- Kategori
- Gündelik Yaşam
Pazar notları

Hayatsa bildiğini yapıyor.Aldırmaksızın hiçbir şeye, kaldığı yerden devam ediyor her şeye...
Adam, mektubuna başlamadan başını kaldırıp kurşuni bulutlarla çevrili gökyüzüne baktığında; hayatın tüm sahneleri, bir filmi dondurup yeniden başlatırcasına akmaya başladı etrafında.
Denizin laciverdi; mavisini bastırmış, martılar karın tokluğuna yaşamanın telaşıyla onlarca dijital fotoğraf makinesine poz verdiklerinden bihaber, kanat çırpıp duruyordu gelip-giden şehir hatları vapurlarının peşi sıra.
Daha açıklarda yelken kulübünün yeni yetme öğrencileri, güneşin bulutlar arasında utangaç bir kız gibi arada yüzünü göstermesini fırsat bilerek küçük yelkenlilerini salmışlardı denize. Saydım: bir, iki, üç, dört… Tam on dört tane ak yelkenli nazlı nazlı süzülüyor mavilikte.
Deniz, kelebek tarlası gibi… Çocuklarsa cılız kolları minik gövdeleriyle küçük yelkenlilerini su üstünde tutmaya uğraşırken ne bilsinler eşsiz bir manzaranın parçası olduklarını. Gelip baksalar ya buradan kendilerine, daha bir hevesle sarılırlardı herhalde yelkenlilerine.
İskele üstünde bir mekân burası. Yan masada bir ayrılık sahnesi yaşanıyor. Ötesinde bir aşk tazeleniyor. Kahramanlarımız duymaya engelli, sevmeye fena halde meyilli. Bakıyorum hareketlerine, birbirlerini duymuyorlar ama ne gam? Gümbür gümbür duyuluyor gözleri, yüzlerinde abartılı gibi gelen ama birbirlerinin alıştığı hareketleriyle sevgileri...
Hemen bitişiğinde bir kadın, telaşsız bir Pazar gününü kendine hediye etmiş gibi atmış gözlerini kafenin geniş camekânlarından alabildiğine uzanan denize, denizin bittiği yerde üst üste yığılı yaşamlarla sürüp giden gecekondulara... Hayatından firar edip tüm yaşam adacıklarına tutunur gibi bir hal var bakışlarında.
Sade ve gösterişsiz giysileri üstünde, bir kahve söylüyor kendine, peşinden bir şeyi unutmanın telaşıyla bir anda uzanıyor çantasına.Hiç karıştırmadan buluyor ince uzun parmakları sigara paketini; koyup masaya, yakıyor birini. Keyif sigarası bu, ilk nefeste yüzüne yerleşen belli belirsiz gülüşten anlaşılıyor.
Diğer masada ayrılık sahnesi uzun, bitmiyor. Esas kızın saçlarına tutunan tokası, tokadan kendini kurtaran taranmamış saçları, sıradan bir Pazar günü rahatlığıyla kendini beğendirmekten uzak giysileri, ilişkisinde uzun zaman kat ettiğine işaret ediyor sanki.
Geçen zamanla birbirlerini sınamanın sıcaklığı değil, soğukluğu sinmiş her şeyine. Tavırları diken gibi batmaya, ne giyse umarsızlığa, bakışları yavanlığa bırakmış kendini. Birbirlerini kanıksamışlar da gelmiş gibiler bir yol ayrımına. Gözlerini sakladığı kalın çerçeveli gözlükleri kolayca ele vermiyor kendini .Ama işte anlaşılıyor yine de…
Kafenin tüm masalarına nazır uzak köşesinde “ Sen belki bu satırları tantanalı bir günün başında okuyacaksın” diye bir cümleyle başlıyor adam mektubuna. Sonra devam ediyor.
"Ama ben, durgun bir su kıyısında oturur gibi yazıyorum sana bu mektubu. Günlerden Pazar, senin gibi seviyorum ben de Pazarları. Biten haftanın yorgunluğundan, üstüne vurduğu yüklerden kurtulup, her şeyden uzak sadece dingin bir günün huzuruyla dolarak olmazsa olmaz gazetesi, kızarmış ekmekli kahvaltısı, çayıyla alabildiğine uzatmak istiyorum bu mutlu seremoniyi.
Kulak tırmalayan tüm iş makineleri susmuş, dönen çarklar durmuş, devasa binalarda görülen işler kendi haline bırakılmıştır. Bir şeylere geç kalacakmış gibi hep koşturan kadınların telaşlı topuk sesleri kesilmiş, sanki görünmez bir güç herkese bir günlüğüne , kırlara, sahil kenarlarına koşmaları, kendilerine küçük mutluluk adacıkları yapıp orada keyif yapması için fırsat tanımış gibidir. Açıklarda uyuklar gibi bekleşen o koca gemiler sanki bir milim daha gidemeyecek gibi çakılıp kalmıştır denizin ortasında.
Nasıl olsa yarın iş makineleri yeri göğü inletir gibi yeniden çalışmaya başlayacak, o ağır çarklar yine gıcırtıyla dönecek, açıklarda kestiren gemiler, demir alıp yola koyulacaktır. Ama bugün Pazar. Yarının haftanın ilk iş günü olması, curcunası, bütün yarım işlerin kaldığı yerden devam etmesinin bilinmesindendir belki de bu mutlu uyuşmayı bu kadar tatlı ve vazgeçilmez kılan..."
Gün batarken yelkenliler birer ikişer eksiliyor denizin üstünden.Gün boyu çırpınıp duran martılar yorgun, bırakıyorlar ekmeğin peşini.
Bitiriyor adam mektubu.
Yan masada güzel başlayan bir aşk bitiyor.
Alıp yalnızlığını kalkıyor masadan kadın.
Diğer masada hâlâ oturuyor kumru gibi sevişen çift. Duymuyorlar birbirini ama biri açıyor kollarını iki yana ve sanki bütün dünyanın duyacağı bir ses olsa söyleyecek de, duymadığından/duyuramadığından sesini; elleri, yüzü gülüşüyle seni seviyorum diyor.
Duyuyorum o sağır adamın sevgisini.
Akşam çöküyor.
Hayatsa bildiğini yapıyor; aldırmaksızın hiçbir şeye, kaldığı yerden devam ediyor her şeye...