Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '22

 
Kategori
Turizm
 

OTEL İŞLETME VE YÖNETİCİLERİ N

OTEL İŞLETMELERİNİ VE YÖNETİCİLERİNİ NASIL DEĞERLENDİRELİM ?

Likidite analizleri, vadesi dolduğunda işletmenin kısa vadeli borçlarını ödeyebilme yeteneğini ölçmek için kullanılır. Bir işletmenin karlı olması ve bunun yanında borçlarını ödeyebilecek bir nakdi işletmede tutması zorunludur.

Bir işletmenin toplam cari varlıkları ile toplam cari yükümlülükleri arasındaki ilişkiyi ifade ederek işletmenin borç ödeyebilme yeteneğinin kabaca bir ölçüsünü ortaya koyabiliriz. Kaba diyoruz çünkü hesaplamada cari hesapların dönüş devri, varlıkların ve yükümlülüklerin bileşiminin nasıl olduğunu göz önüne almamaktadır. Herhangi bir tasfiye anında cari borçları ödeyebilmek için cari varlıkların bir defada nakde dönüştürülebileceği varsayımı yapılmıştır burada... Otelcilik endüstrisinde bunu başarabilmek ise pek mümkün değildir. Çünkü, cari malların çoğunu, kolayca bozulabilen yiyecek ve içecekler ve işletme faaliyetlerinin devamını sağlamaktan öte değeri olmayan çeşitli tedarik malzemeleri oluşturur. Bu oran geliştirilirken başlangıçta toplam varlıklarının  % 50 si kadar mal bulunduran ticari-sanayi işletmeleri için geliştirilmiş ve 2/1 oranı kabul edilmiştir. Fakat sanayi işletmelerindeki bu 2/1 oranın Otelcilik işletmelerine uygulanması pek mümkün değildir. Çünkü Otelcilik işletmelerinin varlıkları içerisindeki malların (malzemelerin) payı çok düşüktür. Dolayısıyla bu işletmelerin ana ürünleri cari varlıklar arasında değil, cari olmayan varlıklar arasındadır... Otelcilik işletmelerinde mallar(malzemeler), satılabilir ana kalemlerin bir tamamlayıcısı olup toplam varlık kalemlerinin içindeki payı  % 0,5 veya % 1 i gibidir. Bu bakımdan sanayi kesiminde 2/1 şeklinde olan bu oranın otelcilik sektöründe 1/1 şeklinde kullanılması genellikle tüm dünyada olumlu sayılmaktadır.

Ancak kredi verenler alacaklarını tahsil edebilmeleri bakımından yüksek bir likiditeyi genellikle daha garantili görmektedirler... Aslında bu durum Otel işletmesi sahipleri yada yöneticileri açısından da önemli olmalıdır, çünkü gereğinden fazla nakit veya malzeme stoku elde bulundurulmamalıdır. Gereğinden fazla stoklara bağlanan paralar başka gelir getiren alanlarda daha verimli olarak kullanılabilir. 

Ancak cari borçlara karşın, cari varlıkları kolayca nakde çevrilebilen likit varlıklarla ilişkilendirdiğimizde, işletmenin borç ödeyebilme yeteneğinin çok daha iyi bir şekilde ölçebiliriz... 1/1 yada bu orandan biraz daha aşağıda olması otel işletmeleri için yeterli sayılabilir...

Bir işletmenin likiditesi sahip olduğu varlıkların bileşimi ile çok yakından ilişkilidir. Otelcilik ya da genel anlamda Turizm sektöründeki işletmeler satışlarının büyük bir bölümünü kredili olarak gerçekleştirmektedirler. Bu sebepledir ki ağırlama sektörünün likiditesi açısından bu hesapların bazı ilginç yönlerinin araştırılmasında yarar vardır...

Alacaklar Gelirlerin tahsil edilmeyen kısmıdır. Bu bakımdan Toplam gelirlerin % kaçının alacak olduğunun ifade edilmesinde yarar vardır. Büyük otel işletmelerinde % 2,5 - % 5 arasında olması kanımca yeterlidir.

