oynamak istediği bir oyun olduğundan zerre kuşkum yoktu ancak iş yine de kâğıtlarda yazıldığı gibi değil, dışarıdan bakıldığı gibi ise hiç mi hiç değildi…

“Altı üstü bir hormon; ateş olsa düştüğü yeri yakar” diyerek savsakladığım, dikkate almadığım Östrojen hazretleri meğer ateşten de betermiş, düştüğü yerleri yakmakla kalmamış, tar-u mar etmiş de haberimiz olmamış. Hatta perdeleri yıkmış viran eylemiş; paşa gönülleri perişan eylemiş…

O derece ki zelzele etkisiyle üzerinde ikamet etmekte olduğumuz yer küreyi zaman zaman sallamış; biz biçare bir halvet örtüsüyle mevcut sarsıntıları fay hatlarının şakası sanmışız…

Yanı başımızda hazır ettiğimiz “deprem çantaları” sezmiş olduğumuz zelzele kırıntılarına karşı bir tedbir mahiyetinde öylece dururken; ruhumuzun derinliklerinde vuku bulan zelzelelere dair bir malumatımız olmadığının farkında oluşumuz beyinlerimize balyoz inmişçesine bir etki yaratarak hem Konya ovasının yüzölçümüne dair bilgileri hem de ‘Anya’ diye bir yer olmadığı teferruatını zihnimize nakşeylemiş…

İşte o gece Zeynep kızımızın tribünlerde yarattığı coşkudan bahsetmezsem ayıp etmiş olurum diyerek klavyemle dertleşmeye başladım ki, sonu nereye varacak şimdiden kestirmek çok güç. Her halükarda erkek milletinin mağlubiyeti ile sonlanacağını bildiğim halde yine de objektifliğime halel getirmemek adına okumakta olduğunuz satırları yazmaktan imtina etmedim…

Çünkü ve zira (böyle iki bağlaç bir arada kullanılabiliyor mu bilmiyorum, içimden geldi de yazım vallah) alımlı ve bakımlı; muhterem olduğu kadar kimi zaman muhteris olduğu da gözümden kaçmayan zevce hazretleri, Zeynep vukuatından sonra bir de sokak köpeği vukuatına bulaşmışlar; hatta bulaşmakla kalmayıp memleket meselesi haline getirdikleri bu meselede beni de zor durumda bırakmışlardır…

Fırtınalı bir akşamda “zavallı köpek, kimbilir ne haldedir, haydi gel inelim de bakalım, üzerine kiremit, tuğla filan düşmüş olmasın” şeklinde aşırı hassasiyet göstermişler ancak aynı zamanda benim konforumu da bozmuşlardır. Daha akşamüstü arta kalan etli yemeğimizi köpek yavrusuna ikram etmiş olmamız östrojen denilen hormonun zevce hazretlerinin kalbinde tutuşturduğu yangına kafi gelmediğinin de farkına böylelikle varmış olmanın derin hüznünü yaşadığımı bilmem söylememe gerek var mı?

Hülasa bu östrojen hakikaten de tehlikeli bir hormonmuş. Evlad-ü iyal sahibi olamamanın/olmamanın sokakta görülen her nevi canlıya duyarlılık olarak geri dönmesi; muhasebesini tutmakta zorlandığımız hayat denilen işletmenin en meşakkatli işiymiş vesselam…

Bu durumdan çıkarılacak en anlamlı ders ise; en kısa zamanda fani dünyaya fani bir eser bırakmakmış…

Bilmem anlatabildim mi?...

(Yazar bozuntusunun ilave notu: İş bu kadınlık hormonu bahsini açma sebebim salt olayların akışkanlığı üzerine kafa yormanıza ve mide büzüşme idmanı yapmanıza vesile olabilmek değildir. Elbette ki günün anlam ve önemine binaen iki çift laf etme zaruriyetinin de bunda rolü mevcuttur. Filhakika açıkça ifade etmem gerekir ki, bu ecnebi icadı gün adetlerinden haz almam. Lakin nisa taifesi bu hususlarda pek hassas olduklarından mütevellit lâakal iki cümle edivereyim de gönül alayım deyuben lafı uzattım. İş bu nazarla cümle kadınlarımızın gününü tebrik ederim. İlave notun sonu.)

Murat HACIOĞLU
8 Mart 2009 Pazar

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..