Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '18

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Para, Kahve, Şarkılar, Şiirler ve Pazar...

Para, Kahve, Şarkılar, Şiirler ve Pazar...
 

Para?

İhtiyaçlarımızı karşılayabilmemiz için kazanmamız gereken kâğıt parçası. Paran yoksa maddi anlamda hiçbir şeyin olmuyor bu hayatta. Maddi olarak sahip oldukların kadar mutlu ve itibar sahibi olacaksın toplumda! İçinde bulunduğumuz düzen bizi buna alıştırdı. Kimi parayı ''amaç'' edinip uğruna ömrünü harcıyor, kimi ''araç'' edinip ihtiyacım kadarı yeter diyor. Sonuç olarak herkes öyle ya da böyle bu kâğıt parçasının esiri oluyor. Ne kadar para; o kadar mal mülk. Ne kadar mal mülk; o kadar itibar ve mutluluk.

İşte bu kâğıt parçası için farklı farklı işlerde çalışıyoruz. Zamanımızın çok büyük bir bölümünü iş yerlerinde geçiriyoruz. Kimi sekiz saat, kimi on iki saat, kimi çok daha fazla. Bu koşuşturma arasında bir bakmışsın ömür akıp gidivermiş, yaşlanmışsın. ''İnsanın vücudu yaşlanıyor da ruhu hep genç'' derdi rahmetli dedem iç çeke çeke… Bilirdim, daha gerçekleştirmek istediği hayalleri vardı. Ömrünü verdiği derme çatma hayvan çiftliğini modern bir tesise dönüştürecek, kapasitesini arttıracaktı. Olmadı… O, bu dünya hayatına veda eder etmez kalan hayvanları da veda etti bu hayata bir kasap bıçağı altında.

İnsanoğlu mutluluğu hep gelecekte aradı. ''Ah bir işim olsa mutlu olacağım'' dedi. İşi oldu ama mutlu olamadı, ''Ah bir de arabam olsa mutlu olacağım'' dedi. Arabası oldu, evi oldu, en iyisinden cep telefonu oldu ama mutlu olamadı. Çünkü mutluluğu hep gelecekte sandı. Geçmiş geçmişti, mutluluk gelecekteydi… O halde bugün yapmamız gereken tek şey para kazanmaktı.

Hay Allah! Ben size bugün ne yaptığımdan bahsedecektim, kısa bir giriş yapayım derken uzatmışım. İşte, hani şu parayı kazanmak için günlerimiz çalışarak geçiyor ya… Bazılarımızın hiç hafta sonu tatili bile olmazken, bazılarımız bir ya da iki gün tatil yapıyoruz. Benim de tatil günüm Pazar günü.

Önceden planladığım üzere, bu Pazar günümü tek başıma iş yerinde geçirmeye karar verdim. Çalışmak için değil, hep gelecekte kavuşacağımızı sandığımız mutluluk var ya, işte onu geçmişte aramaya çıkacaktım bugün.

Nasıl?

Sabah kalkar kalkmaz iş yerime gittim. Kapıyı bir güzel kilitledim. Dış dünyayla bağımı tamamen koparmam gerekiyordu. Cep telefonumu da kapatmayı düşündüm fakat yapamadım, malum dünyanın bin bir türlü hali var ve hala bu dünyanın bir parçasıyız. Sonra mutfakta kendime koyu bir kahve yaptım. Kahve kokusunun tüm odaya yayılması için ayrıca çaba sarf ettiğimi söylemeliyim. Ardından masama geçip önceden hazırlamış olduğum 70’li 80’li ve 90’lı yılların nostalji şarkılarını açtım. Geriye tek yapmam gereken, koltuğumu geri yatırıp kendimi bırakmaktı.

''Nilüfer – Ara sıra bazı bazı'' derken,  ''Tanju Okan – Hasret'' dedi.

''Fikret Kızılok – Haberin var mı?'' derken,  ''Nil Burak – Yalnızım ben'' dedi.

''Turgay Merih – Çalsam bir gün kapını''

Liste uzayıp gidiyor… Birçoğu ben daha dünyaya gelmeden yayınlanmış olsa da her bir şarkının beni alıp götürdüğü yıllar, yerler farklı oldu. Zaman ilerledikçe tüm gerginliğimin, stresimin kaybolduğunu hissettim. Yüzüme en kıvrımlısından bir tebessüm yerleşti. Bedenim gözlerini kapatıp, ruhum gözlerini açabildiği kadar açtı. Geçici olsa da huzur misafirim oldu.

Zamanın geçmesini istemediğimden duvarda asılı saatin pillerini söktüm. ''Durdurdum zamanı!'' Diye kahkahalar eşliğinde bir nara attım, tam o sırada İlhan İrem de sesini yükseltti: ''anlasana, anlasana''.

Şarkıların ardından sıra ''şiir'' zamanındaydı;

Sahaflardan özenle topladığım şiir kitaplarımı çıkardım çekmecemden. Elime birini alıp ayağa kalktım. Yüzlerce insanın önünde gösteriye çıkmış bir sanatçı gibi hissediyordum kendimi, önce eğilerek selamladım herkesi, ardından kitabın rastgele bir sayfasını açıp haykıra haykıra okumaya başladım:

''Başka türlü bir şey benim istediğim:

Ne ağaca benzer, ne de buluta.

Burası gibi değil gideceğim memleket

Denizi ayrı deniz,

Havası ayrı hava.(*)''

Son kelimenin ardından alkışlar art ardına patladı. Islıklar… ''Bi daha, bi daha'' sesleri. Yine eğilerek, sağ elimi önümde içeriden dışarı doğru hareket ettirerek cevap verdim alkışlara. Elimdeki kitabı bırakıp başka bir kitap aldım elime, açıp bir sayfasını başladım ağlamaya:

''Geleceğim, bekle dedi, gitti…

Ben beklemedim, o da gelmedi.

Ölüm gibi bir şey oldu…

Ama kimse ölmedi.(**)''

Duvardaki saat ilerlemiyordu fakat zamanın ilerlediğinin farkındaydım. Bir şeyin yok olduğunu var saymak, onun yok olduğu anlamına gelmiyordu.

Kahve, şarkılar, şiirler… Zamanda yolculuk, geçmişte yakalanan ve bugünümü şereflendiren bir mutluluk.

Hava kararmış, eve dönme vakti gelmişti. Kitaplarımı özenle yerlerine yerleştirip bilgisayarımı kapattım. Kahve fincanımı da yıkadıktan sonra iş yerinden ayrıldım. Dışarıda yağmur hafif hafif yağıyordu, şemsiyem yanımda olduğu halde açmadım. Otobüs durağına kadar yürüyüp otobüsümü beklemeye başladım. Çok zaman geçmeden geldi otobüs, binip kartımı okuttum;

Kartımı okuttuğum cihazdan sevimsiz bir ses yükseldi ve ekranında ''yetersiz bakiye'' yazıyordu. ''Hay Allah!'' dedim şoförün duyabileceği bir şiddette… Cebimden beş lira çıkarıp şoföre uzattım.

''Para geçmiyor, bilmiyor musun? Söyle de biri basıversin yerine'' dedi şoför.

İstemsizce bir gülüş belirdi yüzümde, ''teşekkürler'' dedim ve indim otobüsten. Sonra da kendime seslendim:

''Dünyaya hoş geldin :)''

***

Saygıyla… 09 Aralık 2018 – Denizli / Özkan SARI

(*) Can Yücel

(**) Özdemir Asaf

 
Toplam blog
: 102
: 4394
Kayıt tarihi
: 05.09.15
 
 

Kalın Sağlıcakla... ..