Alacakların dönüşümü ve tahsil süresi, alacakların hesaplama yöntemine göre ayda yada yılda kaç kez ve ne kadar sürede nakde çevrildiğini ifade eder. Hesaplamada belli bir andaki alacakların değil de hesaplama yapılacak dönemin ortalama alacakların işleme tabi tutulmasında daha doğru yorumlamaya neden olur. Bir başka açıklamayı da ilave eder isek; özellikle Alacak devir hızı ve tahsil süresinin hesaplanmasında Toplam gelir rakamı yerine Kredili satış rakamının kullanılması daha doğru olur. Bu hesaplamalar Bir otelin kredi politikalarının etkinliğinin ve bu politikalara bağlılığının bir ifadesi, göstergesidir, Sonuçların kısa yada uzun oluşuna göre değerlendirilmesi gerekir. Bunun yanında bir başka önemli husus da alacaklardaki devir hızı ve tahsil süresi neticelerinin ayrıca hesaplanacak Borçların devri ve ödeme süresi ile ilişkilendirilerek ifade edilmesi, ortaya koyulması ve dikkatle izlenmesi ilerideki olası krizlere hazırlıksız yakalanmama açısından çok önemlidir. Bu hususa dikkat edildiği ölçüde likit rezervlerdeki erimenin, bir başka ifade ile firmanın kan kaybetmesinin önüne geçilmiş olur...

Bir işletmenin borç ödeyebilme yeteneği, vadesi geldiğinde almış olduğu borçlarını ana parası ve faizleri ile karşılayabilmesidir. Bir işletmenin finansmanında kullanılacak olan paranın iki kaynağı vardır. İşletme sahiplerinin bu finansmanı sağlaması ya da borçlanma yoluyla finansman sağlanmasıdır. Bir firmanın borçlarını ödeyememe riski ödünç veren kişilerin ve İşletme sahiplerinin  koydukları paranın miktarına da bağlıdır. Manivela yada Kaldıraç terimi, işte bu noktada devreye girer. Yani ortakların işletmeye koydukları öz sermayeye oranla işletmenin sahip olduğu varlıkların finansmanında kullanılan uzun vadeli borç miktarını ifade eder. Ve genellikle işletmeye borç veren kreditörler, herhangi bir tasfiye ve varlıkların satılması halinde kredilerinin geri dönüşü için o güvenceyi işletmenin her hangi bir zaman noktasında varlık ve borç ilişkisi içerisinde görmek isterler. Fakat bu durum ileride faaliyetlerden sağlanacak  fonları göze almaz. Gerçekte bu durum tasfiye halinde olan bir işletmenin borç ödeyebilme yeteneğini gösterir. Bu bakımdan her bir birimlik borca karşılık kaç birim varlıklara sahip olunduğunun da anlaşılması faydalıdır. Aynı şekilde varlıkların % kaçının borçlanılarak edinildiğinin yorumlanması da yarar sağlar. Kiralama, ortak girişimler, ve diğer finansman tekniklerinin büyük ölçüde kullanılmaya başlanması nedeniyle, herhangi bir sonuca varmadan evvel işletmenin borç ödeme yeteneğinin çok iyi bir şekilde ölçülmesi ve dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi lazımdır. Herhangi bir şekilde sağlanacak borç fonlarının maliyeti, bunların kullanımından sağlanacak gelirlerden az ise önemsenmelidir. Aksi halde gidişat aşağıya doğru olacaktır.

