Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

26 Ocak '09

 
Kategori
Öykü
 

Vuydeykup Gülü

“Hadi bakalım babasının kuzusu, uyuyalım artık. Öpeyim gözlerinden. Oooh. Tatlı rüyalar kızıma”


Zeynep, adıyla müsemma, dünyalar tatlısı, o şahane küçük kız, o babasının gülü olan minik peri uykuya daldığında yatsı ezanları şehrin dört bir yanını sarıyordu. O ise, artık gözlerini kapamış, uykunun tadını alabilmek için ağzını şapırdatmaya başlamıştı. Babası gülümseyip odadan çıkmış, kızı korkmasın diyerek de kapıyı çok az aralık bırakmıştı. Oysa korkacak bir şey yoktu. Hem Süpermen kadar güçlüydü hem de sarıldığı İyor da gerekirse kendisine yardım ederdi. İyor’a biraz daha sarılıp kocaman gözlerinden öptü.


Küçük kızın, babasının değişiyle kuzunun uykusu birazdan başlayacak ve kim bilir belki de uykusu rüyasına Tigır ve İyor’u getirecekti. Küçük kız bu düşüncenin verdiği heyecanla, aklında bin bir soru olmasına rağmen gözlerini daha da sıkı kapadı. Uykunun tadı dilinden hayallerine akarken rüya perdesi aralandı. Zeynep’in solukları derin ve uzun bir düzene girdi. Dudakları büzüştü, gözlerindeki sımsıkı kapalılık azalıp oyuncak İyor’u kavrayışı hafifledi. Çok değil, kısa bir süre sonra kendisi yatağın bir yanına, İyor başka bir yanına gidecek, hatta yastıklar yatağı tamamen terk edip Zeynep’in başı ayağının olması gerektiği yerde olacaktı.


Sonra, odaya güneş ışığı doldu. Gece erkenden yatan bal küpü sabahın da ilk ışığıyla beraber gözlerini açıp annesinin hemen yanında olduğunu görmüştü. İyor her zaman olduğu gibi yine kendisinden önce kalkmış, herhalde yorgunluğuna yenik düşüp yerdeki halının üstünde tekrar uyumuştu. Zeynep birkaç kez annesini uyandırmayı denediyse de olmadı. Yatağın üstünde tepinip şarkı söylerken bile annesi mışıl mışıl uyumaya devam ediyor, hatta tıpkı kendisi gibi uykunun tadını almak için ağzını şapırdatıyordu. Yataktan atlayıp evin içinde babasını aramaya başladı. Hoplaya zıplaya dolaştığı odalarda dombili babasından iz yoktu. Ayakkabılığın kapaklarını açıp babasının ayakkabılarına baktı. Ayakkabıları olmadığına göre babası gitmişti. Bir önceki gün babasının parka gitme sözü verdiğini düşününce suratı asıldı, dudakları büzüştü. Tekrar annesinin yanına koşup kısacık boyuyla yatağa tırmandı. “Gül yanaklım” deyip annesinin yanaklarını öptü, uyandırmayı denedi. Sonra, tam annesinin uyanmayacağını düşünmeye başladığı sırada aklına parka yalnız gitmek geldi. Yıllar önce hem annesinin hem de babasının yaptığını şimdi o da yapsa olurdu. Hem ilerde, yani büyüyünce, ben küçükken evden hiç kaçmamışım demektense kaçışını anlatmayı tercih ederdi.


Zeynep, babasının hayallerinin gerçeğe dönüşmesiydi. Henüz dört yaşında olan küçük sultan annesinin bütün güzelliğini almış, üstüne babasının muzipliğini de ekleyerek görenlerde sevme isteği oluşturan bir tatlılığa bürünmüştü. Küçük kız gibi değildi. Mantığı büyüklerinki kadar iyi çalışıyor, olan biteni pek ala kavrıyor, fakat çocukluğundan asla vazgeçmiyordu. Yalnız gitmeye karar vermesi de çocukluğun getirisi değil kendine olan güveninin sonucuydu. Ayakkabılarını giydi. Üşürsem diye ceketini de yanına alıp kapıyı yavaşça kapattı. Karanlıkta, duvarı yoklayarak merdivenleri indi. Artık binanın çıkış kapısı önünde kale kapısı gibi kocaman dikiliyordu. Süpermen kadar güçlü olmasa kapıyı açabileceği de yoktu. Oflayıp puflayarak kapıyı arasından geçebileceği kadar açtı ve hoppa diyerek kendini dışarı attı. Buraya kadarı bile bu kadar maceralı geçtiyse gerisi kim bilir ne kadar keyifli olacaktı.


