- Kategori
- İstanbul
Pazar günü Taksim Meydanı'ndaki genç adam

Üniversite öğrenciliği de dahil, öğrenim hayatı boyunca hep İstanbul’daydı genç adam.
Ayrıca okuldan çok kütüphanelerde geçmişti vâkti. Yok, öyle sabah akşam kitap okuduğundan falan değil. Çünkü sadece kitap okuyanların okuma salonundaki sıralı dizilişleri etkilerdi bazen onu ve onları izlemeye giderdi. Meselâ Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin okuma salonu.
Sahafların kokusunun sindiği eski taş duvarlar, İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’nün entelektüel kimyası sıçramış gibi dururdu okuma masalarının üzerine. O meşhur Meydan ve artık aileden olmuş güvercinler de olmazsa olmazıydı o günlerin.
Bir keresinde Grup Yorum üyelerini kütüphanede gördüğünde çok şaşırmıştı. Ama sonra kendi kendine düşünmüş ve şarkı sözlerindeki o telmihin kaynağının buralarda filizlendiğine kâni olmuştu.
Kafasında bu düşüncelerle İstanbul Metrosu’nun Taksim istasyonunda indi. Ahmed Arif’in deyişiyle “zemheri de uzadıkça uzamıştı”. Ocak ayıydı ve hava soğuktu. Soğuktan nefret ederdi. En az Nurullah Ataç’ın soğuktan nefret ettiği kadar nefret ederdi hem de. Eylül 1953’teki güncesinde nasıl da dillendirmişti soğuk düşmanlığını ünlü denemeci…
Genç adamın öğrenciliği zamanında, doksanların başında yani, Metro dendiğinde İstanbul’da akla gelen ilk şey bir çikolata markasıydı. Şimdilerdeyse İstanbul Metrosu, Taksim’le iç içe girmiş şekilde telaffuz ediliyordu.
Metro’nun içinde ilerlerken, anonim halk sanatçılarının duvar dibi soslu mini konserlerinin ve enstrümanlarının önünden geçti.
Merdivenlerin önüne geldiğinde Ahmet Haşim’in “ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” deyişini düşündü. Otomatik merdivenler insan sağlığına zararlıydı zaten, kullanmamalıydı. Onun yerine, en sağlıklısı yürüyerek ağır ağır çıkmasıydı aslında. Ama…
Hedonist duyguları galebe çalmıştı. Teknoloji yine üstün gelmişti.
Meydan’a çıktığında İstiklal Caddesi’nin girişindeki gençleri gördü. Gençlerdi ve sanki kutularca serüven hapı içmiş gibiydiler.
O çocukların babalarını düşündü. Babalarına göre, Deniz Gezmiş vatan haini bir anarşistti. Ama o babaların çocukları, bugün Taksim Meydanı’nda Deniz Gezmiş’in fotoğraflarını taşıyorlardı.
O babaların solculuk oynayan avantürcü evlâtları değillerdi de neydi peki bunlar? Onları gözledi uzaktan. Birazdan yanlarından geçecekti.
Deniz’in idam sehpasında haykırdıklarını, onların yüzüne haykırmayacağına dair söz verdi kendine.
İlerledi, ilerledi.
Yanlarına yaklaştı. Cahilâne bir kayıtsızlık maskesi taktı yüzüne. Hiçbir şeyden anlamayan ve hatta o kalabalığın orada niçin toplandığını bile idrakten yoksun, şaşkın, duyarsız bir insan kimliğiyle yanlarına kadar gitti. Çarpmaya göre “bir”, toplamaya göre “sıfır” neyse, o da o anda öyle göründü oradakilerin gözüne. Etkisizdi.
Kimse bir şey anlamadı. Aralarından hızlı adımlarla geçti. Kendine verdiği sözü tutmanın verdiği direngenlikle, mareşal unvanlı kumandan edasındaydı artık.
İstiklal Caddesi’nin girişindeki insan kalabalığının arasında gözden kayboldu.
Sabrın sonu ile