Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '17

 
Kategori
Öykü
 

Pelikan zamanı

Pelikan zamanı
 

Bodrum'a bahar geldi Melodi.

Uzun, ıslak ve soğuk bir kıştan sonra, en nihayet bahar geldi.

Her ilkbahar gelişi içimi bir sevinç kaplar.

Bu bahar sevinemedim.

Hatta birazda kızgınım bahara.

Ne vardı gelecek?

İstemiyorum sensiz baharı, yeşillenen dağları tepeleri, tomurcuklanan çiçekleri.

Bodrum'a bahar geldi Melodi.

Foça’da, Pelikan Zamanı.

 

Bütün kış, terk edilmiş bir şehir gibiydi Bodrum.

Sihirli bir değnek değmiş gibi, bir gecede her yerde bir hareket, koşuşturma tamirat, boya badana başladı.

Hatta bir iki otel de şimdiden açmış kapılarını.

Dün akşam bir otobüs dolusu Çinli geldi karşı sokaktakine.

Her yer yeniden hayat buluyor, canlanıyor, doğuyor.

Canlanamayan bir ben varım herhalde.

Sensiz baharı sevmedim, sevinemedim geldiğine.

Sen gideli, on ay olmuş.

Hiçbir şey tat vermiyor bana.

Bitez tepelerinde papatyalar açmış.

Sarı sarı papatyalar.

Saçlarını hatırlattı bana.

Deniz, gece mavisi bir renk almış.

Boylu boyunca uzanıyor Ege karşımda.

Ama, nerde senin gözlerinin mavisi, nerde denizin?

Yüreğim ağrıyor seni düşündükçe.

Tarçın kokun hala genzimde.

Aptal, aptal ağlıyorum.

Altı ay olmuş Bodrum'a taşınalı.

Sen gittikten sonra, kalamadım Foça da.

Çıldıracaktım.

 

Hatırlar mısın Melodi?

Seni ilk, Pelikan Zamanı tanımıştım Küçük Deniz sahilinde.

Foça da, her ilkbahar başlangıcı, Mart sonlarına doğru dört Pelikan gelir Küçük Denize.

Nedendir bilmem.

Hep dört pelikan.

Üç değil, beş değil.

Neden ise hep dört.

Senelerce, her ilkbahar başlangıcı, bu Pelikanlar gelir, bir hafta on gün kalır ve gider.

Bende inerim Küçük Denize Pelikan zamanı.

Protest Rahim'den aldığım bir torba dolusu sardalye, Pelikanları seyreder, sardalye atarım denize.

Bana da iyice alıştılar seneler içinde.

Herhalde, hep aynı Pelikan gelenler.

Sahile her gelişimde, başlarını benden yana çevirir, sardalye atmamı beklerler.

Ama, bir türlü yakınıma getiremedim onları.

Alışsınlar diye defalarca tam önüme attım balıkları.

Gelmediler.

Öyle beklediler açıkta.

Kim bilir, belki de insanlara güvenleri yoktu.

 

Seni tanıyalı, iki Pelikan zamanı geçti Melodi.

O gün, o sabah erkenden inmiştim Küçük Denize.

Parke taş kaplı büyük bir meydan.

Sağlı sollu kafeler, lokantalar, büfeler çevreler Foça meydanını.

Meydanın Küçük Denize sıfır ön tarafında, tek başına büyük bir palmiye.

Etrafını banklar çevrelemiş.

Seferden dönen balıkçılar dinlenir çoğunlukla bu banklarda.

Demli bir çayla yorgunluk atar, gelen geçeni çekiştirir.

Sait’in Kafede oturdum çay içmek için.

-Müjdemi isterim.

Dün gece, geldi seninkiler abi.

-Yine dört tane mi Sait?

-Evet, yine dört.

Gözlerim Protest Rahim’i aradı.

Henüz gelmemiş.

-Sait, Protesti gördün mü?

Açmamış bu sabah tezgâhını.

Hasta falan değildir inşallah.

-Gelir birazdan hergele.

Dün akşam gene tuttu babaları.

Çıktı meydana, ne hükümeti kaldı, ne Bağkuru, ne de Foça Belediyesi.

Ağzına geleni söyledi, bağırdı, çağırdı protesto ediyorum diye.

Polise şikâyet etmiş Kafede oturan bazı müşteriler.

Ekip arabası geldi, yaka paça götürdüler.

Bana da küfür etti durdu, sen şikâyet etmişsindir diye.

Vallahi ben etmedin abi.

Komisere sordum ne yapacaklar diye.

Bu gece nezarette yatsın, yatışsın bir hele.

Sabah salarız dedi.

Protest, tam da palmiyenin karşısında tezgâh açar.

O sabah ne balık tuttuysa onları satar burada.

Tezgâh boşalınca da, hava kararıncaya kadar balık ağlarını temizler, yırtılan, kopan kısımları tamir eder.

Yarım saat kadar sonra geldi Protest makamına.

-Günaydın Rahim.

Gel bir çay iç.

Sağ ol be abi.

Balığa da çıkamadım bu sabah.

Geceyi nezarette geçirttiler bana gene.

Ağları bir sereyim, içeriz çayını.

Bakıyorum sende erkencisin bu sabah.

Ha, tabi Pelikan zamanı.

Bekle bir yol.

Dünden bir kasa sardalye kalmıştı.

Kenarda yığılı kasaların birinden bir torba sardalye doldurup getiriyor.

-Bu sefer benden olsun.

 Para mara istemez.

Eyvallah Rahim.

Söylerim pelikanlara bu Rahim dendir diye.

Gözlerini içi güldü Rahim'in.

 

Torba elimde, deniz kenarına yürüdüm.

Hemen tanıdılar beni.

Kanatlarını süratle çırpıp, başlarını suya sokup çıkardılar defalarca.

Sanki, bir hoş geldin ritüeli bu.

Sanki bana; hoş geldin Attila.

Memnun olduk seni gördüğümüze.

Balık mı getirdin bize?

Diye karşılıyorlar beni.

İkişer, üçer fırlattım sardalyeleri denize.

Kapış kapış yuttular sevinç ile.

Arkamdan bir ses;

-Ne kadar güzeller değil mi?

-Evet. Benim için dünyanın en güzel kuşları.

Kim konuşuyor diye başımı arkaya çevirdiğimde, seni gördüm Melodi.

Şimdiye kadar gördüğüm en koyu mavi gözler, uzun kirpikler, kıvır kıvır sap sarı saçların taçlandırdığı inanılmaz güzel bir yüz.

Yıldırım çarptı beni.

Sana o onda âşık oldum Melodi.

Elim ayağım birbirine dolaştı.

Bir yandan da düşünceler şimşek gibi geçiyor aklımdan.

Kendine gelsene be.

Dünya güzeli bir kız bu.

Taş çatlasa 35 yaşında.

Sen ki altmışını devirmişsin.

Ayıptır be.

Kendine gel be.

Ne kadarda tatlı gülümsüyordun bana Melodi.

Sana âşık olmamak imkânsızdı benim için.

-Balık atmak ister misiniz Pelikanlara?

Bir torba sardalyem var.

-Teşekkür ederim.

Ekmek doğradım ben onlar için.

Bu sabahlık yeter bana.

Elini uzatmıştın.

-Merhaba. Ben Melodi.

Yeni yerleştim Foça’ya. 

Dört ayı geçti yerleşeli.

Böyle bir güzelliğe böyle güzel bir isim yakışırdı zaten.

Ya da armoni, rapsodi, konçerto olabilirdi bu güzelliğin ismi.

-Merhaba Melodi. Benim adım da Attila.

Yirmi yedi sene oldu Foça’ ya geleli.

El sıkıştık.

Sımsıcak, yumuşacık bir el elimde.

Ebediyen tutmak istedim bu eli.

 

O sabah, beraber doyurduk Pelikanları.

Ne yaptıysam, bana yaklaşmayan kuşlar,  Melodinin ekmeklerini yemek için kıyıya geldiler.

Hatta bir tanesinin başını okşadı Melodi.

Garanti erkek Pelikan bunlar.

Onlarda benim gibi âşık oldular Melodi’ye.

İsim taktım onlara diyor Melodi.

-Başında siyah tüyler olanın ismi Kemal olsun.

Kanatları gri kırçıllı olan Murat.

Şu en koyu kavuniçi gagalı, kanatlarını sürekli kabartan da Efe.

En iri olanına da senin ismini vereceğim.

Onun adı da Attila olsun.

