Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

08 Aralık '13

 
Kategori
Kültürler
 

Oyun

Oyun
 

Üniversitelerimizde yeni yeni açılmaya başlayan Şehircilik ve Bölge Planlama Bölümlerinde müfredata konulması zorunlu dersler ve henüz kurulmuş olan T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı personeline verilecek olan hizmet içi eğitim konularını içeren programlar şu başlıklar altında toplanacaktır.

Age of Empires: Age of Kings, Strongholds Kingdoms, Empire Earth, Rise of Nations, Medieval Total War (Total War Serisi), Age of Empires Serisi, Zeus: Olympus Master.

Medeniyeti yakalamış olan her milletin kendine özgü bir mimarisi olmuştur. Günümüzde var olan Avrupa Medeniyeti’nin en geniş kapsamlı kökenini oluşturan Antik Yunan (Grek), Helen Uygarlığı, Antik Roma, Bizans Kültürü. Aynı ve de farklı coğrafyalarda yaşamış olan medeniyetler; Mezopotamya Uygarlığı, İsrail - Yehuda Krallığı, Sümerler, Akadlar, Elamlılar, Babilliler, Asurlular,İndus Vadisi Uygarlığı, Medeler, Mitanni, Aksum Krallığı, Kuşi, Adena, Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Urartular, İyonyalılar, Kartaca, Etrüskler, Fenike, İskitler, Mısır Uygarlığı, Persler devamında Fars Kültürü, Hint Medeniyeti, Çin Uygarlığı, Antik Japonya, Arap Medeniyeti, Türk Uygarlığı, Moğollar, Aztekler, İnkalar, Mayalar, Kızılderililer, Olmekler, Vikingler- Norslar, Normanlar, Varglar, Slav (Rus) Uygarlığı…

Günümüzde yaşamakta olan milletlerin ve bunların meydana getirdikleri ulusların her birinde kendi öz kökenlerinin üzerine bina edilmiş şehircilik anlayışını, izlerini, örneklerini görürüz. Kabile ve de klan topluluklarının dahi kendilerine özgü yerleşim ve bu paralelde bir yaşam biçimleri vardır.

90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünkü mimari yapılanması ise ne yazıktır ki içler acısıdır. Coğrafi konumu özelliği itibariyle Türkiye ülke sınırları yukarıda saymış olduğum uygarlıkların tamamına yakının izlerini taşımaktadır. Bu nitelik eşsiz bir kültürel zenginliktir. Ve de geliştirilmesi yönünde çalışmaların artırılması yanlısıyım. Ancak, farkına varmamız gereken bir gerçek de şudur ki, şu an hali hazırda üzerinde yaşamakta olduğumuz toprakların adı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Erenlerin nefesiyle, alp erenlerin bilek ve de kılıç gücüyle, şehitlerimizin kanlarıyla, gazilerimizin cansiperane özverileriyle kazanılmış vatan sınırlarıdır bu coğrafya.

 Türk şehircilik yapılanmasının batı uygarlığına oranla şehir ve bölge planlama konusunda oldukça gerilerde olduğu kabul edilebilir bir olgu. Bizler, at sırtında kimi zaman göçer olarak yaylaklarda, çoğu zaman da çoluk çocuk, kadını genci elinde silahı savaş meydanlarında yaşam sürmüş ve bu sebeple de yerleşik hayatı tercih sürecimizi biraz geciktirmiş bir ulusuz. Bu tarihi bir realite. Buna rağmen şehir ve bölge planlaması alanlarında bu açığı hızla kapatıp olağanüstü çalışmalara, hizmetlere ve sonucunda dünya çapında eserlere imza attığımız da birer gerçek. Orta Asya’da geçmişten günümüze kalan eserleri, Anadolu’da, Makedonya’da, atalarımızın ulaştığı her bir arazi parçasında bu yapıtları görebilmemiz olası.

Şehir ve Bölge Planlaması kapsamında Ankara, Konya ve Kayseri başta olmak üzere, Elazığ, Malatya, Kars, Trabzon, Erzurum, Bayburt, Antalya, İzmir, Afyon, Kütahya, Eskişehir, Sivrihisar, Kastamonu, Safranbolu, Bilecik ve dahi Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde Anadolu’da en çok göze çarpan eserler hiç kuşkusuz Selçuklulara ait kültürel yapıtlardır. Üsküp, Kosova, Bosna ve Hersek, Makedonya mahallerinde kendinizi bir anda Safranbolu’da, Konya’da, Kayseri’de bulursunuz. Bursa, Edirne, İstanbul’un yarımadası ve Üsküdar çevresi doğal olarak daha çok Osmanlı mimarisi hâkimiyetindedir. Devletlerin ulusal ve de uluslar arası güç ve de imkânları ile doğru orantılı olarak mimarilerindeki ihtişam ve tevazu ön plana çıkmaktadır. İnsanlar içinde bulundukları zaman diliminde bu yapıtlarla birlikte tarihlerini, atalarını, kendilerine ait olan her bir ayrıntıyı yaşamaktadırlar. Mimari, muhteşem bir bağ ve de yaşayan bellektir aynı zamanda.