Kreditörler öz sermaye ve borç ilişkisine işletmeye açılacak kredilere ilişkin riskin bir göstergesi olarak bakarlar. Dolayısıyla borcun maliyeti de risk faktörü ile yakından ilgilidir ve kredi şartları ve vadesi de bundan etkilenmektedir. Finanssal manivelası çok yüksek olan bir işletme bazen çok yüksek faiz oranları ile borç talep etmesine rağmen ek borç bulmakta güçlük çekebilir... Borç finansmanının kullanılmasında rol oynayan en büyük etken, borç maliyetinin, borcun kullanımıyla ilgili tüm faizler düşüldükten ve vergiler ödendikten sonra elde edilen net getirinin durumudur. Hisse senetlerinin Pazar fiyatı hisse başına elde edilen kazanca bağlı olduğundan, borç finansmanının vergiden sonraki kazançlar üzerindeki etkisi çok önem kazanmaktadır. Şayet finanssal manivelası çok yüksek olan bir firma ileride herhangi bir zararla karşılaşacak olursa, sabit borç faizlerini karşılayabilmek için yeterli fonlara sahip olamayacaktır. Bu durum ise işletmeyi iflasa sürükleyecek ve ortaklar da yatırımlarını kaybedeceklerdir. Dolayısıyla borç öz sermaye ilişkilerini değerlendirirken bu faktörlerin tamamının iyi bir şekilde değerlendirilmesi gereklidir. Burada söz konusu riskin ne olduğunu tahmin edebilmek için kullanılabilecek yöntemlerden birisi, o firmanın geçmişteki faiz ödemelerini yerine getirebilme yeteneğinin incelenmesidir. İş yapabilmek için faizin olağan ve zaman zaman gerekli bir gider olması nedeniyle, bu giderler vergiden önceki kazançlardan ödenmektedir. Bu bakımdan faizin kaç kez kazanıldığını hesap edebilmek için faiz ve vergiden önceki net kar ile faiz giderleri arasındaki mantıksal ilişkinin kurularak firmanın güvenlik marjına ulaşılır...

İşletme varlıklarının hangi etkinlikte kullanıldığına gelince, belirli varlıklara yatırılan fonlar üzerindeki kontrollerin etkin olup olmadığı üzerinde duracağız. İşletmenin envanter hacmini satış hacmi ve bu satış hacmi ile bağlantılı olarak satış maliyetleri ile ilişkilendirerek envanterin ayda yada yılda kaç kez çevrildiği yada ortalama kaç günde bir yenilendiği konusunu yorumlayarak stokların ne derece etkin kullanıldığını ve stokların etkin bir şekilde yönetilip yönetilmediğini, stoklar üzerine gereksiz yere para bağlanıp bağlanmadığını, Uygun satın alma tekniklerinin, güvenilir satış tahminleri ile birleştirilip birleştirilmediğini ve dolayısıyla bunların bir sonucu olarak yüksek bir dönüş hızına ulaşılıp ulaşılmadığını anlamak mümkündür.

Sabit kıymetlere yapılan yatırım ile yer satımı/kiralama şeklinde sürekli olarak kazanılan gelir arasındaki ilişkiyi yorumlayarak satış geliri elde etmek için Sabit varlıkların ne derece etkin yönetilerek kullanıldığını ortaya koyabiliriz. Ayrıca Doluluk oranları değerlendirmeleri ile özellikle otel işletmelerinde gelirin elde edildiği tesislerin hangi verimlilikte kullanıldığı konusunda bilgi sahibi olabiliriz. Aynı şekilde bu ölçümü restoran seviyesine kadar indirerek oteldeki herhangi bir restoranın da faaliyet anlamında verimliliğini rahatlıkla ölçebiliriz.

Bir diğer önemli husus, işletme sahibinin işletmeye yapmış olduğu yatırım üzerindeki getirisinin sağlanabilmesi için faaliyetlerden sağlanan karların yeterli olup olmadığını ölçmektir. Bu bakımdan gelir vergisi de dahil tüm giderlerden sonraki kar ile öz sermaye arasındaki ilişkinin gözden geçirilerek diğer mevcut yatırım fırsatlarından elde edilebilecek getirilerle kıyaslama yapılmalıdır. Örneğin halka açık şirket durumlarında, bireyler cari pazar fiyatından hisse senetleri satın alarak bir işletmeye ortak olabilirler. Dolayısıyla bu kişilerin yatırımları üzerindeki getiri oranı, hisse başına düşen yıllık kazancın(vergiden sonraki net kar) hisse başına ödenen Pazar fiyatına bölünmesiyle elde edilir. Piyasa değeri de işletmeye yapılan öz sermaye yatırımına ait fiyatı temsil ettiğinden, bu ölçüt işletme dışındaki kişilere ait yatırımlar üzerindeki getiri oranını daha doğru bir biçimde yansıtacaktır.

