- Kategori
- Tarih
Peyam'i Safa' nın "Avrupa’ da Türk ve Arap düşüncesi" üzerine görüşleri
Konu, Peyami Safa’ nın, “ Türk inkılabına Bakışlar” adlı kitabının, Ötüken Neşriyat a.ş. tarafından 1990, İstanbul baskısından, kısaltılarak tarafımca alınmıştır.
“ Farabi ve İbni Sina, Aristo’ dan sonra ve onun delaletiyle, ortaçağda bugünkü akılcı ve tabiatçı Avrupa kafasının ilk çatısını kuran Türk mütefekkirleridir. Her ikisi de, klasik düşüncenin yatağında asırların tprganını başına çekerek ebedi bir uykuya, dalmış görünen Aristo’ yu uyandırmışlar, şark ve arkasından da garp kültüründe , ilahiyatçı ve mistik bir görüşten tabiatçı ve dünyacı bir dünya görüşe geçişin ilk prensiplerini ortaya koymuşlardır. Farabi’ de yeni Eflatun’ culuk mistiğiyle Aristo tabiatçılığı arasında bir köprü kuran bu büyük inkılab, artık İbni Sina’ da varacağı noktaya varmıştır.
İstanbul Üniversitesi felsefe tarihi profesörü Ernest von Aster, orta çağ düşüncesinde, ilahiyatçı görüşten kainatçı görüşe (teolojiden kozmolojiye) geçişi bize şöyle anlatıyor; ‘ Ortaçağ İslam , Yahudi ve Hıristiyan felsefelerinde Aristoculuğa bir geçiş müşahede edilmektedir.Bu inkişafta birinci gelen İslam felsefesinde, geçiş nispeten daha devamlı ve az atlamalı bir şekilde olmuştur.Çünkü Aristo’nun düşünce alemini şark kültürü Latin garp alemi derecesinde kaybetmemiş, Hıristiyan skolastiğinde görüldüğünden daha bariz bir şekilde, burada Eflatun’cu ve Aristo’cu fikirlerin bir halitası muhafaza edilmiştir.Eğer bir İbni Sina gelmemiş olsaydı bir Yahudi Aristoculuk -yani bir Maymonidas- vücud bulmazdı.İbni Sina’nın ve ondan sonra İbni Rüşt’ün Latinceye tercümeleri Avrupa’da tanınmamış olsaydı Saint Thomas’ın yüksek Hıristiyanlık skolastiği imkansız olurdu.Şüphe götürmeyen bu tabiiyetten sarfınazar, yeni eflatuncu düşünce aleminden Aristoculuğa geçiş her üç sahada da deruni bir zaruret mahsulüdür.Yüksek skolastik – Aristo felsefesi gibi – Eflatun’un ideler maverasını bir tabii hadiseler illetleri silsilesine kalbetmeye teşebbüs etmiştir.Halbuki ilk skolastik St. Augustin’in sözüne uyup kalmış, ‘Allah ile ruhu tanımak’ ve insan ruhunu ‘yalnız Allah onu kendi ruhunun bir tasviri olarak yarattığı için’ tanımak istemiştir.
‘…Aristo, düşünce tarzı ve kabiliyetine bakılırsa tam bir tabiat araştırıcısıdır.
Aristo’da, tabiata karşı, kendisini bütün düşünce aleminin en büyük müşahedecisi ve malzeme toplayıcısı yapan büyük bir alaka görüyoruz.Aynı alakayı, üçüncü Aristo lakabını taşıyan İbni Sina’da ve ondan sonra da Hıristiyan skolastik mütefekkiri Albert’te aynen görüyor, bu iki mütefekkirin toplamış ve işlemiş olduğu müşahede vakıalarının çokluğu karşısında hayretten kendimizi alamıyoruz.’
Burada Ernest von Aster’in Büyük Albert’i İbni Sina ile yan yana zikretmesi, ikisinide aynı ehemmiyette göstermesinden ziyade Dominiken rahibinin Türk filozofundan aldığı tesirleri hatırlatmak için olacaktır.Latinler İbni Sina’yı İbni Rüşd’den evvel tanımışlardı.Renan, Büyük Albert’in İbni Sina’dan ve Saint Thomas’ın İbni Rüşd’den ilham aldığını tesbit etmiştir.Fakat bu iki Hıristiyan mütefekkir, bu iki Müslüman filozofu taklit ettikleri kadar tenkit etmeye de çalışmışlardır.