-Amma yaptın be Melodi.

Ben iri kıyım bir miyim?

Gülüşüyoruz.

İri olduğuna bakma.

İçlerinde en kibar olanı o.

Dikkat et bak, diğer üçü gagalarına bir şey alana kadar o hep bekliyor.

Ancak onlar yemlendikten sonra o da bir şey yiyor.

-Teveccühüne teşekkür ederim.

Ama sandığın kadar kibar biri değilim ben.

Küfür kalay konuşurum.

Kibarlık olsun diye susmam.

İçim dışım birdir benim.

Yine gülüşüyoruz.

Balık ve ekmek torbaları boşalınca,  Sait de çaylarımızı içiyoruz.

 

Varlıklı bir ailenin kızı imiş Melodi.

İstanbul’un en büyük matbaalarının birinin sahibi imiş babası.

Maslak'ta, sekiz katlı bir binada bizim basım evi diyor.

Kendi binamız.

İzmir’de, Adana da matbaaları varmış.

Yedi ay evvel eşinden boşanmış Melodi.

Kocası istemiş ayrılmayı.

Korkunç bir darbe oldu bana diyor.

Hiç ummuyordum Mert’in böyle bir şey yapacağını.

Anlayacağın Mert yalnız ismi imiş.

Meğer tipik bir namertmiş benim kocam.

-Peki, ne imiş derdi kocanın?

Başka bir kadın mı?

-Hayır değil.

Başka bir sebepten istedi boşanmayı.

Boş ver şimdi.

Bir gün anlatırım sana.

 

Boşandıktan sonra depresyona girmiş.

Ortam değiştir demiş doktoru.

Genç kızlığında güzel bir tatil geçirmiş Foça’da.

O tarihlerde faal olan Akdeniz tatil köyünde kalmışlar.

Unutamamış o günleri.

Oradan gelmiş Foça aklına.

Doktoru da ortam değiştir deyince,  babası ile gelip, Büyük Denizde, yeni restore edilmiş eski bir taş evi satın almışlar Melodi ye. 

İşte böyle yerleşmiş dört ay evvel Foça ya.

 

Ertesi gün ve daha sonra da, her sabah Büyük denize gidip Melodi’yi aldım.

O ekmek torbasını, bende Protest’ ten sardalyeleri alıp, Pelikanlara gittik.

Melodiyi gören kuşlar, gagalarını takırdatarak yanımıza geldiler.

Bizde onları doyurduk.

Melodi tutturdu bu kuşlara barbun alalım diye.

-Ne diyorsun sen Melodi?

 Barbun pahalı balık. Pelikanlar barbun ile beslenir mi yahu?

-Bak Attila.

Barbun dip balığı değil mi?

Bu güzelim Pelikanların, deniz dibine dalacak halleri yok ya.

Bir kere de barbun tatsınlar.

O günden sonra da Pelikanları,  dil, kefal, barbun, fener, pisi balığı gibi ne kadar dip balığı var ise onlarla besledik.

Akşamları da Sadık abinin lokantasına gidiyoruz.

Lokanta,  Foça kalesi, beş kapılara giderken, önünden geçtiğin amfi tiyatronun üst

yamacında.

Önünde, lebiderya deniz.

Sağın, solun asırlık taş evler.

Aşağıda amfi tiyatro.

Çam ağaçları arasına yerleştirilmiş masalar.

Enfes bir mekân burası.

Balık, kalamar, fava.

Ve kırmızı şarap.  Foça karası.

Mum ışıkları ve karşımda Melodi.

Kopkoyu mavi gözlerle bana gülümsüyor.

Bir yudum şarap alıp, onu zevkle seyrediyorum.

-Ne oldu Attila?

Neden ağlıyorsun?

Böyle akşamlarda bana bakarken hep gözlerinden yaşlar süzülüyor.

Seni üzecek bir şey mi yaptım?

Doğru söylüyor.

Melodi'ye bakarken içim sızlıyor mutluluktan.

Gözyaşlarıma hâkim olamıyorum.

-Belki benimle alay edeceksin Melodi.

Ama artık dayanamayacağım.

Sana kör kütük âşık oldum ben.

İnan elimde değil.

Senin güzelliğin içimi acıtıyor.

Yüreğim ağrıyor.