Bu konu kapsamında ciltlerce basılı eserlerimiz bulunmaktadır. Ayrıca değinmeyeceğim. Bu yazımda, farklı bir açıdan değerlendirmelerde bulunacağım. Yaşam savaşını kaybetmekte olan kültürel bir oluşumdan bahsedeceğim. Ve tabii ki çözüm önerilerim ile birlikte. Buyurun öyleyse;

Göz ardı edilemeyecek önemde ayrıntılar içermektedir Şehir ve Bölge Planlamaları. Kent merkezlerinde hızla artmakta olan yüksek binaların, gökdelenlerin ezip geçtiği önemli bir detay. Her birimizin özlemle yâd edip içlendiği bir yaşantı. Nedir? Tahmin edin bakalım. Elbette ki mahalle ve de komşuluk kültürü. Peki, önüne geçilemez tüm bu oluşumlarla birlikte özlediğimiz yaşamları sürdürebilmemiz olası değil mi? Elbette ki mümkün. Nasıl mı? Son derece kolay.

         Küçük esnafı yaşatacağız. Küçük esnafın adı küçüktür ancak, toplumlar içerisindeki işlevi küçümsenemeyecek oranda büyüktür. Bakkal, terzi, kuruyemişçi, pastane, fırın, lokanta, berber, mahalli hal ve pazarlar, çay bahçeleri ve dahası. Aileden birisidir küçük esnaf. İnsanların selamlaştıkları, bayramlaştıkları, cenazelerinde teselli bulabildikleri, sık sık oturup sohbet ettikleri, borç alıp verdikleri mekânlardır. Küçük esnaf sadece bir işletme değil, aynı zamanda insanları bir araya getiren, birlik ve beraberlikleri yaşatan geniş birer familya kuruluşlarıdır. Devasa alışveriş merkezlerinin gölgesinde bırakılan, yok edilmekle baş başa kalmış kültürel birer zenginliktir, küçük esnaf. Çağın gereklerinin önüne geçemeyiz ki, yanılgısı ve de peşin hükmü bizleri geçmişimizden kendimizden koparmamalıdır. Gelecek nesillere taş ve demir yığınları bırakmayalım.

Birçok ilimizde Selçuklulardan kalan ve bugün yaşayan bedestenlerimiz bulunmaktadır. Osmanlı eseri Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı gibi o günün AVM’leri günümüzde de hizmet vermektedirler. Ancak, bu yapıtların inşa edilmesi ile küçük esnaf yok edilmemiş aksine daha da önem kazandırılmıştır. Bu Devletler, İmparatorluklar Türkiye Cumhuriyeti’nin hali hazırdaki yaşının kat be kat üstünde hüküm sürmüşlerdir. Sebepleri nelerdi sizce? Üzerine bina oldukları temelleri yıkmamak ve daha da sağlamlaştırmaktı asıl nirengi noktası. Deprem endişesi ile yaşıyoruz gün be gün. Asıl deprem, kültürel erozyondur. Sahip oldurulduğumuz hazinelerin farkına varılamayıp yok edilişine yahut tükenip gitmesine seyirci kalmaktır.

Daha da önemlisi, maharetli insanları ve de onların yaşattıkları zanaatları yaşarken tarihe defnetmemiş oluruz. Geçmişten günümüze kalan uygarlıkların kalıntılarına sahip çıkarken kendi uygarlığımızı harabe etmeyelim. Bizlerden birkaç bin yıl sonra gelecek olan insanlık için en azından şimdiden eserler bırakalım. Ve onlar da desinler ki; ‘aa bakın neler bulduk? Bu bölgede yaşayan ve de esnaflık yapmış olan Türkler varmış, işte size örneği, küçük bir pide fırını kalıntısı bulduk’.

Vatandaş olarak sahip çıkacağız, bu bir. İkincil olarak; henüz yeni kurulmuş olan T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak, yapacağımız çalışmalarda çok daha titiz ve de detaycı olmalıyız. Önümüzde hazır bulunmakta olan birçok modelimiz mevcuttur. Yapılacak olan, bu modelleri alıp günümüz koşulları ile birlikte T.C.’ne özgü mimari ve kültürel bir anlayış ile güncellemektir. Üçüncü olarak; kıt kanaat olanaklarla açılmış olan yahut açılmasına niyet edilen küçük esnafımızı devlet kuruluşlarınca, yetmedi oda ve derneklerince adeta ‘sen misin üç kuruş ekmek kazanmak için burayı açan’ bakış açısıyla ülkenin tüm kurum ve de kuruluşlarını ziyaret etme ve de hesap verme zorunluluğundan kurtarmalıyız. Aksine, ‘ne iyi ettin de açtın, senin için neler yapabilirim’ yaklaşımı ile destek verilmelidir. Bugünkü sözde iyileştirme çalışmaları, reklam, protokol ve ne yazık ki olmaza ergi kuralı ile işlemektedir. Daha gerçekçi çözümler sunalım. Neler yapılabilir? Bu kadarını da bir zahmet koskoca devasa devlet kurumları, odalar, dernekler ve de sendikalar düşünsün, lütfen. Bu kulvarda reel çözümler bulunamazsa yine elimden geleni yaparım, söz.

İyi öğretiler ve başarılar diliyorum.

 
Toplam blog
: 635
: 614
Kayıt tarihi
: 07.09.13
 
 

Şiiri, yazmayı seviyorum..hepsi bu kadar.. ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara