Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '19

 
Kategori
Öykü
 

Öylesine...

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Konstantinos Kavafis

 Zamanla önce uykuların kaçar, sonra geceler olur dostun. Baştan zor gelir. Alışırsın zamanla. Hem böylesi daha iyi. Konuşmaz geceler. Bırakır kendinle konuşasın diye insanı. Kim söylemiş bunu? Hiç kimse. Kendin olmalısın. Konuşup duruyorsun ya kendinle... Zaman acımasızdır. Bir bakarsın konuşacak kimse kalmamış etrafında. Aslında dışardasındır, ama dışarısı bir büyük hapisanedir artık duvarları olmayan. Geniş, ürkütücü geniş, ama bir o kadar da dar.

Zaman başını almış gidiyordu; geçiyordu. Belleğin derinlerine zorla iteklenmiş hatırlanmak istenmeyen anılar, birer birer, istem dışı su yüzüne vurur gibi çıkıp geliyorlardı derinden. Tekrar itekliyordu, tekrar çıkıp geliyorlardı. Hepsi bir araya gelip bir eski yarayı kanatıyorlardı. Can sıkıyorlardı. Bir eski taş plakta takılıp kalmış, bir eski şarkı gibi, durmadan...

 "Nereden sevdim o zalim kadını"

 Çırılçıplak bir İzmir mehtabı denize girmiş yıkanır gibiydi. Pırıl pırıldı deniz. Pencere camlarında yalkıyordu. Bir Dario Moreno şarkısı söyler gibiydi dalgalar. "Deniz ve mehtap sordular seni, neredesin?" Salaş balıkçı meyhanesinin içi kızgın, acımış zeytinyağı, balık, insan karışımı kokuyordu. İnsanlar, insan kokuyordu, rakı kokuyordu. Sigara dumanları dağılan bir masal gibi dalgalanıyordu havada. Ne zaman gelmişti, ne zamandır buradaydı? Gözleri cam kenarındaki masada tek başına oturan, bakışları denize dönük kadına takılı kalmıştı. Açılan sarı boyanın altında saçları kırlaşmış mıydı ne? Güzel miydi? Kırışmış yüz çizgileri mi, yalnız oluşu mu, hangisi, yoksa etrafında onu yaklaşılmaz kılan gizemli hava mıydı korunaklı ve çekici yapan? Yok; elleri, elleri olmalı. Pürüzsüz, zaman ötesi beyaz, tarifsiz güzel elleri. Hele kadeh tutuşu? Korur gibi, okşar gibi...

 Eli çarptı önüne dönünce. Kadeh düştü kırıldı. Anason koktu. Islandı masa örtüsü. Döndü, tekrar baktı. Kadın yoktu...

"Ne kadınlar sevdim zaten yoktular" Meyhane de yoktu, deniz, rakı kokusu, güzel elli kadın. Hiçbiri yoktular zaten...

 Sınıfsız bir bar olmalıydı. Gökkuşağı renkleri dışına düşmüş acayip loş ışıklar altında. Ruju, dudaklarından bir yayvan sarhoş gülücüğü gibi taşmış bir kadın. Gülüyor görünüyordu kahkası bir fotoğraf solukluğunda donmuş kalmış. Gülüyor görülüyordu, saçları sahte sarı, gülmesi sahte. Ama, gözlerinin içi ağlıyordu. Kimseler görmüyordu. Görüyordu. İçi eziliyordu. Bu sahte değildi, doğruydu; gözlerinin içi ağlıyordu. Konuşamıyordu, kadın konuşuyordu durmaksızın. Ne söylediğini anlamıyordu. Aldırma delikanlı diyordu oysa. Bana müsade deyip kalktı. Sen düşme buralara; kırılırsın, yapamazsın buralarda dedi. Kalktı. Arkasında son sözü uzadı. Boktan yerler buraları, boktan bir dünya. Gitti...

 İnadına bir mehtap vardı. Soğuktu camların ötesi. Gece ıssızdı. Sessizdi uzanıp giden yol. Geçmiyordu kahır yüklü kamyonlar. Dışarısı aydınlık bir karanlık, içerisi sadece karanlıktı. Camın önünde oturuyordu. Bakışları uzaklarda aydınlık tepelerde. Camda, sigaradan nefes çektikçe yanıp sönen bir kırmızı ateş böceği...

 Buruşturulup atılmış bir kağıt gibi dertop düştü yıllar ayaklarının dibine. Gidelim buralardan; sıkıldım. Nereye? Neresi olursa, sıkıldım... Laf işte; gidemiyordu, Kavafis bırakmıyordu. Yolları haramiler kesmişti. Sıkıldıkça eski anılar çıkıp geliyordu inadına. Günler hep aynı, bir şey biriktirmiyordu. Dışarıda mehtap insansız geceye güzelliğin tarifini döküyordu. İnsansız güzellik olur muydu?

Camda ateş böceği söndü. Kalktı ...


Akın Yazıcı
9 Ocak 2019/İzmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..