Midem bir garip kasılıyor.

İçimden ağlamak geliyor.

Seni o kadar seviyorum ki.

Bir yandan da kendime kızıyorum.

Baban yaşındayım.

Ne biçim aşk bu be?

Ama merak etme.

Bu akşamdan sonra seni bir daha rahatsız etmeyeceğim.

Artık bir son vermemiz lazım bu duruma.

-Bu yüzden mi bir kere bile elimi tutmadın?

Bir kere bile beni öpmedin?

Kibar Pelikan.

Bana ne senin yaşından.

Hala anlayamadın mı benimde seni ne kadar sevdiğimi?

Gözyaşlarım yağmur gibi akıyor.

Melodi yanıma gelip başımı göğsüne yaslayıp saçlarımı okşuyor.

Gözlerimi öpüyor.

Mutluluktan öleceğim be.

Yemekten sonra el ele tutuşup sahile iniyoruz.

Ay ışığı altında, dalgaların müziğine uygun adımlarla, eve doğru yürüyoruz.

 

Pelikanlar gittikten iki hafta sonra, Melodi onun evine taşınmamı istedi.

Gerekli eşyalarımı aldıktan sonra kendi evimi kilitleyip Melodi’nin misafir odasına yerleştim.

Rüyada gibi yaşıyorum.

Bazı günler, İngiliz Burnunda balık avladık.

Koz yatağında çam kozalağı toplayıp, köyün çay ocağında dibek kahvesi içtik.

Topladığımız kozalakları şöminede ısıtıp çam fıstıklarını biriktirdik.

Ilıpınar tepelerinden dağ lalesi, kekik topladık.

Süslü hanım kaptanın teknesi ile koyları gezdik.

Güneşlendik, yüzdük, şarkılar söyledik.

 

Ekim ayı ortalarında bir akşam kendi evime gittim.

Gençliğimden kalma long playler imi, 45 lik plakları ve Dual Marka pikabımı aldım.

Melodi'ye, Napoliten şarkıcı Roberto Muralo’nun, Resta Con Me (Benimle kal)  şarkısını çalıyorum pikapta.

Şömineyi yaktım.

Ateşin karşısına, Isparta halılarından dikilmiş, yer minderlerine oturduk karşılıklı.

Bir şişede Lal şarap açtım.

Beraber alevleri seyrediyoruz.

Melodi yanıma geldi.

Sarılıp, başını omzuma koydu.

-Attila sana bir şey söylemek istiyorum.

-Evet, seni dinliyorum sevgilim.

Nedir söylemek istediğin?

-Benden tiksinirsin diye korkuyorum.

-Deli misin sen Melodi.

Seni canımdan çok seviyorum.

Senin hiçbir şeyinden tiksinmem ben.

Söyle nedir derdin?

İyice merak ettim şimdi.

Neymiş bakalım beni tiksindirecek şey.

-Seninle sevişmek istiyorum.

-Bana dünyaları verirsin.

-Ama benden tiksinirsin diye korkuyorum.

-Şaşırmışsın sen.

Sevinçten kalbim duracak.

-Ne olur kızma bana.

Sana başından anlatmam gerekirdi.

-Hoppala, neyi anlatman gerekirdi be sevgilim?

-Attila ben kanserim.

Meme kanseri.

Sol göğsüm yok benim.

Ameliyat oldum.

Sanki suratıma şiddetli bir tokat yedim.

Ama Melodi'ye en ufak bir renk vermedim.

-Geçmiş olsun.

Ne yapalım tek memen yok ise.

İsterse ikisi de olmasın.

Benim için, sen önemlisin.

Sana aşığım.

Seni seviyorum.

Sana tapıyorum.

Seninle sevişmek için deliriyorum.

Sen benim orkidemsin.

Tek yaprağı kopan bir orkide güzelliğini kayıp eder mi hiç?

-Bak gör o zaman, öyle konuş.

Üzerindeki süveteri yukarı çekip çıkarıyor.

İki göğsü de yerinde gözüküyor.

Elini sırtına uzatıp sutyenin kopçasını açıyor.

Sutyeni çekip çıkarınca, sol kuptan et rengi plastik bir meme yere düşüyor.

Garip gözüküyor göğsü.

Sağ tarafta dimdik duran, diri, değme modelleri bile kıskançlıktan çatlatabilecek güzellikte bir meme.