Yaz güneşi arabaların camlarından göz kamaştırarak yansırken küçük kız parkın yolunu tuttu. Binalara yakın gidip yoldan uzak duruyordu. Böylece annesinin çiçeğini görenler kendi evinin önünde sanacak ve öyle hop diye kaldırımdan kapıp kaçıramayacaktı. Binalar bitip de kocaman hem de ışıkları bile olmayan yolun önüne gelince Zeynep durdu. Sağına soluna defalarca fal taşı gibi açılmış gözlerle baktıktan sonra yolun ortasına kadar koştu. Takılıp düşebileceğini akıl edişi de işte tam o anda olmuştu ki durup hemencik etrafına bakındı. Çok şükür ki araba yoktu. Yolun gerisini hızlı hızlı yürüyüp koca parkın kenarına gelmeyi başardı. Salıncaklara gelene kadar yine binaların hemen önünden yürüyecekti. Parkta gezen amcaların birinde köpek olduğunu görene kadar da öyle yaptı. Tasmasız köpeği sağa sola koşturur görünce küçük kız ne yapacağını şaşırdı. Belki Süpermen kadar güçlüydü ama köpeğin kıyiptonu olmadığı ne malumdu. Önünde olduğu binanın duvarına iyiden iyiye yapıştı. Daha fazla gidebilecek olsa gidecek, duvarın içinden öbür tarafına geçecekti ama kötü duvar yol vermiyordu. İlk annecim deyişi de o zaman oldu. Elleriyle gözlerini kapatıp ne olacaksa olmasını beklemeye başladı. Pıtı pıtı ayak sesleri yanından gelip geçerken küçük kuzunun dizleri titredi. Evden hiç çıkmasa, biraz beklese annesi uyanır hem de beraber en güzel parklara giderlerdi. Parmaklarının arasından etrafına baktığında köpek de tasmayı bağlamayan kötü amca da ortalıkta yoktu. Sağına soluna iyice bakıp emin olduktan sonra “üff çok yoyulduk” deyip yoluna devam etti.


Neyse ki salıncaklar ona saatler gibi gelen bir yürüyüşün ardından göründü. Babasıyla geldiklerinde bu yol daha kısaydı sanki. Mutlaka birileri yolu uzatmıştı. Ne kadar uzaklaşmıştı evden. Kilometrelerce gelmişti kesin. Ama değmişti. Şimdiden eve geri gittiğinde anlatacağı bir sürü şey vardı. Kocaman kapıyı nasıl da oynatmıştı. Salıncağa bindi. Şansına kenardaki banklardan birinde iki teyze oturmuş konuşuyordu. Onların kızı gibi görünecekti şimdi. Tabi teyzeler gelip de sen yalnız mısın kızım derse başkaydı. İşin kötü tarafı salıncağa daha önce hiç yalnız binmemişti. Tam da bu yüzden bir türlü ileri geri gidip gelemiyordu. Tam pes etmek üzereydi ki imdadına on üç on dört yaşlarında bir başka kız yetişti. Salıncaktan atlayan küçük kız belli ki kendi de oynamaya gelen çocuğun önüne koştu.

“Ablacım beni biyaz sallayabiliy misin?” dedi. Kız Zeynep’e altın madeni bulmuş gibi bir bakış attı. Öyle ki gözleri sanki sarı renkteydi.

“Ne tatlıymışsın sen öyle. Sallarım tabi” diye yanıtladı kız. Babasının gülü olan dünyalar tatlısı tekrar salıncağa bindi. Abla olan salıncağı itince küçük kızın gözleri parladı, gülüşleri duyuldu. “Adın ne senin bakıyım?” dedi abla.

“Zeynep”

“Oh, adınla yaşa. Kim getirdi seni parka?” Kuzunun duymak istemediği soru böylece gelmişti.

“Annemle geldim. Oyda otuyuyo bak, teyzemle konuşuyolay.”

“O annen mi senin?” dedi büyük kız sevinçle. “O zaman bulduk seni sonunda.”

“Yasıl buldunuz ki beni? Kaybolmadım ki ben annemin yanındayım ya” dedi Zeynep şaşkınlıkla.

