- Kategori
- Gündelik Yaşam
Pastırma, sucuk reklâmlarından nefret ediyorum! Çocuklarımız aç!

Siz hiç çocuk olmadınız mı diye soruyorum içimden; sanki canı çekecek olan benmişim gibi ve kanal değiştiriyorum aceleyle! Isırılan her sucuk dilimini gördüklerinde tükürük bezleri çalışan, yutkunan bir çocuğun annesi oluyorum o an…
Bir başka kanal, bir başka reklâm da pastırmalı nefis bir pide 'ye beni' diyor resmen. Tadını hatırlamaya çalışan büyük bir çoğunluğun, dilimlenmiş umutlarının hüznü çöküyor yüreğime. Herhangi bir çocuğun sesi yankılanıyor kulaklarımda “Biz de alalım anne, canım çok çekti!”
Yoksulluk sınırında, devlet eli ile dağıtılan sadakalarla geçinen aileler ne hissediyordur diye hiç mi düşünmez bu insanlar? Bu nasıl bir sektördür ki vicdan Anayasası hükmünü çoktan yitirmiş! Bir zamanlar bu tür reklâmların yayın saati değiştirilmişti. Neden aynı uygulama şu an delinmiş durumda?
Biraz daha ileri gidecek ve birkaç Gurme’nin yaptığı tanıtım programlarına değineceğim. Söylemek istediğim sansür ya da yasak değil! İnsanlarla çok fazla iç içe olmanın getirdiği duygusallık ve ülke gerçeklerine duyarlılık! Türkiye’nin değişen ve bozulan dokusuna ters düşen her şeye karşıyım. Devletin açıkladığı yoksulluk sınırı rakamlarının çok altında, asgari ücret ve emekli maaşı ile geçinmek zorunda kalan bunca insan olduğu gerçeğinden hareketle; bu tip programların yeniden gözden geçirilmesini diliyorum.
Gurmelerin ellerini kullanarak, iştahlı iştahlı, ‘olsa da yesek’ dedirten cinsten tanıtım yaptıkları bu programlar, gece 12’den sonra pekalâ yayınlanabilir. Gerekli olan eğitim programları ve açık oturumlar nasıl ki izlenmeyecek bir saate konuluyorsa(!) bu programlar da o saate çekilebilir. İlgi alanına giren bekler ve seyreder.
Yaşadığımız ülkenin sosyo-ekonomik çarpıklıklarını tetikleyen bu tür özendirici programlar uçurumları daha da derinleştiriyor. Yurdumda bunca sefalet varken, bilmem ne marka şarap ile marine edilmiş, bilmem ne sosu ile tatlandırılmış, az pişmiş bonfile; Gurme’nin parmaklarında doyumsuz bir lezzet bırakıp, bedavacılığa alışmış midesine inerken; Devlet et yiyemeyen vatandaş için yurt dışından ucuz et ithal ediyor! Bu yaman çelişkiden de çocuklarımız, gençlerimiz nasibini alıyor…
Çocuklar… Bizim çocuklarımız… Ben sen değil, biz olmayı özleyen, isteyen ve bu sorumluluğu taşıyan her bireyin ; bir işi yaparken, mesleğini icra ederken, sokakta dolaşırken, evinde yemek pişirirken empati kurması gerekir diye düşünüyorum.
Küçücük bir anımı sizlerle paylaşarak bitirmek istiyorum yazımı.
İstanbul’da tanınmış bir Çocuk Yuvası ve Gündüz Bakım Evi. 6-7 arkadaşımla çocuklarla beraber yemek yemek istedik. 3 yaş sonrası olanların tamamını hedef aldık. Mönünün onların hoşuna gitmesi için pirzola, köfte, sosis, sucuk diye biz sayarken müdür Bey’in gülümseyerek önüne baktığını fark ettim. “Alternatif ne olabilir sizce?” diye sorduğumda “Balık” yanıtı geldi. Şaşırdık! “Evet, balık Nurcan Hanım. Bu çocuklar bu güne kadar hiç balık yemediler. Hayırsever vatandaşlarımız sayesinde et sıkıntımız yok. Ama balık hiç yemediler!”
O an hepimizin aklına, evde zorla balık yedirmeye çalıştığımız kendi çocuklarımız geldi. Kalabalığa servisin kolay olması için hamsi tavayı uygun gördü yönetim. Kılçık sorununu hatırlayıp tamamını balıkçının üstün gayreti ile temizlettik. Beklenen gün geldiğinde gördüklerim ve yaşadıklarımı anlatmaya kelimeler yetmez. O gün bu gündür balık, gizli yediğim, yerken boğazıma dizilen bir besin benim için. Ne tuhaf değil mi? Kilosu 3-5 lira olduğu halde hayatında hiç yememiş çocuklarımız var… Pastırma, sucuk ve çok sevdikleri kalem pirzolaya değinmek, düşünmek bile istemiyorum…
Fırsat eşitliğinin egemen olacağı yarınlar diliyorum.
Nurcan Çelik Yalun
29.Mart.2011