Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '12

 
Kategori
Deneme
 

Rahatsız olacağımız bir karışım: Limonlu kahve

“size kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım
sizi saçlarının ve ayaklarının ucu arasında olup biten
şeylerden ibaret,
doğurmaya mahkum,
çocuklarını kaybetmekle mühürlü,
yalnız, yapayalnız bir kalabalıkta dolaştıracağım.
İçlerine açılan kapıların arkasına saklanmış kadınların 
Delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencerelerden 
bakacağım.
O pencerelerden tekrar ve tekrar ve tekrar kendimi aşağı atacağım.” [i]

Kadınların hikayeleri… Delirmiş kadınların, deli kadınların, deliremeyen kadınların… 
Haber bültenlerinde cinayetlerine seyirci olduğumuz, filmlerde şiddetlerine… Anne kadın, işçi kadın, öldürülen kadın, ölen kadın, şiddet maduru kadın, vah kadın ahh kadın…
Ve İsimleri, kimlikleri, bedenleri yok edilen beş kadının hikayesi “Limonlu Kahve “…


Limonlu Kahve Belgeseli’nin Yönetmeni Medet Dilek, beş hayat kadının hikayesini üç buçuk yıllık bir çalışmanın sonunda seyirci ile buluşturuyor. Yönetmenin dördüncü belgesel filmi olan Limonlu Kahve; ilk belgesel filmi olan Notasyon, ikinci belgesel filmi Guan-di’nin Düğünü’nün son üçlemesi olarak karşımıza çıkıyor. Üç belgesel filmde de kapalı  kalan yerleri aralayarak, gerçeklerle rahatsızlık vermeyi amaçladığını söyleyen Dilek, bu üçlemeye “sosyalizme saygı  üçlemesi” diyor. Belgeselin hazırlık ve yapım sürecini Medet Dilek anlatıyor.

Terk Edilen Hayatlar
“ Limonlu Kahve zor bir süreçle oluştu. Hazırlık aşamasından itibaren anladım ki bu alan sıkıntılı bir alan, hayat kadınlarına ulaşmak onlarla konuşmak çok güç oldu. Çünkü, bu alan karanlık bir alan; ulaşılması, girilmesi zor bir alan hayat kadınları ve onların yaşamları… Bu sürecin başında belgeselin konusunu söylediğimde dahi problemler başladı. Araştırmaya her giriştiğimde çok da bir şey elde edememiştim, elimde hiçbir şey yoktu. Bütün dünya yüzyıllar boyunca bununla yüzyüze gelmiş ama hesaplaşmaya, konuşmaya gelince yüzleşmeye hazır oldukları bir konu olmadığını anladım. Üzerine çok kitaplar yazılmamış, çok filmler yapılmamış.. Neredeyse yok sayılan, terk edilen hayatlara tanık oldum bu çalışma sürecinde de. 
Bu alanı görüyordum, tasvir etmek istiyordum. Çocukluğumda mahallemizde kolu olmayan genç bir kadın vardı, ben okul dönüşü eve giderken o da evinden çıkar giderdi. Yoksul bir semtte, tek başına yaşayan kolu olmayan genç kadının her gün nereye gittiğini çok sonra öğrendim ve onun hikayesi yüzüme çok sert çarptı. Evet kolu olmayan, yalnız, yoksul, genç kadın kolsuz bedeninin pazarlığına gidiyordu her gün. 
Beş hayat kadının öyküsünü göreceğimiz Limonlu Kahve’de istatistik verilerin, tarihsel araştırmaların, kökenlerin ötesinde gerçek hikayelere dokunmak istedim, onları su yüzüne çıkarmak… Hayat Kadınlarının terk edilen hayatlarına tanıklık etmek…”