Solda ise, on beş santim kadar, sol üstten, göğüs ortasına, aşağı uzanan, hafif bir yarık ameliyat izi.

Gözleri gözlerime kilitlenmiş ağlıyor Melodi.

Kocam Mert üç ay dayanabildi.

Elimde değil.

Sana bakınca içim kalkıyor.

Yapamayacağım dedi.

Ben o kadar kuvvetli değilim dedi.

Daha gencim ben.

Senin ile bir ömür geçirmeyi düşünemiyorum.

Sevişemem senin ile.

Bu yara izi tiksindiriyor beni.

Senin bu halin bana sürekli ölümü hatırlatıyor dedi.

Bu yüzden boşandık.

Bana doğruyu söyle Attila.

Korkunç ve iğrenç gözüküyorum değil mi?

Sende tiksindin mi bu halimden?

Sarıldım Melodi'ye.

Defalarca öptüm.

Tuvalet masasından, Melodi'nin makyaj çantasını aldım ve onu sırt üstü yatağa yatırdım.

Kahverengi makyaj kalemi ile ameliyat izinin üzerinden geçerek, bu izi kalınca bir dal haline getirdim.

Mavi kalemle, bu dala, daha ince dallar çizdim.

Rujuyla, bu ince dalların uçlarına kırmızı çiçekler yaptım.

-Gel benimle şimdi.

Elinden tuttum, ayağa kaldırdım.

Tuvalet masası aynası karşısında, yan yana durduk.

-Bak aynaya Melodi.

Sen hiç böyle bir güzellik gördün mü?

Yatağa yatırıp, ameliyat izini, dalları, çiçekleri tek tek öptüm.

Hıçkıra hıçkıra ağlıyor Melodi.

Hıçkırıklar arasında da fısıldıyor.

Tanrım çok mutluyum, çok mutluyum diye sürekli tekrar ediyor.

Bu tarihten sonra bir buçuk sene, rüya gibi yaşadık.

Bazı akşamlar, kalenin önünde, deniz üstündeki ahşap platforma, büyük annesinden kalma kanaviçe örtümüzü serip, yemeğimizi yedik.

Güneşi uğurladık.

Benim kırçıl karabatak ile beyaz peynirimizi paylaştık.

Yakamozlar arasında denize girdik, seviştik.

Şömine karşısında Melodi'ye yazdığım şiirleri okudum.

Bazen kahkahalarla güldük, bazen de duygulandık, ağladık.

 

Eylül ortalarında Melodi sabahları kusmaya başladı.

-Attila, galiba ben hamileyim.

Seninle bir çocuğumuz olmasını çok istiyorum.

Ama sen istemez isen aldırırım.

Ne dersin?

İster misin bir bebeğimizin olmasını?

-Nasıl istemem Melodi.

Hele sana benzeyen bir kızımız olursa.

Dünyalar benim olur.

Emin misin hamile olduğuna?

Yarın hastaneye gidelim bir kontrol etsinler.

-Tamam, sen nasıl istersen.

Hastanede yaptıkları test sonucu hamile olmadığını öğrendik.

İkimizde çok üzüldük.

Ancak gün geçtikçe, kusmalar arttı.

Şiddetli mide ağrıları da başlayınca, bu sefer doktora yalnız gittim.

Doktor Turan’ı senelerdir tanıyorum.

Samimi dostum benim.

Durumu anlattım Turan’a.

-Attila inşallah korktuğum değildir.

Al kızı İzmir’e götür.

Üniversite hastanesinde kontrol etsinler.

Göğüs kanseri geçirmiş.

Vücudunda saatli bomba taşıyor.

Ne zaman patlayacağı belli olmaz.

Mutlaka tam teşekküllü bir hastanede muayene olması lazım.

 

Melodi'ye durumunu açık açık anlattım.

Hayır, istemiyorum hastaneye gitmek diye tutturdu.

Gidersin, gitmezsin diye bir on beş günü tartışarak geçirdik.

Geceleri nefes darlığı da başlayınca, zorla İzmir’e götürdüm.

Direkt onkolojiye sevk ettiler.

Emar lazım dediler.

Bir hafta sonraya sıra aldık.

Emar neticesinde sol Akciğer lobunun alt bölümünde on santim çapında bir tümör tespit ettiler.