Türk ve Arap felsefesi, Yahudi ve Hıristiyan mekteplerine pek çabuk sirayet etmiştir.On üçüncü asır ve on dördüncü asrı yarısında Yahudiler İbni Rüşt’ün eserlerini İbraniceye tercüme ettiler.İbni Sina’nın ilk mütercimleri Dominique Gondisalvus ve Sevil yahudisi Juan Avetdeath’tır.1130 ile 1150 arasında Yahudiler esası hazırlamışlar, Hıristiyanlar bu hazırlanan tercümelere bir şekil vermeye muvaffak olmuşlardı.
Birkaç sene sonra Kindi’nin ve Farabi’nin eserleri de tercüme edildi.1230’da Michel Scott İbni Rüşt’ün eserlerini tercüme etti. İmparator ikinci Frederik İslam medeniyetine meftundu. Türk ve Arap filozofları, Hıristiyan âlimlerine Yunancadan da tercümesini yapmak arzusunu telkin etmişti.
İbni Sina’nın ve arkasından gelen Arap filozoflarının tesiri, ortaçağ Hıristiyan Avrupa’sında pek çok tenkitlere ve hücumlara uğramış olmakla beraber, Rönesans’a kadar gelir.Dante, “ilahi komedi”sinin cehennem kısmında İbni Sina’yı ve İbni Rüşt’ü antikitenin en büyük on iki dehası arasında saymıştır.Rönesans’ın bu iki mütefekkirinden biri, Roger Bacon da İbni Rüşt’ten sitayişle bahseder.Bu Arap filozofu İbni Sina’nın muakkibi olduğu için Bacon’un İbni Rüşt felsefesi hakkında şu sözleri bilhassa Türk düşüncesi için söylenmiş farz edilebilir; ‘ uzun zamandır en meşhur alimler tarafından reddedilen İbni Rüşt felsefesi, bu gün bütün filozofların ittifakla reyini kazanıyor;ötesi berisi tenkit edilmekle beraber umumiyetle takdire layık olan akideler her tarafta kıymet buluyor.’
Rönesans’a kadar İbni Sina’nın ve İbni Rüşt’ün akılcı ve tabiatçı felsefesi Şark’ta olduğu kadar da Garp’ta, bütün ilahiyatçılar ve mistikler tarafından şiddetli hücumlara uğramıştır.Bu düşüncenin Şark’ta uğradığı mukavemete ve aldığı istikamete ayrıca bakacağız.Bu nokta Türklerin Avrupa düşüncesini yaratmakta büyük bir amil oldukları halde sonradan niçin geri kaldıklarını izah edebilmemiz için esastır.Şimdilik İbni Sina’nın ve bilhassa İbni Rüşt’ün garp’ta uğradığı hücumları kısaca gözden geçirelim; Piskopos Tempier , 1277’de Arap filozofunun fikirlerini bir liste de hülasa ettikten sonra reddeder.bu fikirler arasında ibni Rüşt, düşünce meselelerinde ancak filozofların hakem olabileceğini iddia ederek bütün İslam skolastiğinin en büyük prensiplerinden birini ortaya koymuştu.; ‘ilahiyatçıların sözleri masaldan başka bir şey değildir.Diğerlerinde olduğu gibi Hıristiyanlığın kanunlarında masaldan ve hatadan başka bir şey yoktur.Hıristiyan dini ilme zarar verir, ancak filozoflar hakemdirler.’
İbni Sina’nın ve İbni Rüşt’ün felsefesi 16.asra kadar şimali İtalya’da devam eden tesirleriyle pek büyük münakaşalara sebep olmuştur.Modern tecrübe metodu hakim oluncaya kadar, Latin garpta tam on dört asır devam eden bu tesire karşı reaksiyonlarının da o derecede eski bir tarihi vardır.1311’de , Raymond Lulle , Viyana ruhaniler meclisinden İslamiyet’i ortadan kaldırmak ve İbni Rüşt’ün tesirlerine mani olmak için askeri tedbirler alınmasını istemişti.Meşhur Şair ve hümanist Petrarque bunun önüne geçti……….”
Yukarıdaki metinde Peyami Safa’nın Ernest Von Aster’den yaptığı alıntı oldukça ilginç ; “ eğer bir İbni Sina gelmemiş olsaydı bir Yahudi Aristoculuk (Maymonidas) vücut bulmazdı.”