“O senin gerçek annen değil ki” dedi abla bunun üzerine. Zeynep birden yalan söylediğinin anlaşıldığını sandı. Korktu.

“Tabi geyçek annem. Kimmiş ki benim annem başka. Yalan söyleme” dedi küçük kız telaşla. Abla salıncağı sallamayı bırakıp Zeynep’i salıncaktan aldığı gibi yere indirdi. Karşısına geçip gözlerine baktı.

“Kaç yaşındasın sen?” dedi abla.

“Döyt yaşındayım. Ben annemin yanına gitcem bıyak” dedi küçük kız.

“Tamam, ben de seni annenin yanına götürmeye geldim Zeynep. Korkacak bir şey yok güzeller güzeli bak gidiyoruz bile”

O an, güzeller güzeli daha ne olduğunu anlamamıştı ki yer ile gök bir olup bembeyaz bir ışık gözlerini kamaştırdı. Işık öyle çoktu ki küçük kız gözlerini kapattığı halde her yerin bembeyaz olduğunu gördüğünü düşünüyordu. Sonra ışık azaldı. Korkusundan ağlamaya başlamış olan Zeynep yavaşça gözlerini açtı. Etrafında daha önce hiç görmediği dağlar ve karşısında masallarda okuduğu, çizgi filmlerde gördüğü kocaman saraylardan bir tanesi vardı. Birden bire dört bir yanlarında bir sürü insan belirdi. Yanlarından geçen bir adam Zeynep’in başını okşayıp göz kırptı. Bir başka kız geçerken eğilip onu yanağından öptü ve gözündeki yaşları sildi.

“Hadi gel Zeynep” dedi kendisini buraya getiren abla. “Gitmemiz lazım”

“Gitmiycem ben hiçbiy yeye, yeyedeysek olalım anneme götüy beni”

“Güzeller güzeli. Hatırlamadın mı buraları sen? Gerçi çok küçüktün ama… Wundergulph’dayız şimdi. Burada doğdun ya, Wundergulph’un küçük cadısısın sen. Annene götürüyorum seni şimdi. O sana hatırlatır hepsini bir tanem.”

“Benim annem evde bi keye sayayda değil ki. Onu özledim ben.”

“Hadi gel yoksa kucağımda zorla götürürüm.” Abla bunları söyleyince Zeynep’in aklına babasının onu hep omzunda taşıması geldi. Acaba babası nerdeydi. Çağırsa gelip kurtarır mıydı ki kendisini. Vuydeykup’u da hiç duymamıştı daha önce. Keşke evden hiç çıkmasaydım diye düşündü. Çaresiz büyük kızın peşinden gitmeye koyuldu. Hem belki de kız onu gerçekten annesine götürüyordu.


Beraber onlarca belki de yüzlerce insanın arasından geçtiler. Kaybolmaktan korkan Zeynep ablanın elini tutup yanında yürümeye devam etti. Bu kadar yol çok fazlaydı. Babası olsa şimdiden onu kucağına almıştı bile. Ama abla anlaşılan kucakta taşımayı sevmiyordu. Sarayın kapısından girdikleri anda herkes bakışlarını Zeynep’in üzerine çevirdi. Kendi aralarında fısıldayan süslü püslü giyinmiş amca ve teyzeler gözlerini ondan ayırmıyordu. Birkaç belinde kılıcı olan adamın yanından geçtikten sonra kocaman bir asansöre bindiler. Hiç kimse kim olduklarını sormadı, hatta asansördeki kılıçlı adam dahi küçük kıza gülümsedi. Sonra, asansör birden durdu ve kocaman asansörün kocaman kapısı iki yana açıldı. Karşılarında kocaman bir sandalyenin üzerinde bir kadın oturuyordu. Güzeller güzeli kadının ayaklarına bakmak için bile kafasını iyice yukarı kaldırmak zorundaydı. Neyse ki kadın sandalyeden atladı ve daha o atlar atlamaz havada kendisi için merdivenler oluştu. Kadın koşa koşa Zeynep’e doğru geliyordu. Küçük kız korkarak ablanın arkasına doğru saklandı. Şimdiye kadar gördüğü insanlar içinde hem en süslü püslü olanı hem de en korkutucu olanı bu kadındı. Elinde kocaman bir sopa vardı. Ayaklarında küçük kızın dizlerine gelecek kadar topuğu olan kırmızı ayakkabılar, üzerindeyse içine Zeynep gibi onlarca kızı alabilecek kırmızı, etekli ve kocaman bir elbise vardı. Başındaki altın taçsa Zeynep’i en çok korkutan şey olmuştu. Öyle ki tacın üstünde renk değiştirip duran bir kertenkele vardı. Kadın küçük kuzuya çok uzak gelen mesafeyi bir anda koştu ve kızım diyerek kendisine sarıldı. Annesi neredeydi ki küçük gülün.

