Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '09

 
Kategori
Öykü
 

Öteki gölge

Öteki gölge
 

ÖTEKİ GÖLGE

Damdaki kedi miskin miskin miyavladı. Sokaktaki köpek uyuz uyuz havladı. Ovadaki bir at, nal seslerine boğuk kişnemesini kattı.

İçindeki düşünsel devinimler düşe dönüşmeden soluyordu.

Gri gök, çam ağaçlarının yeşilini ölgünleştirmişti.

Kuşlar, kanatlarını çırparken hasta bir adam kollarına yabancılaşıyordu.

Sonbahar, kapıdan bacadan evlere girdi. Sonbahar, köyde bacadan eve girdi. Sonbahar, kasabada ve kentte pencere aralarından, kapı altlarından evlere girdi.

Yaşlı bir kadın kanepede dantel işlerken toprak susadı.

Yaşlı bir adam sigarasından bir nefes alırken, gırtlağı sıkılıyormuş gibi hırlıyordu.

Avludaki gelin, elinden kayan umutlarını leğene basıyordu deterjan niyetine. Bir adam, öldü!

Gölge, tahta bahçe kapısını usulca açıp dışarı çıktı. Gölgenin gölgesinin peşine sokak köpekleri düştü. Sokak köpekleri, yalanıp uyuz uyuz gölgenin paçasına bakınıyorlardı. Gölge, yaşını bastona dayayıp gençken ölüp dirildiği kızın evinin önünden geçiyordu. Sevdiği kız, ölüp dirildiği, uykusuz aç hasretini çektiği kızı kendisine değil de kuzenine verince kızın babası, yenge demek zorunda kaldı. Kızın kocası gölgenin amcasının oğluydu. Gün bugün işte, gölgenin sevdiği kızın boyunca torunları oldu.

Gölge, yol boyu aynaları düşünüp kırılıyordu. Aynalarda en çok o kızı sevdiği yüzü görünüyordu.

Gölgenin arkasından, yüzü gölgenin yüzünden daha buruşuk, beli gölgenin belinden daha bükük ahbabı sesleniyordu.

Gölge, dalgalandı. Gölge, sonbaharın ortasında yaz sıcağında dalgalanan bir gölge gibi dalgalandı.

Gölge, ağırdan alarak arkasına baktı. Buruşuk suratlı ahbabı gülerek ona doğru geliyordu. Bu ahbabını çocukken de sevmezdi, şimdi de! Dünya işte, çocukluklarından bu yana yan yana yaşamışlardı ama… Mezara bir adım kala bile!

Ahbabı gölgeye yetişti. Ahbabı bir ara soluk soluğa söylendi. Sonra karşılıklı sustular. Gölge, gözlerini ağartıp kasabayı uğulduyordu.

Kasabanın tek kahvesine varınca gölgeyle kırk yıllık buruşuk suratlı ahbabı kol kola, önce içeriyi kapının önünde ayakta soluklanarak bir güzel süzdüler. Gölge, “Rıfat’ın yanına” dedi. Gölge önde buruşuk suratlı arkada Rıfat’ın masasına yanaşıp çektikleri sandalyelere usulüyle çöktüler. Kahve, sigara dumanı ve çay buğusundan mıdır nedir, sıcaktı!

Kırk yıldır selam vermekten almaktan, hal hatır sormaktan illallah etmiş olacaklar ki, sadece yan yana oturup önlerine bakıp çaylarını karıştırmakla yetiniyorlardı. Ölüyorlardı!

Rıfat konuştu: “Duydun mu Memed aga?” dedi gölgenin gözünün içine bakarak.

Rıfat konuşmaya devam etti: “Ali ölmüş!”

Gölge, başını kaldırıp Doğan’a baktı. Doğan’ın suratı daha bir buruştu.

Gölge, çayının buğusunu ve tadını bırakıp ayağa kalktı. Ardı sıra buruşuk suratlı ahbabı ve Rıfat da kalktı.

Gölge, bu kez genç yürüyordu. Sanki yetmişlerde eylem alanlarında yumruğunu havaya kaldırır gibi, biraz sonra slogan atıp karşı görüşlülere girişeceklermiş gibi…

Gölge, tekel bayiinin önünde durdu. Soluklanıp başını yerden kaldırarak içeri girdi. Gölge, ahbapları dışarıda ona bakınırken yetmişlik yeni rakıyı borca yazdırdı. Rakıyı gazeteye sardırıp kolunun altına sıkıştırdı. Diğer elindeki bastonu yere vurdu birkaç kez, sonra kendisini dışarı attı.

Gölge, eylem sonrası değerlendirme için derneğe gidecekmiş gibi aceleciydi. Buruşuk suratlı ahbabı da kırk yıldır yaptığı gibi koşulsuz gölgeyi takip ediyordu. Rıfat mı, o da Ali’yi koluna takıp sorgusuz sualsiz gölgenin arkasına düşerdi. Gölge, derin bir sessizliği güne uluyordu. Buruşuk suratlı ahbabı ve Rıfat da gölgeyi destekliyorlardı!

Gölge, köy dolmuşlarının kalktığı durağa gelince durdu. Buruşuk suratlı ahbabı ve Rıfat da yanındaydı.

Dolmuşa el edip durdurdular.

Ali’nin köyünün mezarlığındaydılar şimdi. Mezar taşlarını okuyarak Ali’nin yattığı yeri buldular.

Gölge esas duruşa geçip Doğan ile Rıfat’a baktı. Onlar da esas duruşlarını almıştı. Gölge, sağ yumruğunu havaya kaldırarak bir dakikalık saygı duruşuna arkadaşlarını davet etti. Arada Doğan, Nazım dizelerini gidenleri için bağırarak okudu. Sesi diriydi!

Marşları hep bir ağızdan söyledikten sonra üç emekli işçi, boşalmış olarak Ali’nin mezarının toprağını avuçlayıp birlikte üstündeki otları söküp taşları ayıklayarak tepecikleri düzlediler.

Gölge, koltuğunun altındaki şişeyi iki eliyle avuçlayıp sarılı gazete kâğıdını yırttı. Rakı şişesinin kapağını ıkına sıkına açıp Ali’nin toprağına boca etti.

Kahvede keyifle çaylarını yudumlarken üç kafadar, bir yandan da afacan çocuklar gibi takma dişlerini birbirlerine göstererek gülüşüyorlardı. (31 Aralık 2007)

 
Toplam blog
: 55
: 383
Kayıt tarihi
: 27.01.09
 
 

1975’te Ankara’da doğdu. Eskişehir Anadolu Üniversitesi İ.İ.B.F. İşletme Bölümü’nü bitirdi. Şiirleri..