Avecenna lakabıyla tanıdığımız İbni Sina ve takipçisi İbni Rüşt , Yahudi felsefesinin, batı ve doğu dünyasında Aristo mantalitesiyle pekiştirerek taşeronluğunu yaptıkları için mi? Bu kadar meşhur isimler haline getirildiler.
“ Farabi ve İbni Sina, Aristo’ dan sonra ve onun delaletiyle, ortaçağda bugünkü akılcı ve tabiatçı Avrupa kafasının ilk çatısını kuran Türk mütefekkirleridir. Her ikisi de, klasik düşüncenin yatağında asırların tprganını başına çekerek ebedi bir uykuya, dalmış görünen Aristo’ yu uyandırmışlar, şark ve arkasından da garp kültüründe , ilahiyatçı ve mistik bir görüşten tabiatçı ve dünyacı bir dünya görüşe geçişin ilk prensiplerini ortaya koymuşlardır. Farabi’ de yeni Eflatun’ culuk mistiğiyle Aristo tabiatçılığı arasında bir köprü kuran bu büyük inkılab, artık İbni Sina’ da varacağı noktaya varmıştır.
İstanbul Üniversitesi felsefe tarihi profesörü Ernest von Aster, orta çağ düşüncesinde, ilahiyatçı görüşten kainatçı görüşe (teolojiden kozmolojiye) geçişi bize şöyle anlatıyor; ‘ Ortaçağ İslam , Yahudi ve Hıristiyan felsefelerinde Aristoculuğa bir geçiş müşahede edilmektedir.Bu inkişafta birinci gelen İslam felsefesinde, geçiş nispeten daha devamlı ve az atlamalı bir şekilde olmuştur.Çünkü Aristo’nun düşünce alemini şark kültürü Latin garp alemi derecesinde kaybetmemiş, Hıristiyan skolastiğinde görüldüğünden daha bariz bir şekilde, burada Eflatun’cu ve Aristo’cu fikirlerin bir halitası muhafaza edilmiştir.Eğer bir İbni Sina gelmemiş olsaydı bir Yahudi Aristoculuk -yani bir Maymonidas- vücud bulmazdı.İbni Sina’nın ve ondan sonra İbni Rüşt’ün Latinceye tercümeleri Avrupa’da tanınmamış olsaydı Saint Thomas’ın yüksek Hıristiyanlık skolastiği imkansız olurdu.Şüphe götürmeyen bu tabiiyetten sarfınazar, yeni eflatuncu düşünce aleminden Aristoculuğa geçiş her üç sahada da deruni bir zaruret mahsulüdür.Yüksek skolastik – Aristo felsefesi gibi – Eflatun’un ideler maverasını bir tabii hadiseler illetleri silsilesine kalbetmeye teşebbüs etmiştir.Halbuki ilk skolastik St. Augustin’in sözüne uyup kalmış, ‘Allah ile ruhu tanımak’ ve insan ruhunu ‘yalnız Allah onu kendi ruhunun bir tasviri olarak yarattığı için’ tanımak istemiştir.
‘…Aristo, düşünce tarzı ve kabiliyetine bakılırsa tam bir tabiat araştırıcısıdır.
Aristo’da, tabiata karşı, kendisini bütün düşünce aleminin en büyük müşahedecisi ve malzeme toplayıcısı yapan büyük bir alaka görüyoruz.Aynı alakayı, üçüncü Aristo lakabını taşıyan İbni Sina’da ve ondan sonra da Hıristiyan skolastik mütefekkiri Albert’te aynen görüyor, bu iki mütefekkirin toplamış ve işlemiş olduğu müşahede vakıalarının çokluğu karşısında hayretten kendimizi alamıyoruz.’
Burada Ernest von Aster’in Büyük Albert’i İbni Sina ile yan yana zikretmesi, ikisinide aynı ehemmiyette göstermesinden ziyade Dominiken rahibinin Türk filozofundan aldığı tesirleri hatırlatmak için olacaktır.Latinler İbni Sina’yı İbni Rüşd’den evvel tanımışlardı.Renan, Büyük Albert’in İbni Sina’dan ve Saint Thomas’ın İbni Rüşd’den ilham aldığını tesbit etmiştir.Fakat bu iki Hıristiyan mütefekkir, bu iki Müslüman filozofu taklit ettikleri kadar tenkit etmeye de çalışmışlardır.