Derhal ameliyat gerekli.

Aksi takdirde altı yedi aylık bir ömrü var dedi doktor.

Melodi kesinlikle karşı çıktı.

Tekrar ameliyat, aylar sürecek ıstırap, radyasyon, kemoterapi.

Bütün bunları tekrar yaşamak istemiyorum diye tutturdu.

Saçlarım, kaşlarım, kirpiklerim tekrar dökülecek.

Aynı şeyleri bir daha yaşayamam.

Gecelerce yalvardım Melodi’ye.

Hayır, istemiyorum diye ağladı.

-Doktor, açık açık söyledi Melodi.

Bu ameliyatı olmazsan, en fazla altı, yedi ay ömrün varmış.

Bunu bana yapamazsın.

-Seninle yaşadığım aşkı, mutluluğu kaç kadın yaşamıştır acaba?

Beni cascavlak olmuş, çirkinleşmiş olarak hatırlamanı istemiyorum.

Şu son yaşadığım mutluluk bana yeter.

Ne olur bana destek ol Attila.

Beni seviyorsan lütfen bana destek ol.

Söz ver bana.

-Tamam Melodi.

Söz.

Ne olursa olsun senin yanındayım.

 

Melodi gün geçtikçe erimeye başladı.

Bile bile bu şekilde ölümü kabullenmek iğrenç geliyor bana.

Aralık ayına girdiğimizde kırk kilo kalmıştı.

Göğüs ağrıları da son derece şiddetlendi.

Son durumunu tespit etmek için röntgen istediklerinde, hastaneye kucağımda götürdüm.

Akciğer röntgeni çekebilmeleri için ayakta bile duracak gücü yoktu.

Röntgen cihazına göğsünü yaslayıp, yere diz çöktüm.

Bir elimi sırtına dayayıp diğer elimle de belini kavradım.

Ancak öğle çekebildiler filmi.

Tümör neredeyse yirmi santim olmuştu.

Ağrıları dayanılmaz hale gelince morfin verdiler.

İğneci Şerafettin’e rica ettim.

Sabah akşam aksatmadan iğne yapmaya geldi.

Bazı geceler, olur olmaz saatlerde kriz geldiğinden, bende damardan iğne yapmayı öğrendim.

Şubat ayına girdiğimizde, Kırkağaç da, doğal otlardan alternatif ilaç üreten bir firma olduğunu öğrendim.

Melodi'yi bir hanım arkadaşıma emanet ederek, Kırkağaç’a gittim.

Bir sürü şey verdiler.

Isırgan, karabaş, keçi kulağı, keten tohumu gibi bitkiler ile adını, sanını ilk defa duyduğum otlar ve birde Amerika’dan ithal ettikleri krom hapları.

Gece yarısı döndüm Foça’ya.

Ertesi sabah doktorunu aradım, verebilir miyim bunları diye.

Bir işe yarayacağını zannetmiyorum ama kullanmanızda bir mahsur yok dedi.

Kaynatıp şurup haline getirdim bunları.

Yalvar yakar zorla içirdim Melodi'ye.

Ailesine haber vermemi istemedi.

Sana ağır gelmeğe başladı isem bilmem dedi.

Bende susmak zorunda kaldım.

Şubat ayında nefes darlığı son derece arttı.

Oksijen vermeye başladık.

Bazen oksijen tüplerinin ne süre yeteceğini hesaplayamıyorum.

Dört beş kere, gece yarısı İzmir’e gittim tüp bulmak için.

Bazı geceler hastanelerden temin edemediğim oldu bu tüpleri.

O zamanlarda, özel ambulans servislerinden karaborsa aldım.

Bilmem hiç nefes alamayan insan gördünüz mü?

Delice sevdiğiniz birinin boğulmakta olduğunu?

Bırakın karaborsa fiyatı.

Donumu isteseler vereceğim.

Mart başlarında iyice kötüledi.

Bir iğne, bir iplik kaldı Melodi.

Ağrılarına artık morfin bile para etmiyor.

Günde dört iğneden fazla yapamıyorum.

Sakın ha dedi doktor.

Aşırı dozdan ölür ve başın yanar.

Istırap içinde kıvranıyor ve ben Allaha dua etmekten başka hiç bir şey yapamıyorum.

