Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

13 Eylül '19

 
Kategori
Sağlık
 

Profesörü Beğenmedim

136 LİRA VERDİM PROFESÖRÜN MARİFETİ NEYMİŞ GÖRDÜM
Bizden biri dediler, alanında uzman diye bildirdiler. Günlerdir kendisine ulaşmaya çalışıyordum. Nihayet başardım. Ama bana maddi manevi çok zahmet verdi.
 
Bazı günler buralarda da bahsediyorum. Kalp rahatsızlıklarım var ve hipertansiyon hastasıyım, diye. Bir süredir sabit bir kalp doktoru bulamamıştım. Özelde, tüzelde kime göründüysem farklı tansiyon ve kalp ilaçları veriyorlardı. Dengemi tutturamamıştım. Durumumu bilen herkeslerin çoğu önerdi.
"Bir de tıp fakültesi hastanesinin kardiyoloji bölümüne git. Orada bir kalp damar profesörü var. Hımm. Alanında üzerine yokmuş, yüksek tansiyonun düşmanıymış, profesörün bir bakışıyla bile tansiyon denilen illet bir daha çıkmamak üzere iniyormuş." Böyle dediler hep niceleri.
 
Düşündüm gündüz ve geceleri, metiyeler çevremde çoğalınca prefesöre ulaşmayı günlük yaşantımın tek gayesi edindim. Aracı olarak telefonu hedef seçtim, bir gün süresince durmadan tıp fakültesi hastanesine ulaşmaya kilitlendim. Mümkün olmadı. Santraldeki kızlar randevu vermekten kaçınıyordu. "Buraya gelip asistanıyla görüşmeniz gerekiyor" diyorlardı. Ee, ne de olsa koskoca profesör. O mertebeye kolay ulaşmadığına göre, bizlerinde kendisine ulaşmamız kolay olmamalı tabiki de... Bizde her iş böyle yani ki de...
 
Ertesi sabah kargalar kahvaltısını yapmadan yakınım biriyle beraber bir taksi tutup tıp fakültesi hastanesinin polikliniğinde aldık soluğu...Kör karanlıkta gelenler olmuş, koskoca hastanenin geniş koridorları tıklım tıklım dolmuş. Öğleye doğru bu doluluk ne olur bilmiyorum. Sanki herkes hasta gibi, her hastane böyle dolu oluyor, onu biliyorum. 
 
Profesörle görüşmemi sağlayacak randevu memurunun 11 numaralı reyonda olduğunu söylediler, danışmadakiler.
Güzel giyimli, oldukça bakımlı genç bir hanım şahsına münhasır alanda önüne gelenleri kabul buyuruyor. Meramınızı anlatınca, kibar bir dille merakınızı gideriyor.
 
"Yüksek tansiyon hastasıyım ve bu illetten ölüp gitmek istemiyorum. Bu konuda uzman olduğunu duyduğum proföserle mutlaka görüşmeliyim." diyorum. 
Hanım kız biraz naz ediyor. Hocanın günlerin doluluğundan söz ediyor. Ben de israra devam ediyorum.
"Lütfen güzel kızım, ölüm sebebim yüksek tansiyon olmasın istiyorum. Hocanı bir göreyim" diyorum. 
Kız nasıl olduysa etkileniyor sözlerimden, bir takım kağıtlar tutuşturuyor elime. Sonra emir kipiyle konuşuyor.
"Vezneye git 136 lira yatır. Sonra kan tahlili yaptır, sonra EKG ni çektir. Sonra gel burada bekle."
 
Komut almış robot gibi denileni yapmak için kalabalığın arasından zorlukla geçerek doğru vezneye gidiyorum. Bir süre sıra bekledikten camın ardındaki görevli kişiye prof falancaya ödeme yapmak istediğimi belirtiyorum. Veznedar: "Burası nakit kuyruğu, yan tarafa geçin. Kartlı ödemeler o tarafta" diyor.
"Burdan alıverseydiniz" diyecek oluyorum. 
"Kurallara uyun" ikazı alıyorum.
 
"Birine daha iş imkanı sağlanmış, 'kartlı-paralı' iki ayrı gişe yapıp vezneleri böyle ayırmak iyi olmuş" diye teselli buluyorum. Keşke baştan bir şekil uyarsalarmış. Uyarana da iş imkanı olurdu. Koskoca tıp fakültesinde, bir işsize daha verecek para bulunurdu.
 