“Kızın değilim ki ben senin” dedi Zeynep. “Benim annem evde kaldı. Bıyakın da ben geyi gidiyim meyak edey şimdi.”

“Olur mu öyle şey. Elif, yanlış düşünmedim değil mi? Kızımı getirdin bana dünyadan?”

“Evet hanımım, aynen söylediğiniz gibi aradım ve sonunda buldum.” Demek ki ablanın adı Elif’ti.

“Bak gördün mü benim kızımsın işte. Tabi çok zaman ayrı kaldık, daha küçücüktün sen, bebektin. Normal başkalarını annen sanman yavrum benim. Öpeyim bir yanaklarından.” Zeynep yanaklarını kaçırmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Ne demekti ki daha bebektin sen. Yoksa kadın doğru mu söylüyordu. Zaten babası onun bir yaşından küçük olduğu zamanları hiç anlatmazdı.

“Ben anneme gitcem” dedi tekrar.

“Tamam, şöyle yapalım güzel kız, burada biraz benle kal. Annen olduğumu sana kanıtlayayım, yine de inanmazsan annem dediğin kadına götürürüm seni. Anlaştık mı? Yok dersen hep burada kalırsın.” Küçük kız biraz düşündü. Kadının söylediklerini anlamıştı. Zaten tamam demekten başka şansı yoktu, ama ya annesi… Peki ya babası? Onlar ne yapardı küçük kuzuları olmadan. Zeynep’in gözleri tekrar yaşardı. Babası olsa şimdi öperdi gözlerinden. Daha çok üzüldü. Bir daha evden habersiz kaçmayacaktı, kendi kendisine buna söz verdi. Ama önce evine dönebilmesi lazımdı.

“Tamam” dedi ağlayarak. “Kalayım buyda biyaz ama sonya gitmek isteysem göndeymeye söz mü?”

“Söz” kadın mendiliyle Zeynep’in gözyaşlarını sildi. “Gel bakalım önce sana bebeklik fotoğraflarını gösterelim.”

“Şey, önce biyaz bişey yiyebiliy miyim, çok acıktım ben”

“Doğru ya nasıl unuttuk. Elif koş bir şeyler getir. Ne istersin kızım?”

“Şey, kızın değilim ama biyaz bıyovni vaysa bıyovni yiyebiliy miyim?” Kadın bunun üzerine Zeynep’i korkutan bir kahkaha attı. Bu kadının annesi olması mümkün değildi, annesi ne de güzel gülerdi.

“Brovni getir kızıma Elif, hadi koş çabuk”


Sonra birden bire önlerine çıkan merdivenlerden yürüyüp kocaman sandalyeye ulaştılar. Şimdi büyük sandalyenin yanında bir de küçük sandalye duruyordu. Kadın Zeynep’i kaldırıp o sandalyeye oturttu. Kendisi de büyük sandalyesine oturup kılıçlı adamların getirdiği bir fotoğraf albümünü açtı. Albümde kendisinin bir bebekle çekilmiş onlarca fotoğrafı vardı. Kadın brovni gelene kadar hepsini gösterip her birinin ne zaman çekildiğini anlattı. Fotoğraflar tam bebek bir yaşına geldiğinde sona erdi. Aynı anda Zeynep’in önünde, bir sehpa üzerinde brovnisi duruyordu. Küçük kız şaşkındı. Belki de kadın doğru söylüyordu ama onun annesi Gülnihal’di. Zeynep onu daha çok seviyordu. Sadece on dakikanın içinde bile çoktan karar vermişti buna. Bu kadını sevmesi, annesi olarak görmesi mümkün değildi.

“Gördün mü bak, annenim ben senin. Şu burna bak, resimdekilerin aynısı değil mi? Gözlerin de öyle.” Brovnisini yiyen güzeller güzelinden ses gelmeyince kadın devam etti. “Bu günden sonra sana Wundergulph’un küçük cadısı diyecekler. Sesin çıkmadığına göre kalmaya karar verdin demektir. Kızım benim.”