Turizm Otelcilik işletmeleri doğası gereği işletme faaliyetleri için büyük yatırımlara gereksinim gösterirler. Bu nedenle fon lama maliyetlerini karşılayacak ve ortaklara yeterli bir getiri sağlayacak yeterli bir kazanç elde edebilmek için sahip olunan bu yatırımların etkin bir şekilde kullanılması gerekir. Varlıklar üzerindeki getiri, tüm işletme varlıklarının defter değeri ve karları (faiz ve vergiden önceki) arasındaki ilişkiyi ifade eder. Faiz ve vergiden önceki diyoruz çünkü bunları da katar işin içine katar isek varlıkların gerçek kazanma yeteneğini ölçemeyiz. Sonuçta bu knuda yapacağımız değerlendirmeler ile varlıkların kazanma yeteneği ile varlıkların finansmanında kullanılan borca ait faiz oranını da mukayese edebilir ve varlığın satın alınması yada borç finansmanı kullanılması yönünde alınacak kararlara ışık tutabiliriz. Şayet borç finansmanı kullanılacak olursa, böyle bir durumda, varlıklar üzerinden sağlanan getiri oranının borç alınmış fonlar üzerinden ödenen faiz oranından daha yüksek olması gerektiği de açıktır.

Karlılık, işletmenin etkinliğini ve kar yapabilme yeteneğinin bir göstergesidir. İşletme satışları ile işletme karları arasındaki ilişkileri kurarak karlılığın ne olduğunu görmek mümkündür. Gelir vergisinden sonraki net gelir ile toplam gelirler arasındaki ilişkiyi ölçebiliriz. İşletmenin genel faaliyetsel ve finanssal etkinliğinin kaba bir ölçütüdür kar marjı. Gelir vergisi, finanslama (faiz) giderleri ve işgal maliyetleri gibi her zaman için kontrol edilemeyen fakat işletmenin genel karlılığının ölçülebilmesi için göz önüne alınması gerekli tüm giderlerin düşülmesinden sonra hesap edilir. Kar marjı yıllık başarı performansının satışlar üzerinden sağlanan bir getiri olarak ifade edilmesini gösterir. Ancak kar marjının yüksekliği yatırımlar üzerinde yüksek bir getiri oranının sağlanmasını garanti etmeyeceği gibi, küçük olması da öz sermaye getirisinin mutlaka küçük olacağı anlamına gelmez. Her iki durumda da yeterli bir kar sağlayabilmek için önemli olan değişken gerekli satış hacminin yakalanmasıdır. Yönetsel başarının ve faaliyet etkinliğinin ikinci bir ölçüsü de brüt faaliyet karının toplam gelirlerle olan ilişkisidir. Brüt faaliyet gelirini, faaliyet giderlerinden sonra fakat tüm işgal ve finanslama maliyetlerinden önceki kar olarak tarif edebiliriz. Bu istisnaların üzerine doğrudan etkili olması nedeniyle gelir vergilerinin de ilavesi uygun olur. Bu giderlerin neden hariç tutulması gerektiğini şu şekilde açıklayabiliriz; çünkü bu tip giderler üzerinde az yada çok yönetimin bir kontrole sahip olamayışıdır.

Bir işletmenin başarılı bir şekilde yönetimi, gelirlerin elde edilmesini ve giderlerin kontrol edilmesini gerekli kılar. Bir işletmenin en önemli yönü satış yaratabilme yeteneğidir. Etkin bir yönetim mevcut satışların düzeyini ve kaynaklarını analiz eder ve gelirlerin arttırılabileceği potansiyel kaynakları ortaya çıkarır. Öncelikle toplam gelirlerin bileşiminin ne olduğunun araştırılması ve analizinin yapılması gereklidir dolayısıyla bu bileşimin elemanlarının bütüne yapmış oldukları nispi katkılarında ortaya koyulmasında yarar vardır. Toplam gelirin bileşimi hem satış hacminden hem de bütünü oluşturan elemanlar üzerinde uygulanan fiyat yapısından etkilenir. Daha sonra ise bu neticeleri kendi içerisinde analiz etmek güç olduğundan önceki yıllar ile yan yana koyularak incelenebilir. Fakat bu noktada şayet sektör istatistiklerinden haberdarsanız bu istatistiklerle işletmenin durumunu karşılaştırarak yorumlayabilir ve rakipler karşısında işletmenin durumu da ortaya konabilir... Toplam gelir karışımı miktarındaki önemli bir faktör de  çeşitli birimlerde uygulanan fiyat yapısıdır. Otelcilik endüstrisi yada tek bir otel işletmesindeki fiyat yapısı diğer sektörlerden yada diğer işletmelerden farklı olarak tek bir fiyattan ziyade çok çeşitli bir fiyat dizisini kapsar. Bu bakımdan Satışların genel değerlendirmesinde, ortalama bir satış tutarının ne olduğunun hesaplanması hem endüstri ortalamalarıyla bir kıyaslama sağlar hem de mukayese edilebilir diğer işletmeler yanında fiyat yapısının düşüklüğü yada yüksekliği konusunda bilgi verir.

Karlı satışların maksimize edilmesinden sonra işletme yönetiminin diğer önemli bir sorumluluğu bu satışların ne kadar maliyetle karşılandığının kontrol edilmesidir. Uygun ünite satış fiyatında yeterli bir düzeyde yapılan satışlar karlılığa doğru ilk kapıyı açacaktır. Bu bakımdan karlılık, büyük ölçüde faaliyet giderlerinin kontrolüne ilişkin yönetsel etkinliğe bağlıdır. Bu yönetsel etkinliği ölçebilmek ancak maliyetlerin gelirlerle ilişkilendirilmesi ile başarılabilir, fakat karşılaştırma yapılamadığı sürece de rakamların tek başına hiçbir şey ifade etmeyeceği de açıktır. Pek çok faaliyet giderinin tutarı bir dereceye kadar satış hacmine bağlı olarak değişecektir. Satış hacminin yüksek olması halinde faaliyet giderlerinin de yükselmesine neden olacaktır. Satış hacmindeki değişmeler sonucu faaliyet giderleri ve gelirleri arasındaki oransal ilişkinin büyük ölçüde istikrarlı olmasına gayret ve dikkat edilmelidir. Planlanandan sapmalar olduğu taktirde nedenleri mutlak surette araştırılmalı ve ortaya koyulmalı ve gerekli iyileştirici tedbirlere yönelik kararların süratle alınması gereklidir.

Nicel bilgileri objektif bir şekilde değerlendirebilmek için bir karşılaştırmanın yapılması zorunludur. Analizler verileri daha anlamlı kılmak için ilişkilerin kurulmasını gerektirir. Ancak nicel verilerin analiz edilmesine olanak veren bazı standartlar sağlanmadıkça yapılacak analizlerin değeri azalacaktır. Nicel verilerin mukayeseli analizi çok çeşitli faktörleri içerir. Karşılaştırılabilir veriler, cari faaliyetlerin ve finansal yapının etkinliğinin ölçülmesini sağlayacak şekilde seçilmelidir. Ayrıca bu veriler seçilirken analizi yapılan işlemler ile bu veriler arasındaki farkları ayıklamak ve değerlendirmek için objektif teknikler kullanılmalıdır.

Dolayısıyla nicel faaliyet bilgilerinin yararı karşılaştırma araçlarının yokluğu halinde çok sınırlı olacaktır. Karşılaştırma amacıyla bir işletme içsel ve dışsal verileri kullanabilir. İçsel veriler, Bütçelenmiş tahmini başarı, geçmiş başarı, Dışsal verileri de benzer işletmeler ve Endüstrinin başarısı olarak sıralayabiliriz...

Bütçe karşılaştırmaları, günün koşullarına göre periyodik olarak gözden geçirilmiş gerçekçi bütçelerin varlığına dayanır. Fiili maliyetlerin tahmini maliyetlerle sürekli olarak izlenmesi ve karşılaştırılması, işletmenin başarısını değerlendirmek ve etkin bir gelir ve gider kontrolü sağlamak yönünden bir temel oluşturur. Bu karşılaştırmanın önemi ise işletme yönetiminin sağlam ve etken işletme bütçelerini hazırlamadaki becerisine bağlıdır. Ayrıca işletmenin hali hazırdaki başarısı genellikle geçmişteki başarısı ile karşılaştırılır. Böyle bir karşılaştırma, bir işletmenin değiştiğini, yada büyüdüğünü gösterir. Büyüme veya değişme, bir gerileme (olumsuz büyüme), ya da bir ilerleme (olumlu büyüme) şeklinde ortaya çıkabilir. İşte bu büyümenin ölçülmesi ve değerlendirilmesi, planlama sürecinde işletme yönetimine yarar sağlar. Bir işletmenin yada bir işletme ünitesinin elde etmiş olduğu başarıları değerlendirmenin diğer bir yolu da benzer işletmelerle karşılaştırmaktır. Mukayeseli veriler  bir işletmeler zinciri dahilinde bir üniteyi değerlendirmek için çok üniteli işletme yönetimi tarafından ve bir ünitenin başarısını aynı sahadaki diğer işletmelerin başarısı ile karşılaştırmak için tüm yönetim kademeleri tarafından kullanılmalıdır. Ancak eğer bir işletme zincir içerisinde bir ünite değil ise belirli verilerin diğer işletmelerden sağlanması sınırlı kalabilir...

Biraz istatistiksel bilgi; Aritmetik ortalama mı? Yoksa medyan mı?...  Nicel veri gruplarının değerini tanımlamak için, en sık kullanılan metotlardan birisi aritmetik ortalamadır. Orta yada ortalama, bir grup veriye ait toplamın gruptaki kalem sayısına bölünerek elde edilir. Orta, gruba ilişkin bir merkezi eğilim ölçüsünden başka bir şey değildir... Daha az kullanılan bir merkezi eğilim ölçüsü ise Medyan dır. Medyan değeri bir grubun ortasında yer alan sayıdır. Eğer gruptaki sayı adedi tek ise ortadaki değer, çift ise ortadaki iki sayının ortalaması medyandır. Şuna çok dikkat edilmelidir. Şayet analiz edilecek grupta extrem değerler var ise aritmetik ortalama çok çarpık bir hal alabilir ve analiz edecek kişileri de yanıltabilir, bu durumda medyanın kullanılması yararlıdır. Fakat extrem değerler yok ise tipik değerleri aritmetik ortalama daha iyi yansıtır...Aritmetik ortalama yada Medyan arasında bir seçimin yapılması, daha çok eldeki verilerin biçimsel bileşimine bağlı olduğudur. Genellikle kişiler aritmetik ortalamayı daha çok bildiklerinden bunu ağırlıklı olarak kullanırlar fakat bilgiyi kullanacak kişiler açısından sonuçlar bazen yanıltıcı olabilir. Bu bakımdan veri gruplarındaki elemanlar çok iyi incelenmelidir...

Mukayeseli analizlerde ise asıl amaç, karşılaştırılan kalemler arasındaki farkları ayıklamak ve değerlendirmektir. Zaman dönemleri arasında karşılaştırma yapıldığında bu farklara değişme yada değişim adı verilir. Cari faaliyet sonuçlarının, planlanan faaliyet yada endüstri başarısıyla karşılaştırılması sonucunda ortaya çıkan farklara ise varyasyon yada varyans denir. Değişme ve varyasyonları ayıklamak, ancak karşılaştırılan kalemlerin karşılaştırılabilir değerlerle ifade edilmesi halinde mümkündür. Bu durumda olumlu ve olumsuz sapmaların ne olduğu, yani farklı faaliyetlerin karşılaştırıldığı da göz önüne alınmalıdır. İşletmelerin birbirine benzemeleri nedeniyle, bunlarca elde edilen başarının tıpa tıp aynı olması tabi ki düşünülemez, aynı şekilde endüstri ortalamaları, çeşitli değişkenlerin bir bileşimi olduğundan dolayı hiçbir işletmenin de gerçek olarak endüstri ortalamasını tutturamaması çok normaldir...

Finansal ve Faaliyet tablolarının iki işletme arasında yada sektör ortalamalarıyla karşılaştırılması sonucu sağlanan fayda, hacimde ortaya çıkan farklar sebebiyle çok sınırlıdır. Hacimde çok büyük farkların bulunması halinde Mutlak gelir ve gider rakamlarının karşılaştırılması pek yararlı olmayacaktır. Bu durumda ancak çeşitli kalem tutarlarının nispi büyüklük olarak karşılaştırılması daha anlamlı olacaktır. Bu amaçla, çeşitli kalemlere ait tutarlar ilgili tablolardaki temel (baz) bir değere göre yüzde ile ifade edilecek olursa anlamlı karşılaştırmalar yapılabilir. Bu ise Gelir tablosu kalemleri Toplam gelirin, bilanço kalemlerini ise toplam varlıkların bir yüzdesi şeklinde ifade ederek gerçekleştirilebilir. Fakat iş hacminde büyük farklılıklar olması herhangi iki işletmenin parasal gelir ve giderlerinin karşılaştırılması bu iki işletmenin nispi verimliliği hakkında pek bilgi sağlamayacaktır. Ayrıca iki işletmenin farklı fiziksel hacimlere sahip olması, ortaya çıkan daha büyük enerji, tamir ve bakım gibi giderlerini karşılaştırabilme imkanını yok etmektedir. İşte bu noktada parasal olarak ifade edilen tablo rakamlarını toplam satışların ya da toplam varlıkların bir yüzdesi olarak ifade ederek farklı iş hacmindeki işletmeleri karşılaştırabilir hale getirebiliriz...

İleriye dönük olarak projeksiyonların yapılmasında bir model saptamak için geçmiş verilerin de gözden geçirilmesi ve analiz edilmesi gereklidir. Yani geçmiş verileri ileriye projekte etmek gereklidir. Dönemler itibariyle elde edilen başarıları karşılaştırmak, değişmeleri, yada farklılıkları mutlak veya belirli bir temel değere göre nispi olarak belirlemek için eğilimler kullanılır. Eğilimin yönünün bulunmasında mutlak fark yada büyüme oranlarının kullanılması önemlidir. Çünkü mutlak farklar değişmenin yönünü açık bir şekilde göstermezken nispi değerler açıkça ifade edebilir. Dolayısıyla eğilim analizlerini planlama ve yönetim kademesinin sorumluluklarını kontrol etmek için kolayca kullanabiliriz. Bu bakımdan ilerideki aktivite düzeylerinin öngörülmesi yönünden oldukça yararlıdır. Bir kontrol aracı olarak eğilim analizleri arzulanmayan bir durumun daha henüz ortaya çıkmadan öngörülmesine ve bir zarar ortaya çıkmadan gerekli düzeltici tedbirlerin alınmasına yardımcı olabilir. Eğilim analizlerini uygulamaksızın bazı gözlemleri zamanında yapmak mümkün olamaz. Bu analizleri kullanarak yönetici eğilimlerdeki herhangi bir olumsuz değişmeyi zamanında yakalayabilir ve istenmeyen bir durum gerçekleşmeden önce gerekli önlemleri alabilir ve sonuçta da maliyetleri önceden saptanan sınırlar içerisinde tutabilir... Ancak, Eğilim analizleri gelecekteki ihtiyaçların ve aktivite düzeylerinin planlanması yönünden yeterli bir çözüm getiremez ve istenmeyen sonuçları da öngöremez. Çünkü, eğilim analizleri geçmişteki şartların süreceğini ya da değişen koşulların bilindiği ve ölçülebildiği varsayımına dayandırılmıştır. Bu analizlerden etkin bir şekilde yararlanabilmek için bu varsayımların yapılması zorunludur. Bu analizi yapan kişi ilgili tüm şartları biliyor ise, bu şartlarda meydana gelmesi beklenen değişiklikler öngörülebilir ve bunların faaliyet sonuçları üzerindeki etkisi de tahmin edilebilir. Bu analizlerin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi, ilgili şartların bilinmesine, bunların değişimine ilişkin öngörülere ve bu değişimlerin veri analizi üzerindeki etkisinin tahmin edilmesine bağlıdır. Ayrıca eğilimlerden bir sonuç alınacak ise kaç yıl geriye gidileceğinin ve genel eğilimden büyük sapmalar gösteren bazı gözlemlere ne kadar ağırlık verileceğinin önceden karşılaştırılması gereklidir.

SONUÇ; Nasıl ki bir kişinin sadece dış görünüşüne bakarak o kişiyi değerlendirmek yanlış olur ise işletmeler ve onu yönetenler içinde bu aynıdır. Dolayısıyla işletme ve yöneticilerini değerlendirirken merceği yakın tutmakta fayda vardır. Dışarıdan bakarak bir fabrikanın yada büyük bir otelin sadece güzel yada çirkin olduğunu söyleyebiliriz, iyi işletildiğini veya verimli bir işletme olduğunu söylemek ise dışarıdan bakarak mümkün değildir...

29/06/2006, Adnan Şişman

 

 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..