Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ağustos '15

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Paris'e gidiyoruz! (1)

Paris'e gidiyoruz! (1)
 

Paris'e gitmek ve günler boyunca sürsün istediğim bir maceraya kapılmak istiyordum. Sadece elimde bi harita ile şehri keşfe çıkmak, ama turist adımları ile değil; içinde öyküler bulacağım masalsı ve büyülü olduğunu duyduğum bu şehirde kaybolmak istiyordum. Mimariye, resme, müziğe, heykele, edebiyata, ve daha bir çoğuna yön veren büyük sanatçıların ilham yuvasına, çatı katlarında bohem hayat yaşadıkları ve hiç bitmeyecek bir enerji ile anlattıkları o şehrin bana da ilham vermesini diliyordum. Belki de kocaman bir şehirden beklenebilecek en mütevazi isteğim bu oluyordu. Bana bir iki satır yazabilecek kadar ilham ver ey sevgili şehir...
Aslında Paris ile boy ölçüşebilecek başka büyük şehirler de gördüm:
 
İstanbul, (Costantin'in şehri Costantinopolis): İçinde kaybolduğum, kocaman bir kaos olsa bile nefesleri kesecek kadar güzel bir şehir. Defalarca keşfe çıktım bu şehri ve hiç bitiremedim, bıkmadım da keşfetmekten. Birinci Kostantin 330 yılında başkenti Roma'dan Costantinopolis'e taşıyıp çok tanrılı pagan Roma'nın yerine Hıristiyanlığı kabul etmiş ve başkenti bu dinin anlayışında yeniden inşa ettirmişti. Batı Roma, Germen istilaları altında yıkılırken, Doğu Roma 1000 yıl daha ayakta kalacak ve Antik Yunan ile Antik Roma'yı ayakta tutma görevini yerine getirecekti. Hatta bununla da yetinmeyecek ve Sultan Mehmed'e Fatih ünvanını verdiren fethinin ardından başka bir imparatorluğa da başkentlik yapacaktı.
İstanbul, burası Doğu Roma'nın ve Devlet-i 'Aliyye'nin başkentiydi. Hırıstıyanlığın devlet dini olduğu ve heybetli kiliselerin ilk defa üzerinde inşa edildiği şehirdi. Biz hep “o en güzeldir, en anlamlı ve inci tanesi, ondan daha güzeli yoktur” dedik. Şimdi koca şehir geçmişi ile böbürlenen ama geleceğini hiç düşünmeden yok etmeye and içmişlerin elinde kaderine ağlıyor. Ben de, biz de bu şehrin savumasında hem ağlıyor hem ölüyoruz; tıpkı bizden önce direnç gösterenlerin gerçekleştirdiği kahramanlık destanlarına benzeyen öyküler yazıyoruz. İstanbul geçmişinden kopmasın ve hep büyüsünü korusun istiyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
 
Venedik: Benim minik yuvam, suyun üzerinde kurulan ve kutsanan, ilk defa Costantin'in şehrinden gelen valiler tarafından yönetilen, Bizans yani Doğu Roma'nın mimarisi ile gelişen, kendi kanatları ile uçmaya karar verip San Marco'nun aslanından güç alan; ama hep eski İstanbul kokan kanal şehir... Bitmeyen bir kültürel yolculuktur Venedik, size hergün yeni bir kapı açar ve zihinsel yolculuklara çıkartır. Hergün yeni bir şey öğrenir ve hep şaşırırsınız. Labirentler arasındaki o şaşkınlık hali hiç son bulmadı bende. Bu şehir beni hala büyülemeye devam ediyor, hala sersemletiyor, hala şaşırtıyor. Venedik ile olgunlaşmak insana çok şey katıyor. Gotik sanatı zirveye taşıyan, deniz ile evli; tüccarlarının cesaretle yol aldıkları ve Doğu Akdeniz'de destan yazdıkları “Serenissima” yani dünyanın en huzurlu devleti… Şimdilerin turizm sembolü, güzelliği ile milyonları ayağına getiren, ama bu yoğunluk ile yorulan, solan ve zamanla sulara gömülmek kaderiyle yüzleşmek zorunda olan kadersiz Venedik...
Viyana: Sultan Süleyman Han bu şehrin kapılarından geri dönerken içinde yaşadığı burukluğun boyutunu tahmin edemiyorum. Fethi sonsuza kadar gerçekleşmeyecek hep bir Osmanlı rüyası olarak kalacak ve hep ahlar vahlar çektirecekmiş meğerse Viyana. Coğrafi yapısı nedeniyle birçok devlete başkentlik yapmış ve Habsburgların da merkez noktası olmuş bu şehirden geriye kalır mıydı o güzel meydanlar, zarif caddeler, kuzey üslubunca yapılan sivri uçlu gotik yapılar, büyük saraylar, bahçeler? Ne kalırdı geriye o fetih gerçekleşmiş olsaydı?
 