“Hayıy kayay veymedim ben. Yemek yeyken konuşulmaz diye ses çıkaymadım ki yoksa deydim ben gitcem diye.”

“Yeter bu kadar. Ben ne dediysem o, annelere karşı gelinmez.” Zeynep’in gözleri koca koca yaşlarla doldu. Boğazı düğümlenmişti artık. Kadının kendisini göndermeye niyeti olmadığını anladı. Zaten kafasında da kertenkele vardı. “Allah’ım yaydım et” dedi içinden.

“Peki o zaman, madem göndeymeyeceksin beni, o zaman bayi vuydeykupun küçük cadısı değil de küçük gülü oluyum. Oluy mu?”

“Tamam küçük gülü ol. Silelim gözyaşlarını, ama benle kal artık. Çok özledim ben seni kızım yıllar boyunca.”

“Hiç de bi keye” dedi Zeynep içinden. Gözyaşları silinirken başını çevirdi. Kendisi Süpermen kadar güçlüydü bir kere. Buradan kaçmanın yolunu bulduğu anda kaçacaktı…


Aradan iki gün geçmiş, vuydeykupun küçük gülünün her dediği yapılır olmuştu. Bir tek kaçmasına yol verebilecek şeylerin engelleniyor olması küçük kızın bir türlü aradığı fırsatı bulamamasına yol açıyor, onu sarayın içine hapsediyordu. Derken Zeynep’in durumunu daha da zorlaştıracak bir şey oldu. Tam Wundergulph’un gerçek cadısı ve küçük kız kocaman sandalyelerinde oturuyorlardı ki asansörün kapısı açılıp içeri on dört yaşlarında bir kız ve onun yanında da dört yaşlarında bir çocuk geldi. Küçük çocuk daha içeri girer girmez anne diyerek cadıya koşmaya başladı. Cadı bütün hiddetiyle ayağa kalkıp “Ne oluyor burada?” diye bağırmasaydı yarı ettiği yolu tamamlayacaktı da.

“Kızınızı getirdim efendim” dedi asansörden çıkan büyük kız. “Aramayla görevlendirmiştiniz.”

“Benim kızım zaten yanımda” diye yanıtladı onu cadı.

“Ama efendim nasıl olur, aynen dediklerinizi yaptım” dedi kız şaşkın bir halde. Zeynep bir an gerçek kızın bulunduğunu düşünerek işte bak benim annem değilmişsin diyecek olduysa da cadının sinirini görünce sustu.

“Elif” diye bağırdı cadı. Taht odasına açılan bir kapıdan Elif çıkageldi.

“Cevap ver. Sana resmini gösterdiğim kadından kızımı alıp getirdin mi?” diye sordu cadı.

“Evet efendim. Yoksa bir şüpheniz mi vardı?”

“Elbette var. Sema da kızımı bulduğunu söylüyor. Hanginize inanayım?”

“Efendim” dediler aynı anda. Mazeretlerinin kendilerini kurtaracağından şüpheliydiler. Küçük kızlarınsa ikisi de olayı sessizce izlemekle yetiniyordu.

“Siz” dedi cadı küçük kızlara bağırarak. “Yarın ikinizi de deneyeceğim. Gerçek kızım dolunayda eline cadı asasını aldığında büyü yapabilecek kadar güçlenmiştir. Hanginiz asayı taşıyabilirse o benim kızım demektir. Şimdi ikinizi de iki ayrı odaya kapatsınlar. Yarına kadar ne istiyorsanız yapın.”

Bunun üzerine Elif gelerek Zeynep’in elinden tuttu ve onu geldiği odaya götürdü. Diğer kız da kendisini getiren ablayla beraber bir başka odaya gidiyordu. Kendi odalarına geldiklerinde, Elif küçük kız için bir başka oda gösterdi. Güzeller güzeli tıpış tıpış adımlarla odaya gidip içeride bulunan yatağın üstüne oturdu ve ağlamaya başladı. Abla gelip yanına oturdu. Kuzunun ellerinden öptü.

“Zeynep” dedi yavaşça. Kız bakışlarını ablaya çevirdi. “Annenin adı ne senin?”

“Gülnihal”

“Parktaki kadın senin annen miydi?”

“I ıh, değildi. Annemden habeysiz çıktım dışayı. Yalnız oluysam kaçıyıysın diye o teyzeyi annem dedim ben, ama sen de öyle kaçıydın.”

