- Kategori
- Öykü
Ver elini çeşme!...

Adım Efe. Ben ve büyükbabam çok sıkı iki arkadaşız. Her türlü sorunumu onunla paylaşırım. Tıpkı çizgi filmdeki Cedric ile büyükbabası gibi...Büyükbabam bir yıl öncesine kadar öğretmenlik yapıyordu. ''Yoruldum artık, '' diyerek emekli oldu. Oldu ama çabuk sıkıldı. Okulunu, öğrencilerini özlemeye başladı. Hatta arada bir görev yaptığı okuluna giderek bahçe duvarından öğrencilerini izlerdi. Cıvıltılı sesleri duymak mutlu ederdi onu.
Sonunda kendini oyalayacak bir yol buldu. Kent dışında , bahçeli, tek katlı bir ev almaya karar verdi. Amacı kentin gürültü ve kirliliğinden uzakta toprakla uğraşmaktı. Toprağa bir şeyler ekip dikerek, temiz havada yürüyüş yaparak oyalanacağını düşünüyordu. Babaannemle kurdukları bu hayali benimle de paylaştılar.
O akşam bizim evde yemekteydik. Yanımda oturan büyükbabam, ''Çocuklar size bir haberim var, '' dedi. Annemle babam merakla baktılar. ''Kentin dışında bahçeli bir ev almak istiyorum, '' deyince yüzleri güldü, sevindiler. Bu kez yer önerileri geldi art arda. Herkes bir yer önerdi: Urla, Kuşadası, Karaburun, Çeşme, Foça... Sonunda Çeşme'de birleşildi. Büyükbabam alacağı ev için araştırma yapması gerektiğini söyledi. Babaannem, ''Bütçemize uygun bir ev bulabilmek için en az bir hafta Çeşme'de kalmamız gerek, '' dedi. Büyükbabam, ''Bir koşulum var, Efe de gelecek bizimle, '' deyince çok sevindim. Size söylemiştim, büyükbabamla ben çok iyi iki arkadaşız.
Ertesi gün babaannemin hazırladığı kahvaltıdan sonra çalışmalara başladık. Bilgisayarı açtım. İnternete girdim. Birkaç tuşa dokunduktan sonra Çeşme'de bulunan otellerin isimleri belirdi ekranda. Hepsini bir kağıda yazdım. Büyükbabam çok sevindi, ''Aferin benim akıllı oğluma, '' diyerek saçımı okşadı. Sıra otelleri aramaya gelmişti. Büyükbabam hepsini teker teker aradı ama hiç birinde yer yoktu. Yaz mevsimi nedeniyle doluydular. Tam ümidimizi yitirmişken babaannem bir öneride bulundu, ''Otel olmayıversin canım. Pansiyonlar ne güne duruyor.''
Babaannem haklıydı. Büyükbabam birkaç aramadan sonra ''Lale Pansiyon''da yer buldu. Çok sevindik. Çeşme hayali gerçeğe dönüşüyordu. Eve dönüp hazırlıklara başladım. Yazlık giysiler, mayo, diş macunu, diş fırçası, öykü kitapları...Gerekli olan herşeyi valize doldurdum.
Sabah erken uyandım. Sanki güneş bir başka parlıyor gibiydi. Annemin art arda sıraladığı öğütleri katık ederek kahvaltımı yaptım. Banyoda dişlerimi fırçalarken kapı zili çaldı. Gelenler babaannemle büyükbabamdı. Ayaküstü kısa bir söyleşiden sonra vedalaşıp yola koyulduk.
Üç şeritli bir yolda ilerliyorduk. Yaklaşık elli dakika sonra ''Alaçatı'' yazan levhayı okudum. Babaannem tarihi yel değirmenlerini gösterdi. Rüzgar olmasına karşın dev kolları hareketsiz duruyordu. Görevlerini yıllar önce tamamlamışlar ve dinlenmeye çekilmişlerdi. Tıpkı büyükbabam gibi onlar da emekli olmuşlardı. Alaçatı'da görülmeye değer güzelliklerin olduğunu duymuştum. Ziyaretimizi sonraya bırakarak değirmenlere el sallayıp yolumuza devam ettik.
On dakika yol almıştık ki denizin iyot kokulu serinliği karşıladı bizi. Bir anda Çeşme'nin içinde bulduk kendimizi. Birkaç kişiye sorarak kalacağımız pansiyonu bulduk. Beyaz badanalı evlerin birbirine yaslandığı dar bir sokaktaydık. Hemen her evin önünde, teneke saksılarda rengarenk çiçekler vardı. Babaannem onların sardunya olduğunu söyledi. Çoğu maviye boyanmış tahta kapıları süsleyen pembe renkli çiçeklerin adı ise Begonvil'miş. Biz de böyle bir kapının önünde durduk. Çünkü kapının üzerindeki tabelada, ''Lale Pansiyon'' yazıyordu. Büyükbabam kapıyı açtı. İçeriye girdik. Konuklar bahçedeki masalarda söyleşerek neşeyle kahvaltı ediyorlardı. Sarı saçlı, orta yaşta, bakımlı bir bayan gülümseyerek karşıladı bizi. Kendini tanıttı. Pansiyonun sahibesiymiş. Lale Hanım, kısa bir söyleşiden sonra valizlerimizi aldırdı. Kahvaltı etmekte olan konuklar gülümseyerek selamladılar bizi.
Lale Hanım'la birlikte iki katlı taş binanın üst katına çıktık. Bina uzun yılların yorgunu olmasına karşın bakımlı ve temizdi. Yastıklar ve çarşaflar çok güzel kokuyordu. Merak edip sordum, lavanta kokusuymuş. Katta tek banyo, tuvalet vardı. Mutfak da ortak kullanılıyordu. İsteyen dışarıdan aldığı malzemeyle yemek pişirebiliyordu. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra aşağıya indik. Bahçeyi çeviren duvarların dibinde değişik renklerde sardunyalar gördüm. Ayrıca birkaç metre aralıklarla duvarları saran beyaz çiçekli yaseminler de görüntüleriyle ve hoş kokularıyla ferahlık veriyorlardı. Bahçede üç büyük masa vardı. Masadakiler yabancıydı. Lale Hanım masalardan birine götürdü bizi. Turistler bizi görünce ayağa kalktılar. Yer gösterip aralarına aldılar. Lale Hanım, ''Kahvaltı ister misiniz?'' diye sordu. Babaannem, sadece çay içebileceklerini söyledi. Ben taze sıkılmış portakal suyu istedim. Masadakiler İngilizmiş. Büyükbabam derdini anlatacak kadar İngilizce biliyordu. İyi anlaştılar.
Bir süre sonra kalktık. Bizim buraya geliş nedenimiz, uygun nitelikte bir ev bulmaktı. Yeni dostlara teşekkür ederek pansiyondan ayrıldık. Tarihi ve doğal güzellikleriyle ünlü kentin sokaklarında yürümeye başladık.
(DEVAM EDECEK) S. ALİ ELLİKCİ