Roma: Şanlı tarih orada başladı. Roma hep başkentti. Açıkhava müzesine benzer Roma sokaklarında yürümek; üstelik bir zamanlar bu topraklarda büyük imparatorların ve komutanların dolaştığını bilmek… Roma'nın tarihi tüyleri ürpertiyor. MÖ 753 yılı 21 Nisan'ında kurulan imparatorluk önce krallar, ardından Cumhuriyet konseyince yönetiliyor ve ardından monarşik düzen geliyor. İşte bu düzen içinde Roma'yı Roma yapan yedi imparatorun dönemi başlıyor. İlk olarak Etrüks etkisi ile şeklini alan imparatorluk ardından Etrükslere ve Galyalılara karşı mücadele dönemleri geçiriyor. Bütün Akdeniz havzasını içine alan Büyük Roma İmparatorluğu “Kavimler Göçü”nün etkisi ile önce ikiye ayrılıyor ve ardından beşinci yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu yerini parçalanmış yönetimlere, yani feodal düzene bırakıyor. Antik Yunan ile harmanlanan sanat anlayışı “Karanlık Çağlar” olarak adlandırılan dönemde tarihe karışıyor. Belki de bu dönemde Roma'ya ait en güzel eserler yok ediliyor. Buna rağmen Roma, tarihin medeniyet beşiği bilinciyle her şehre tepeden bakma cüretini gösteriyor ve bütün dünyanın kıskandığı güzelliklere sahip eşsiz bir şehir olduğunu dile getirmeye devam ediyor…
 
Paris'e doğru yola çıkarken…
 
Paris'e doğru yola çıkarken yanımda, tanıdığım entellüktüel adamların en mütevazisi Davide, aklımda ise geride bıraktığım o büyük şehirler vardı.
 
Senna: Tanıdık çok şey var Paris'te, öncelikle Senna Nehri'nden başlayalım. Suyun bir şehre hayat veren en temel şey olduğu bilinciyle hareket eden Avrupalılar şehirlerini hep bir ırmak etrafında kurmayı tercih etmişler. Antik Roma'nın başkenti Roma şehri elbette bu anlamda bütün Avpuya'ya ilham vermiş. Paris de işte bu şehirlerden biri olmuş. Şehirde bitmek bilmeyen hayalet öyküleri anlatılırmış. Biz Fransızca bilmediğimiz için o hikayeleri duyamadık; ama bu bana Venedik'i anımsatan ve gülümsememe neden olan başka bir benzerlik tattırdı.
 
Adalar: Şehir turumuza şehrin kalbi olan ve tam olarak Senna Nehri'nin içinde yer alan adalar bölgesi “Il de la Cité” ve “Il Saint-Louis” bölgesinden başlıyoruz. Victor Hugo, ünlü romanı “Notre Dame'ın Kamburu” adlı eserinde Paris'in Senna Nehri'nin sağ tarafında yer alan Grand-Châtelet ve sol tarafında yer alan Petit-Châtelet içinde enlemesine ve boylamasına iki köprü arasında yer alan adada kurulduğunu ve uzun yüzyıllar boyunca da yaşam alanının bu adanın içinde süregeldiğini anlatıyordu. Ne zaman ki adalarda yeni ev yapımına uygun alan kalmadı, işte o zaman Parisliler kendilerine yeni yaşam alanları yapmak üzere nehrin öteki tarafına geçmeyi göze aldılar. Böylece yüzyıllar içerisinde sınırları bugünki banliyolere kadar uzanan Paris şehrini meydana getiriler.
 