Artık dualarımda şifa dilemekten vazgeçtim.

Allah’ım ne olur Melodi'yi yalnız bırakma.

Allah’ım ne olur daha fazla ıstırap çektirme.

Allah’ım ne olur Melodi'yi yanına al diye dua ediyorum.

 

Yirmi beş Mart sabahı Melodi birden gözlerini açtı.

İlk defa bana gülümsedi.

Hangi aydayız Attila?

Mart ayındayız sevgilim.

Bu gün ayın yirmi beşi.

Sağ elini avuçlarımın içine alıp öptüm.

-Çok üzdüm seni değil mi?

Tam cevap verecektim ki telefon çaldı.

Protest Rahim idi arayan.

-Attila abi müjdemi isterim.

Bizim pelikanlar şafak vakti geldi.

-Sağ olasın Rahim.

Çok teşekkür ederim bu güzel haber için.

Haberi vermek için başucuna gittim Melodi'nin.

Eğildim alnından öptüm.

-Geldiler değil mi?

-Evet, bir tanem.

Geldiler.

Derin bir iç çekti.

Yüzünü mutluluk kapladı.

Ve de nefesi durdu.

 

Başucundaki şifonyerin çekmecesinde adım yazılı bir zarf buldum.

Zarfı açtığımda, bana yazdığı bir mektup ve ayrıca kapalı bir zarf daha vardı.

Sevgilim,

Benim için üzülme demiyorum.

Biliyorum kahrolacaksın.

İnan, bende bu yolculuğa sensiz çıkmak zorunda kaldığım için kahroluyorum.

Eğer sana bir teselli ise, seni sonsuz bir aşkla sevdiğimi bil.

Sana babamın telefon numarasını yazıyorum.

Ayrıca ailem içinde bir mektup bıraktım.

Artık onları arayabilirsin.

Seni seviyorum.

Melodi.

 

Telefon ettim babasına.

Acı haberi verdim.

Ertesi sabah annesi, babası ve erkek kardeşi geldi Foça’ya.

Babasına zarfı teslim ettim.

Daha önce haber vermedim diye bana kızmamalarını, bunu kendisinin istediğini, hayatının büyük aşkı olduğumu, onu çok mutlu ettiğimi ve Foça’ya gömülmek istediğini yazmış ailesine.

Ağlaştık hep beraber mektubu okurken.

Melodi'yi bu kadar mutlu ettiğim için bana teşekkür ettiler.

Yeni kabristana gömeceğiz sevgilimi.

Yirmi sekiz Mart günü, öğle namazını müteakip, cenaze konvoyu yola çıktı yeni kabristana doğru.

Melodi'yi tabutta görmek beni mahvetti.

Konvoydaki en son araba benimki.

Kabristanın giriş kapısı önüne geldiğimizde konvoy durdu.

Hiç kimsede bir hareket yok.

Ne oluyor yahu?

Arabadan çıktım ve cenaze arabasına yürüdüm.

Hoca, arabanın önünde durmuş, ellerini açmış dua ediyor.

-Hocam ne oluyor?

Neden indirmiyorlar tabutu?

-Baksana kabristana Attila Bey.

Nasıl gireceğiz içeri?

Kabristanın demir kapısına yürüdüm.

Bütün kabristanı yüzlerce pelikan kaplamış.

Adım atacak yer yok.

-Lütfen alalım tabutu.

Arkadaşlarım, dostlarım tabutu omuzladı.

Kapıyı açtım.

Önüme çıkan kuşların başlarını okşayarak yürüyorum.

Ben yürüdükçe, iki yana açılıp cenazeye yol veriyorlar.

Üç kürek toprak da sen at dediler.

Yapamadım Melodi.

Gömmek istemedim seni.

Kalbimi gömdüm ben toprağa.

Seni gömemedim.

İşte böyle uğurladım Melodi'yi bir ilkbahar akşamı.

 

Bodrum'a bahar geldi Melodi.

Sen gideli 10 ay olmuş.

Foça’da,

PELİKAN ZAMANI

 

 

 
Toplam blog
: 54
: 141
Kayıt tarihi
: 17.03.17
 
 

1944 İstanbul doğumluyum. İlk ve ortaokulu Napoli İtalya'da, Lise TED Ankara Maarif Koleji, Yükse..