Türk ve Arap felsefesi, Yahudi ve Hıristiyan mekteplerine pek çabuk sirayet etmiştir.On üçüncü asır ve on dördüncü asrı yarısında Yahudiler İbni Rüşt’ün eserlerini İbraniceye tercüme ettiler.İbni Sina’nın ilk mütercimleri Dominique Gondisalvus ve Sevil yahudisi Juan Avetdeath’tır.1130 ile 1150 arasında Yahudiler esası hazırlamışlar, Hıristiyanlar bu hazırlanan tercümelere bir şekil vermeye muvaffak olmuşlardı.
Birkaç sene sonra Kindi’nin ve Farabi’nin eserleri de tercüme edildi.1230’da Michel Scott İbni Rüşt’ün eserlerini tercüme etti. İmparator ikinci Frederik İslam medeniyetine meftundu. Türk ve Arap filozofları, Hıristiyan âlimlerine Yunancadan da tercümesini yapmak arzusunu telkin etmişti.
İbni Sina’nın ve arkasından gelen Arap filozoflarının tesiri, ortaçağ Hıristiyan Avrupa’sında pek çok tenkitlere ve hücumlara uğramış olmakla beraber, Rönesans’a kadar gelir.Dante, “ilahi komedi”sinin cehennem kısmında İbni Sina’yı ve İbni Rüşt’ü antikitenin en büyük on iki dehası arasında saymıştır.Rönesans’ın bu iki mütefekkirinden biri, Roger Bacon da İbni Rüşt’ten sitayişle bahseder.Bu Arap filozofu İbni Sina’nın muakkibi olduğu için Bacon’un İbni Rüşt felsefesi hakkında şu sözleri bilhassa Türk düşüncesi için söylenmiş farz edilebilir; ‘ uzun zamandır en meşhur alimler tarafından reddedilen İbni Rüşt felsefesi, bu gün bütün filozofların ittifakla reyini kazanıyor;ötesi berisi tenkit edilmekle beraber umumiyetle takdire layık olan akideler her tarafta kıymet buluyor.’
Rönesans’a kadar İbni Sina’nın ve İbni Rüşt’ün akılcı ve tabiatçı felsefesi Şark’ta olduğu kadar da Garp’ta, bütün ilahiyatçılar ve mistikler tarafından şiddetli hücumlara uğramıştır.Bu düşüncenin Şark’ta uğradığı mukavemete ve aldığı istikamete ayrıca bakacağız.Bu nokta Türklerin Avrupa düşüncesini yaratmakta büyük bir amil oldukları halde sonradan niçin geri kaldıklarını izah edebilmemiz için esastır.Şimdilik İbni Sina’nın ve bilhassa İbni Rüşt’ün garp’ta uğradığı hücumları kısaca gözden geçirelim; Piskopos Tempier , 1277’de Arap filozofunun fikirlerini bir liste de hülasa ettikten sonra reddeder.bu fikirler arasında ibni Rüşt, düşünce meselelerinde ancak filozofların hakem olabileceğini iddia ederek bütün İslam skolastiğinin en büyük prensiplerinden birini ortaya koymuştu.; ‘ilahiyatçıların sözleri masaldan başka bir şey değildir.Diğerlerinde olduğu gibi Hıristiyanlığın kanunlarında masaldan ve hatadan başka bir şey yoktur.Hıristiyan dini ilme zarar verir, ancak filozoflar hakemdirler.’
İbni Sina’nın ve İbni Rüşt’ün felsefesi 16.asra kadar şimali İtalya’da devam eden tesirleriyle pek büyük münakaşalara sebep olmuştur.Modern tecrübe metodu hakim oluncaya kadar, Latin garpta tam on dört asır devam eden bu tesire karşı reaksiyonlarının da o derecede eski bir tarihi vardır.1311’de , Raymond Lulle , Viyana ruhaniler meclisinden İslamiyet’i ortadan kaldırmak ve İbni Rüşt’ün tesirlerine mani olmak için askeri tedbirler alınmasını istemişti.Meşhur Şair ve hümanist Petrarque bunun önüne geçti……….”
Yukarıdaki metinde Peyami Safa’nın Ernest Von Aster’den yaptığı alıntı oldukça ilginç ; “ eğer bir İbni Sina gelmemiş olsaydı bir Yahudi Aristoculuk (Maymonidas) vücut bulmazdı.”
Avecenna lakabıyla tanıdığımız İbni Sina ve takipçisi İbni Rüşt , Yahudi felsefesinin, batı ve doğu dünyasında Aristo mantalitesiyle pekiştirerek taşeronluğunu yaptıkları için mi? Bu kadar meşhur isimler haline getirildiler.