Yeniden kuyruğa giriş ve sıra bekleyiş. 25 dakikanın sonunda karttan peşin ödememi yapıyorum. Sonra kan alma sırasına giriyorum. Önümde tam 47 kişi var. Ve kan alan bir tek sağlık görevlisi var. Kadın burnundan soluyor. Zira hastanın biri yanından kalkar kalkmaz öteki monitörden numarasını görüp koşup oturuyor. Kolun üst kısmını lastikle bağlayıp kan alan sağlıkçı hanım, kimsenin yüzüne bakmadan işini yapıyor. O kadar hızlı kan alıyor ki, şaşırıyorum. Hayli kanıksamış işini, rutin çalışıyor. Oturan daha oturduğu yerin nasıl bir şey olduğunu fark etmeden kalkıyor. Onun kalktığı sandalyeye hemen bir başkası çöküyor. Sıra bana gelince kan alıcı hanımı uyarıyorum.
"Hemşire Hanım benim kolumda damar bulamıyorlar da, şimdiye kadar hep elimin üzerinden kan aldılar."
Hemşire şöyle bir yüzüme bakıyor, sert ifadesini bozmadan: 
"Ben bulurum, Sen rahat otur." diyor.
Hayret kendisini gördüğüm andan itibaren ilk kez yalnızca benimle konuşmuş oldu. Hemşireyi konuşturan ilk hastanın ben olmanın sevincini yaşarken, hemşire koluma bir kaç kez iğne batırıyor, çekiyor. Damarımı bulamadığından yakınıyor, sinirleniyor. Lakin pes etmiyor. İlla benim dediğimin aksini yapacak, yani elimin üzerinden kan almayacak, kolumdan kan almayı başaracak. İğne damarlarıma girip çıktıkça canım çok yanıyor. Bu sağlıkçılar kendilerini kasap falan mı sanıyor. Bizler onlar için kurbanlık koyun falan mıyız? Tam tepem atacak, öfkemi dile getirecekken, hemşire bileğimde bulduğu bir ince damardan kanımı alıveriyor. Rengi grileşmiş bir pamuk parçasını bastırıyor kan aldığı yere, sonra elini çekiyor. Benden aynı şekilde bastırmamı istiyor.
"Koskoca tıp da bir bant yok muydu? Pamuk bastırma eskide kaldı" diyorum. Cevap alamıyorum. Başkalarına göre çok bile oturduğum kirli sandalyeden kalkıp EKG min çekileceği bölüme gidiyorum. Burada benim sıramın önünde tam 52 kişi var. İçeride çalışansa yine tek, bir hanım sağlıkçı...
 
Kalabalık nedeniyle ter kokan ve ter kokusuna kan ve idrar kokusu karışan hastane koridorunda sıra bekleme töbetimde fenalaşıyorum. Kendimi biraz dışarıya çıkartıp hava alayım istiyorum. Kalabalıktan çıkış kapısını bulamıyorum. Çıkışa diye yöneldiğim yerlerin duvarlarında gördüğüm ok işaretleri üzerinde okuduğum yazılardan radyosyon yüklü alanlar olduğunu öğreniyorum. Endişeye kapılıp geri dönüyorum. Uzun süreli bir bekleyişin ardından nihayete erişiyorum. EKG odasına girdiğimde genç hemşire burnundan soluyordu. 
"Her gün her gün bu ne yahu, bir dolu insan. Ardarda geliyorlar, nefes almaya fırsat bırakmıyorlar." diye söyleniyordu. 
"Kızım seni zorla mı burada tutuyorlar, git evine yat." diyesim geldi ses etmedim. Kızdırırsam, yanlış ölçüm yapar korkusuyla irkildim.
 
Koskoca tıp fakültesi hastanesinde ne biçim EKG çekim odası bu? Eski bir koyu kahverengi geniş deri koltuk. Deri kısımları çoktan sıyrılmış, altta soluk kirli bir renk kalmış. Üzerinde steril bir örtü yok. Hemşire yine komut verici konuşuyor.
"Otur."
"Göğsünü aç, göbeğini aç."
Öyle sert bir ifade tarzı ki, sessizce sizden istenileni yapıyorsunuz. 
Oturduğum yerde neredeyse iki saniye gibi bir sürede EKG çekimim bitiyor. Sonuçlar bilgisayardan çıktı alınıp elime veriliyor. Kan sonucunu almamıştım. O bilgisayar aracılığıyla doktorun önüne geliyormuş. 
 
Saat sekizde girdiğim hastanenin kardiyoloji servisine benden istenilen işlemleri yerine getirmiş olarak saat 11,15 te ulaşıyorum. Profesör bey henüz gelmemiş, bir sürede odasının önünde onu bekliyorum. Saat 12 ye yaklaşırken profesörün asistanı beni huzura çıkarıyor. Selam verip giriyorum. Kendileri selamımı almadan masanın ardında şikayetimin ne olduğunu soruyor. 40'lı yaşlardaki genç profesör hastalık mazimi öğrenmeme çalışıyor. Benim kısaca anlatımımdan sonra diyor ki, "sana kalp ritim takibi cihazı takalım. İki gün boyunca onu izleyelim. Sonra bir de boğaz ultrosunu yaptıralım. Kalp damarlarının halini bir görelim.
"Ya yüksek tansiyonum, onun için ne yapacaksınız?" diyorum.
"Kalp ritmi ölçüm cihazınızı çıkarınca bir de tansiyon takip cihazı takarız. Ona göre bir değerlendirme yaparız. Şimdilik eski ilaçlarını kullan. Sonuçlar elime gelince yeni bir ilaç düzenlemesi yaparız." diyor.
Denilenden mutlu olmuşcasına, hiç bir sorgulama yapmadan ilk kez benden küçük birine "teşekkür ederim hocam" diyerek, elime tutuşturulan kağıtlarla dışarı çıkıyorum. Odasında bulunma sürem 10 dakika bile sürmedi. "Niçin verdiğim paranın karşılığını alamadım" diye bir tepkim olmadı. Sanırım bunları yaptırıp hemen öğle sonrasında tekrardan yanına girebileceğim diye düşündüm. Hani ünvanı benden büyük ya, hani benim kalbimle, tansiyonumla  bir şeyler taktırarak ilgilenecek ya, daha baştan olumsuzluk düşünüp sorgulamamalıydım.
 
Ancak profesörün yanından çıkınca görüyorum ki, hiç de dediği gibi kolay değil her şey. Sandığım gibi öğle sonrası tekrar yanına gelemeyeceğim. Çünkü her bir işlem için ayrı gün randevu almam, ayrı gün sonucunu öğrenmem için tekrar tekrar hastaneye gelmem gerekiyormuş. Ve profesörün yanına elimde sonuçlar olmadan bir daha girilmiyormuş.
 
Kalp ritmimi ölçme cihazı takılacak odada bir sağlık görevlisi hanım var ve bana, bir hafta sonrasına gün veriyor. Bogaz ultrason çekimim için de tıp fakültesinde şimdilik gün verilemiyormuş. Şehir hastanesine gidip yaptırsam daha erkene gün alabilirmişim. Bu yaptıracağım işlemlerin sonucunu da Ekim ayının sonundan erken alamazmışım. Kasım ayının başında sonuçlarla birlikte tekrardan tıp fakültesi hastanesine gelerek proföserle görüşmek için bir 136 lira daha ödeyerek sıra alacakmışım. Sonra yeni ilaçlara kavuşacakmışım. 
"Ya o güne kadar ben yüksek tansiyon sebebiyle ölürsem" diyorum.
"Yapacak başka bir şey yok" cevabı alıyorum...
 
136 liramın boşa gittiğine yanıyorum. Bari bir sonuç alabilseydim. Kredi kartına borçlandığıma değseydi. Kimileri için 136 lira önemsiz bir paradır, çocuğunun harçlığıdır. Fakat biz işçi emeklileri için yılların emeğidir. Bir faturanın ödenmesidir. On günlük ekmek gideridir. 
 
Profesör bey keşke 136 lirayı hak edecek, bir muayene etseydiniz. Kalbime neden ritim takip cihazı takılması gerektiğini söyleseydiniz. Ben şimdi tıp fakültesinde kalabalık ve kirli ortamda geçen süreme mi yanayım, verdiğim 136 liraya mı, yoksa canımı yakarak ince damarımdan alınan, sonucunun ne olduğunu öğrenemediğim kana mı? Kasım ayında hastaneye gelirsem ve profesöre bir 136 lira daha verirsem bunların cevabını öğrenebileceğim. Lakin o güne kadar kim öle, kim kala... Sağlık sistemimize acilen bir bakıla...
 
Not: Tıp fakültesi hastanesinde sağlık güvencesi olanlar için pek çok doktor ücretsiz hizmet veriyor. Yalnızca Profesörlük ünvanı bulunanlar sanırım aylık maaşları haricinde, günlük mesaileri süresince hasta başına devletçe belirtilmiş belirli bir ücret alıyor. Bunun nedenininde profesörlerin muayene açmasının önüne geçilmesi olduğunu düşünüyorum. Ama yanlış bulduğum şu, bay profesör "Bana para verip gelebilen her hasta, bir daha gelebilir." diye düşünüyor olmalı ki, iki öneriyle, 10 dakika görüşmeyle muayene yapmış gibi oluyor.. Bu durum benim maddi manevi sağlığımı etkiliyor. Bedenimi 'bugün git- başka zaman gel'ler hayli yoruyor. 
 
Yok, yok! Ne kalp ritim cihazı taktıracağım, ne de tansiyon takip cihazı. Kan değerlerimi öğrenmek için bile tekrardan tıp fakültesi hastanesine gitmeyeceğim. Hayır, kendi rızamla bunu asla yapmayacağım. Hele profesörün yakınından dahi geçmeyeceğim. Zira kendisinden hiç memnun kalmadım. Adının ve şanının büyüklüğünün yansımasını bile göremedim. Velhasıl ben profesörün muayenesiz öneri şeklini hiç beğenmedim...
 
Ayfer AYTAÇ
ayferaytac.com
 
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..