Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '10

 
Kategori
Çocuk Kitapları
 

Öykü

Öykü
 

''VER ELİNİ ÇEŞME!...'' (İkinci Bölüm)

Çeşme sokaklarında vitrinlere bakarak yürürken şapkalara gözüm takıldı. Büyükbabamla birer şapka aldık. İyi ki almışız; tepeye yükselen güneş yakmaya başlamıştı. Gezmek güzeldi ama yorucuydu. Bir an önce emlakçı bulmamız gerekiyordu. Birkaç dakika sonra camında ''Gül Emlak'' yazan bir dükkan gördük. Kapıyı açıp girdik. İçeriye adım atmamızla birlikte bahar serinliği karşıladı bizi. Büyükbabam, ''Merhaba, hayırlı işler, '' diyerek selam verdi. Karşıda, büyük masada oturan bayan, ''Hoş geldiniz, '' dedi ve ayağa kalktı. Yer gösterdi. Oturduk. ''Ohh!..'' dedim içimden;rahat koltuklarda ve serin ortamda dinlenme fırsatı bulmuştuk. Büyükbabam geliş amacımızı anlattı. Emlakçı bayan dikkatle dinledikten sonra, ''Aradığınız özellikte birkaç ev var; çaylarımızı içtikten sonra gider bakarız, ''dedi. Çaylarımızı içtikten sonra çıktık. değişik semtlerde bulunan sitelere gittik. Evler çok güzeldi ama pahalıydı. Çaresiz pansiyona döndük. Duşumuzu alıp yemek yedikten sonra bir saat dinlenmek üzere odalarımıza çekildik.

Tarihi taş evin serinliğinde kitabımı okurken dalmışım. Kapı çaldı, uyandım. Babaannem, ''Hadi hazırlan, denize gidiyoruz, '' deyince sevinçle zıpladım. Hemen mayomu giydim. Havluyu, güneş yağını, şapkamı, gözlüğümü plaj çantama koydum. Arabaya bindik. Ünlü, ''Ilıca Plajı''na doğru yola koyulduk. Ünlü diyorum, çünkü turkuaz rengi denizi ve yaklaşık iki kilometre kumsalı var. Üstelik kıyıdan denize doğru yüz metre uzaklığa kadar deniz çok sığ. Bu özellik biz çocuklar için güvenli olduğunu gösteriyor. Plajın bulunduğu semtin Ilıca adını almasının nedenini de öğrendim. Ilıca'da denizin içinde kükürtlü termal su kaynıyormuş. Sağlık için önemli olan bu su, buradaki otel ve pansiyonlara veriliyormuş. Termal su sayesinde birçok hasta şifa buluyormuş. Plaj cıvıl cıvıldı. Yabancı ve yerli turistler güneşin, denizin tadını çıkarıyorlardı. Ben de denize girip güneşlendim.

Pansiyona döndük. Yorulmuştum. Duşumu aldıktan sonra gezdiğimiz yerleri günlüğüme yazdım. Güneş batmak üzereydi ama bizimkilerden ses çıkmıyordu. Odalarına baktım, yoklardı. Aşağıya indim. Masanın birine oturmuşlar, İngilizlerle söyleşiyorlardı. Büyükbabam beni gördü. Yanlarına gittim. Kulağıma eğilip, ''Acıktın mı?, '' diye sordu. ''Evet'' anlamında başımı salladım. ''Dalyanköy'e balık yemeye gideceğiz, '' dedi. Dalyanköy, Çeşme'nin balıkçı köylerinden biridir. Balık lokantalarının süslediği durgun koy görülmeye değer. Burada yorgun balıkçı teknelerinin yanı sıra mağrur bakışlarıyla süzülen yatları da görebilirsiniz.. Manzaranın seyrine doyum olmaz. Yağlıboya tablo gibidir adeta.

Dalyanköy'de lokantalardan birine girdik. Büyükbabam birer çipura söyledi. Servis açıldıktan sonra büyük bir tabağın içinde çoban salatası geldi. Balıkları beklerken atıştırdık. Salataya yumulduğumu gören babaannem, ''Fazla yeme, balıklara yer kalmaz sonra, '' deyince durdum. Nihayet çipuralar geldi. Çok güzel görünüyorlardı. Kömür ateşinde nar gibi kızarmışlardı. Nasıl yiyeceğimi düşünürken, büyükbabama baktım. Çipurayı balık bıçağıyla karnından ikiye ayırıp kılçığını ustaca çıkardı. Üzerine de küçük bir şişede bulunan zeytinyağı-limon karışımından döktü. Ben de onun gibi yapmak istedim; zorlanınca babaannem yardımıma koştu. Yemeğimizi dingin bir ortamda, manzarayı seyrederek keyifle yedik.

Çeşme'de geçen dördüncü günümüzdü. Aradığımız nitelikte bir ev bulamamıştık. Ama tatilimiz çok güzel geçiyordu. Bu zaman içinde, Aya Yorgi ve Pırlanta Plajı'na gittik. Çeşme'nin tarihi güzelliklerini görme olanağı buldum. Çeşme Kalesi bütün heybetiyle görenleri büyülüyordu. Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Kervansaray ise bugün otel olarak konuklarını ağırlamaktaydı. Öğleden sonra yorgun bir halde pansiyona dönmüştük. Bahçede Lale Hanım'la karşılaştık. ''Yorgun görünüyorsunuz. Nasıl gidiyor ev arama çalışmaları?, '' diye sordu. Büyükbabam, ''Beğendiklerim pahalı. Uygun olan evlerin de ya bahçesi çok küçük, ya da çok eski. Masraf istiyor, ''dedi. Bunun üzerine Lale Hanım, ''Bir de Alaçatı'ya bakın. Orada yeni yapılan siteler var. Uygun fiyata, bahçeli bir ev bulabilirsiniz, '' diye öneride bulundu. Sessiz duran babaannem, kısık bir sesle mırıldandı, ''Çok yorulduk ve acıktık. Hele bir kendimize gelelim, yarın bakarız.'' Bu söz üzerine Leyla Hanım, ''Kendim için menemen pişirdim. Arzu ederseniz birlikte yiyebiliriz. Hepimize yeter, ''dedi. Büyükbabam menemen lafını duyunca hemen atıldı, ''Menemen mi?.Çok severim. Haydi Lale Hanım'ı bekletmeyelim, duşumuzu alıp inelim, '' diyerek merdivenlere yöneldi. Ben onlar kadar acıkmamıştım. Çiftlikköy'de gezerken büyükbabamın aldığı nefis ''Kumru''yu mideme indirmiştim.

Yemekteki konu Alaçatı'ydı. Çeşme'nin ünlü beldelerinden biri olan Alaçatı'nın ismini son yıllarda sıkça duyar olmuştum. Lale hanım, Alaçatı'nın bozulmayan kent dokusunu, doğal güzelliklerini ve halkının içtenliğini anlattı durdu. Bu sözler üzerine üçümüz de Alaçatı'yı düşünmeye başladık. Böylece yarın ki hedefimiz belli olmuştu:ALAÇATI.

(DEVAM EDECEK) S.ALİ ELLİKCİ

 
Toplam blog
: 233
: 980
Kayıt tarihi
: 07.01.10
 
 

İzmir doğumluyum. Ege Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu mezunuyum. Kısa denilebilecek bir sür..