Paris'in müzeleri
 
Davide ile çok şehir gezdik. O bu konuda oldukça tecrübeli bir araştırmacı, ben ise hem araştırmacı hem rehberim. Ben hiçbir gezimde Davide kadar mutlu olamıyorum. O kendinden geçercesine sanat şehirlerinde kaybolurken benim aklımda turistlerimi Paris'e getirdiğimde nasıl hareket etmem gerek, nereler turist merkezi, nerelerden ne alınır, hangi müzeler daha önemlidir gibi ayrıntılar ile uzun süre zihnimi meşgul ediyorum. Hemen ikimize de rahatlıkla her yeri görmemize imkan tanıyan, sıra önceliği de sağlayan haftalık biletlerden satın alıyorum. Önden yürüyorum, koşturuyorum ve elimden haritayı hiç bırakmıyorum. Davide nereye gidilir, ne yapılır, hiç düşünmüyor. Yanında bir rehber bulundurmanın rahatlığında. Onun için son derece karmaşık Paris metro hattını elimdeki haritayı hiç bırakmadan keşfe dalıyorum. İçimde bir panik duygusu başlıyor bende, ya bitiremezsem tüm şehri ya göremezsem ya kaçırırsam… Davide bir resmin karşısında saatlerini verirken ben çaresiz gözlerle müzelerde bizi bekleyen başka binlerce eseri nasıl göreceğimi düşünüyorum. O ise sonsuz bir sabırla adeta bir yıl vakti varmış gibi yavaş yavaş sindire sindire atıyor adımlarını. Aramızdaki bu tempo farkı günler boyunca sürdü. Fakat zamanla benim paniğim azaldı, onun ise göreceği başka eserlerin heyecanı gördükleri ile yarışmaya başladı. Biz yine demimizi bulup yolumuza ortak ritim tutturup devam etmeyi başardık.
Il de la Cité adasında öncelikle görülmesi gereken iki önemli nokta var: İlk ve son Paris.
 
CRYPTE ARCHÉOLOGIQUE DU PARVIS NOTRE-DAME: Paris'e ait ilk izleri görmek, arkeolojik kalıntılara yakından bakmak ve eski Paris'i aşama aşama dönemleriyle haritalar üzerinde görmek için mutlaka bu arkeolojik sahanın gezilmesi gerekiyor. Bu sayede şehrin tarihinin tam olarak nerede başladığını net bir şekilde görüyorsunuz. Şehrin kalbindeki bu minik müze muhtemelen diğer daha ünlü müzelerin gerisinde kalıyor; ama yola bizim gibi baştan başlamayı sevenler mutlaka buradan bir başlangıç yapıyorlar.
 
TOURST DE NOTRE-DAME: Eiffel Kulesi'ne çıkmak çok turist eğlencesi demişti Fransız arkadaşlarım. Gerçekten de bitmeyecek gibi kuleye doğru uzanan turist kalabalığını görmek bize de aynı şeyi düşündürtüyor. Oysa şehri yukarıdan görmenin başka bir yolu daha var. Ünlü Notre-Dame Kilisesi'nin kuleleri ziyaretçilerine eşsiz bir manzara sunuyor. Davide'ye 442 basamağı çıkması gerektiğini söyleseydim benimle yine de bu kulenin tepesine çıkar mıydın diye soruyorum. Tabi ki hayır diyor yorgun ve muzip bir gülümseme ile; ama ikimiz de yukarıda olma düşüncesini çok seviyoruz. Yukarı çıkarken aklımda Paris manzarasını görme heyecanından başka bir şey vardı aslında. Notre-Dame'ın kamburu zangoç Quasimodo'nun tek sığınağı, çirkinliğini gizleyebilmesi için ona yuva olan o mekanı görmeyi çok istiyordum. Böylesi mekanlar bende genellikle hep bir hayalkırıklığı meydana getirir; çünkü asla hayalini kurduğum şeyi bulamam. Ancak burada gerçekten de Quasimodo'nun yaşadığı hayal etmemi sağlayan bir gerçeklik ile karşılaştım. Muhtemelen Victor Hugo'ya ilham olan da bu mekanın gücü olmalıydı. Yazar orada bir karaktere can verdi ve biz Davide ile Quasimo'nun evinde bizi ağırladığı için ona şükranlarımızı sunduk. Burada Quasimo'nun çirkinliğinden korkmayan aksine hayalinde saatlerce onu nasihatlerde bulunan heykelden arkadaşları “gargoyleler” ile karşılaştık ve ardından kendimizi manzaranın büyüleyici güzelliğine kaptırdık. Paris gerçekten büyülü ve biz en başından en sonuna bu serüveni yaşamaya hazırız. 
 
Toplam blog
: 79
: 5412
Kayıt tarihi
: 25.10.11
 
 

Dr. Serap Mumcu Geronazzo, Padova Üniversitesi Tarih bölümünde doktoramı tamamladım. Tarih, Sanat..