“Yani sen buranın küçük cadısı değilsin.” Elif’in de gözlerinden yaşlar döküldü. “Zeynep, keşke elimden bir şeyler gelse de seni kaçırabilsem. Ama daha kapıdan çıkar çıkmaz yakalarlar bizi. Yarın asayı tutamayacaksın, ne olur bilmiyorum ama hanımım çok kızdı. Galiba seni göndermeyecek. Sen de benim gibi onun hizmetçisi olacaksın. Keşke seni getirmeseydim. Özür dilerim”

“Keşke ben evden hiç kaçmasaydım” dedi kız. Tam o anda, aklına bir şeyler geldi. Kurtulacağından emin değildi ama belki de bu işe yarardı. Annesi Gülnihal’di. Babasının dediği gibi, güllerin sultanıydı. Belki… “Elif abla” dedi kendi gözlerindeki yaşları silip. Bir yandan ağlaması devam ediyordu. “Bana biy tane gül getiyebiliy misin?”

“Olur güzeller güzeli de ne yapacaksın gülü?”

“Getiyince gösteyiyim”

Kız Zeynep’in yanından kalkıp dışarı gitti. Birkaç dakika sonra, uyumuş olan küçük kızın yanına gelip gülü yatağın yanındaki masaya koydu. Kendisi de hemen dışarıdaki odada beklemeye koyuldu.


Güzeller güzeli uyanır uyanmaz evinde olup olmadığını anlamak için sağına soluna bakındı. Olmadığını anlayınca suratı asıldıysa da masadaki gülü görür görmez neşesi yerine geldi. Çiçeği eline aldı ve tekrar yatağın üstüne oturdu.

“Küçük çiçek. Benim adım Zeynep” diye başladı. “Biliyoyum seni çoktan kopaytmışlay ama olsun, sen beni duyaysın. Zeynep deyince tanımadıysan söyleyim, ben Gülnihal’in kızı Zeynep’im. O yüzden aç yapyaklayını kocaman, beni iyi dinle e mi kuzum. Sonya dedikleyimin hepsini anneme söyle.”

“Annecim, güzelley güzelim, gülleyin sultanı melek annem. Senden izinsiz evden kaçtığım için çok özüy dileyim. Payka gitmek için evden çıktım ama biysüyü şey oldu. Önce kapıyı zay zoy açtım. Sonya yoldan koştum geçtim. Hatta şu koyktuğumuz köpekley vay ya, ondan kaçmadan yeyimde duydum. Ama sonya bi abla geldi, bana seni annene götüycem deyip beni vuydeykup diye biy yeye getiydi. Beni buydan bıyakmıycaklaymış annecim, ama ben seni çok özledim. Babam olsa yanımızda, gıdıklasanız beni, söz biy şey demiycem bi daha gıdıklaysanız. Sonya uykum geldi mi sen beni kucağında taşısan, aytık o kaday çok soyu da soymuycam söz. Uslu uslu uyuycam hemen. Yetey ki yanınıza dönebiliyim, öpeyim de yanaklayından biy süyü. Sabah yatakta da zıplamıycam, öpeyek uyandıycam seni bi daha. Yoluy kuytayın beni. Söz bi daha izinsiz kaçmıycam. Çok koykuyoyum buyda. Gülleyin sultanı annem, hemen gelin yoluy. ”

Zeynep’in gözyaşları gülün yapraklarına döküldü. Küçücük kız ağlamaktan yorgun düşmüştü artık. Elif de kızın konuşmasını duyup ağlamıştı. Zeynep yataktan inip elindeki gülü odanın penceresinden aşağı attı. Sonra Elif’in yanına gitti. “Elif abla” dedi ağlayan kıza “Sen düşcek düşcek oynamasını biliyo musun?”…


Ertesi gün gelip de küçük kızlar gecenin karanlığında dışarı çıkartıldığında diğer kız kendinden emin görünüyordu. Belli ki kız annesini hatırlıyordu ve asayı taşıyabileceğinden emindi. Oysa Zeynep gülle olan konuşmasının işe yaradığından bile şüpheliydi. Kaldı ki annesi konuştuklarını duymuş bile olsa vuydeykupu nereden bulacaklardı. Dolunay sarayın avlusunu aydınlatıyordu. Dört kılıçlı adam, cadı anne, Elif, diğer abla, ve küçük kızlar saraydan gelenlerdi. Oysa Wundergulph halkının hemen hepsi oradaydı. Herkes büyük bir merakla küçük cadının hangisi olacağını bekliyordu. Trompetler üflendi. Küçük kızlar cadının yere sapladığı asaya doğru götürüldü. Kalabalık nefesini tutmuş olacakları izliyordu. Önce sonradan gelen kız asayı eline aldı. Kendinin iki katı boyundaki asayı rahatlıkla taşıyan kız gözlerini kapatıp bir şeyler olmasını bekledi. Daha doğuştan gelen yetenekleri o anda yol gösterip de asanın ucunda bir ışık yakınca kalabalıktan hayret nidaları yükseldi.

“Bu iş burada biter” dedi kızı getiren abla. “Elif’in getirdiği kız yalancı. Gerçek cadımız benim getirdiğim.”

“Sensin yalancı” dedi Zeynep. “Ben yalan söylemedim ki. Annem sayayda değil evde dedim ben.”

“Götürün şu kızı hizmetçi olarak yetiştirsinler” dedi cadı. Zeynep kaçmak için kalabalığa doğru bir bakış attı. Ah bacakları biraz daha büyük olsaydı, bir hopladı mı kalabalığın içinde kaybolurdu ama…

“Küçük kız da şansını denesin” dedi kalabalıktan birisi. Evet diyen sesler yükseldi. Anlaşılan bu tatlılığın hizmetçi yapılmasına gönülleri el vermiyordu.

“Peki, nasıl olsa başaramayacak” dedi cadı. Asa Zeynep’in ellerine tutuşturuldu. Küçük kız ağır asayı zar zor kavradı. Aynı diğer kız gibi gözlerini kapadı ve babasının anlattığı masalları hatırladı. “Abyaaaaa kadabyaaaaaa” diye bağırdı kalan son neşesiyle…


Birden kalabalıktan şaşkınlık sesleri yükseldi. Sadece cadı ve onun küçük kızı hiç ses çıkarmıyordu. Zeynep gözlerini açıp cadıya baktığında ağzı bir karış açılmış gökyüzüne bakan bir kadın gördü. Sonra kadının baktığı yöne döndü. Dolunay’ın önünden devasa bir bülbül süzülerek kendilerine doğru geliyordu. Zeynep olduğu yerde hoplayıp zıplamaya, sevinç gösterileri yapmaya başladı. “Hoplayım, zıplayım, annemi çok seveyim, hoplayım, zıplayım, babamı çok seveyim” sesleri bütün ahalinin kulaklarında çınlıyordu artık. Küçük kızın kikir kikir gülüşleri sessiz geceyi neşelendirdi. Bülbül süzülerek yere, Zeynep’in yanına indi. Kalabalıktan “Andelib bu” sesleri yükseledursun. Küçük kız “Babam benim” diyerek bülbülün boynuna sarıldı, çıkıp üzerine oturdu. Kuş olduğu yerden havalanırken bir pençesiyle cadının asasını kavrayıp götürdü. Dolunaya doğru süzülüp hızlandılar. Arkalarındaki kalabalık bir an her yanın bembeyaz bir ışıkla kaplandığını gördü. Bu öyle bir ışıktı ki gözlerini kapatsalar bile aydınlığı hissedebiliyorlardı.


Bülbül kanatlarını çırpıp evin penceresi önüne kadar indi. Küçük kız yolculuk sırasında uyumuş, ağzını şapırdatarak uykunun tadını almaya bile başlamıştı. Güllerin sultanı annesi kızı bülbülün sırtından alıp yatağına yatırdı. Yatağın yanındaki masada üzerinde gözyaşları olan küçük bir gül vardı.


Sonra…


Sonra sabah oldu, hafif aralı bırakılmış kapıdan bakanlar yatağın üzerinde hoplayıp zıplayan küçük bir kız ve onun yanında inatla uyumaya çalışan anne ve babasını gördüler. Kız eğilip ikisinin de yanaklarından öptü. İkisi de o an uyandılar. Küçük kız “Annecim ben vay ya öyle biy yüya göydüm ki…” dedi. Aynı anda pencereye bir bülbül kondu, odaya gül kokusu sindi.

 
Toplam blog
: 2
: 836
Kayıt tarihi
: 22.01.09
 
 

1988 Konya doğumlu. Memleketi hakkındaki rivayetler Selanik, Kayseri ve Aydın/Söke'yi barındırmakla ..

 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara