Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '16

 
Kategori
Öykü
 

Öykü / Kısa öykü

Öykü, bir tür adı olarak yazınımızda 19.yüzyıldan sonra kullanılmaya başlamıştır.

Öykü, yaşamın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir.

Öykü şiire en yakın türdür. Bu yakınlık her iki türdeki dilin kullanımından kaynaklanıyor. Dili yoğun, ekonomik kullanmak anlatıma derinlik kazandırdığı gibi okuru da gereksiz okumadan kurtarıyor .

Bunu en iyi başaran kuşkusuz şiirdir. Ancak , öykü de bu yolda şiire çok yakındır.

Öykü dilbilgisel kurallarla kuşatılsa da şiire olan dostluğundan ayrı düşmez. İster olay , ister durum öyküsü olsun yazar dilini özenle seçer. Sözcükleri yerinde kullanmayı amaçlar .

Dünya yazınında olay öyküsünün kururcusu Guy De Maupassant ile durum öykücüsü Anton Çehov ‘un açtığı bu yoldan giden öykücülerimizden Ömer Seyfettin,Sabahattin Ali olay ; Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık durum öykü türlerinde öykücülüğümüzün temel taşlarıdır.

Bu seçkin yazarlarımızdan bu yana öykücülüğümüz büyük kazanımlar elde etmiştir. Bugün Türkçeyi başarıyla kullanan yazın adamlarımız Türkçeyle şiir, öykü yazılabileceğini kanıtlarcasına özgün ürünler vermektedirler. Türkçenin anlatım gücünü böylece kanıtladılar .

Kısa öyküler sanatsal metinlerdir.

Kısa öykünün başarısı, yazılmamış ya da yazılamamış olanların, okuyucuya metnin derin yapısında bulunan simgesel alt yapılarla aktarılmasındadır.

Bu alt yapıların içinde okuyucuca çözülmesi gereken, onun zihninde bir dizi sorular oluşturan kimi gizler saklıdır.

Okur bu soruları yanıtlarken, gizleri çözerken yazarın "yardımcı yaratıcısı" ve öyküdeki anlamların ortaya çıkmasına yardım eden eylemli katılımcı konumundadır.

Onun öyküye katılımı ve sezgisel tepkileri okur–merkezli bir eleştiridir aslında.

Yazar ise sanatının getirdiği kimi sınırlamaları bilen, sanatının dar sınırları içinde dil kullanma özgürlüğünü dileğince kullanma hakkına sahip bir sanatçı.

Şiir, öykü kardeşliği yüz akımız . Bir yandan dilimiz gelişirken, diğer yandan bu türlerde ürünlerimiz çoğalıyor. Bu çoğalma, öykü yazarlarımızı nitelikli olma yolunda dile özen göstermeye çağırıyor.

Günümüzde kendinden çokça söz ettiren usta öykücümüz

Osman Şahin’in

ilk öyküsü

Kırmızı Yel’i,

bir babanın boş inançlar uğruna kızını nasıl kurban ettiğini, yıllar önce sarsılarak okumuştum.

Yine son yapıtlarından

Ölüm Oyunları

okunmaya değer olay öykülerini içermektedir.Toroslar, yörükler, töre, şiddet, kapalı cinsellik masalsı öğelerle öykülerinin yapıtaşları oluyor.

Farklı sonlarla biten üç öyküsü ayrı bir özellik taşıyor.

Ölüm Oyunları, Osman Şahin’e 2003 Yunus Nadi Ödülü’nü Deniz Topçu’yla paylaştırır.

Türkçe , öykü türünde anlatım yetkinliği kazanırken öykü denizine bir taş da ben atayım dedim ...

SİBEL’İN GİZİ

Dalga yükselip yükselip düşüyordu kıyıya. Sibel adımlarını açarken güzelliği, bedeni çevresinde yürüyenlerin, koşanların dikkatini çekiyordu. O yalnız önünde koşanın adımlarını sayıyordu, kimseleri görmüyordu gözü.

Saçlarını arkadan başının üstüne kıvırıp bağlamıştı.Spor şapkası deniz rengi tereğinin üstünde duran ay yıldızlı bayrakla kırmızı, beyaz süslenmişti.

Dalgaya aldırmayınca öndekine yetişmesine az kalmıştı.Şöyle adımlarını hızlandırsa birkaç adım sonra yakalayabilirdi Sibel. Uzaktan bakanın bunu görmesi, adımlarını kimin için attığını anlaması olanaksızdı. Bu gizi kimselere duyurmadı, özellikle öndekine.

İşte aldırmadığı dalga Sibel’i baştan aşağı ıslattı.Sibel ıslanmakla kalmayıp kayarak düştü de. Kayıp düşerken çıkardığı çığlık önde giden Süha’yı gerisin geri döndürüp gelen sese doğru koşturdu.

Düşen genç kadını görünce adımlarını hızlandırdı.Uzaktan da olsa tanıyordu.Kıyı boyu koşanlar arasında usuna yazmıştı bu genç kadını.İşte uzatacağı yardım eli tanışmasına yetecekti. Kendiliğinden gelen bir olay, olanak sandı; oysa Sibel’i düşündüklerini bilemedi.

Beklediği an yüreğini coşturdu. Kimseler bilmiyordu beklediğini bu anı.Sırt üstü uzanan Sibel de habersizdi. Kendisine uzanan ele parmakları değdiğinde sıkı sıkı tuttu bu eli. Uzanan eli yakalayınca düştüğü yerden kolaylıkla kalktı Sibel.

Dalga, kayarak düşen Sibel’e neler hazırlamıştı. Düşündükleri bir bir gerçekleşiyor muydu? Sibel, Süha birlikte neler yaşayacaktı!Şimdilik bilinmiyordu, ama sevinçler, acılar yaşamda saklıydı.

O gün yaşanan bugün kahkahaya bırakıyordu yerini.Uzanan eli tuttuğu ilk günden sonra bir akşam yürüyüşünde Süha’nın avucuna bıraktığı eli bir başka çağrıyı duyurdu Süha’ya.

Güzelliği yakaladığı bu akşamı geride bırakalı birkaç gün olmuştu.Sibel’in bu çağrısına yanıtını geciktirmedi Süha. Akşam serinliğinde gölgelerin kalmadığı saatlerde eğilip yanağına öpücüğünü kondurdu. Sibel daha yakın yürümeye başladı Süha’yla.

Her sabah yürüyüşü güzelliklerin sıralandığı anılara dönüşüyordu.Söze dönüşmeyen hoşluklar yaşanmaya hazırdı. Mutluluklar yazılacaktı kalın bir beyaz defterin sayfalarına.Böyle beklemek, dilemek ne güzeldi!

Oysa yaşam tek boyutlu değildi.Kimi kez acılar, ayrılıklar da yaşanıyordu. Her yaşanan ne yazık ki önceden kurgulanamıyordu. Onlar da hazırdı olup bittileri yaşamaya.

Sabah yürüyüşünden dönerken tutuşan eller artık birbirini bırakmamaya karar verdi. Yaşanacak bir heves yüreklerini dövüyordu. Apartman kapısına geldiklerinde, “ Akşam yürüyüşünde buluşalım!” sözüyle ayrıldılar.
 

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..