Limonlu Kahve Karışımı 

“Bildiğimizi sandığımız bir dünyayı bu hikayelerle aslında bilmediğimizi göreceğiz, belki bu dayatılan , yok edilen hayatlar bu dünyaya yakışıyor mu diye soracağız. 
İlk bir yıllık bir uğraştan sonra nihayet birilerine ulaşmayı başardık görüşmek için, bu kez de hikayelerini anlatamadıklarını, kendi güvenlikleri için tereddüt yaşadıklarını gördük. Bir süre sonra bu tereddüt kalktı, bilemiyorum ama samimiyetimize inandılar sanırım. Çünkü yaptığımız çalışma onların hayatlarından daha değerli değildi ve onların güvenliği için elimizden gelen istedikleri tüm gizlilikleri koruduk. Tereddütle başlasa da yapılan görüşmelerin gerek belgeselde yer alan, gerek sadece görüşmeyle kalan hikayelerin bir çoğunda sosyal bir mücadelenin içinde olduklarını gördük. 
Her ne kadar bir mücadeleleri olsa da sonuçta içinde bulundukları koşulların da gerçek soğuk yüzü var. Onların bedenlerini pazarlayanlar, aracılar, genelevler, patronlar ve müşteriler. Bedenleri kendilerine de yabancı bu kadınlar, alıp satılan, üzerine pazarlık yapılan bir sermaye… Öyle ki hastalanmaya bile hakkı yok o bedenin aksi taktirde patron zarar eder(!) Bir hayat kadını günde sayısını bilmediği kadar çok erkekle birlikte oluyor. Bu sayısız birlikteliklerin ardından rahmi kanıyor çoğu kez. O kanamada kadının endişesi sağlık durumu filan değil, çalışamama korkusu. Genelevlerde bilinen bir karışım var bu kanamayı kesen, kadını çalışamama korkusundan, patronu zarardan kurtaran bir karışım limonlu kahve… 
Genelde doktor kontrollerine giderken de hayat kadınları bu karışımı içiyorlar çünkü doktor kanamaya rastlarsa çalışmaması için rapor verebilir, limonlu kahve karışımını içen kadının rahim kanaması kesiliyor. “

Sistematik Zincirler… Gizli Dayanışmalar…
“Seks işçiliği her ne kadar evrensel bir tanımlama olsa da bu alan bir iş alanı olarak algılanmamalı. Burada kadın bedeni ortaya konularak, kurumların ve çeşitli aracıların oluşturduğu bir sektör meydana gelmiştir. Dünyada silah, uyuşturucu,mafyadan  sonra döndüncü para getiren endüstri alanı oluşmuştur. Ve söz konusu olan kadına ait özel bir şey, kadın bedeni ortaya konularak yapılmaktadır bu, tanık olduğum hikayelere baktığımda ise kadının iradesinin dışında kalan doğrudan kadının sömürüldüğü bir sektör. Bu nedenle seks işçiliğini bir iş alanı olarak görmek sakat bir bakış açısıdır bana göre. Elbette ben burada deyimin kendisine takılmıyorum, hayat kadını, seks işçisi vs… bir çok isimle anılan bu alanın iş sektörü olarak algılanması durumu, kadın bedeni sömürüsünün doğrulanması olarak geliyor bana. 
Türk sinemasının da katkısıyla halk dilinde “kötü yola düşmek” tabiri vardır. Ve kötü yol doğrudan kadının var ettiği bir yolmuş gibi algılanır, kadın mı besliyor bu yolu… Kadın bu yolda sömürülen, duyguları, bedeni yok edilen ve üzerine bir iş sektörü kurulmuş bir varlıktır. Böylesi bir sektörü varedip ardından kadını hedef göstermek toplumun iki yüzlülüğüdür. Dünyada bazı ülkelerde bu bilinci kıran gelişmeler yok değil elbette, örneğin Finlandiya, İsveç, İsviçre’de genelevler kapatılmış ve erkeklere başta olmak üzere bu alanı besleyen herhangi bir şeye karşı cezalar uygulanmıştır. Bu çok pembe bir tablo çizmese de bize, bir bilinç kırılması adına umut verici doğrusu. 
Burada sağlam halkalarla oluşmuş bir zincir var; çeşitli kurumlardan, müşteri olarak giden erkeklerden, ahlak polislerinden ve dışarıda kadını hedef gösteren toplumun her kesiminden oluşan bir zincir. Bu zincir dünyanın bu alanından çok da şikayetçi olmaz aksine devamlılığını sağlamaya çalışır, tarihe de baktığımızda iktidara bağlı olan kurumlar kadının köleleşmesi üzerine yapılanmıştır.Dinlere baktığımızda yine,  dinler;  iyilikler, güzellikler, doğruluklar adına dünyaya geldiğini söylerler  ama gerçek böyle değil, bu sektörün minilize edilmesine dair bir uğraşda bulunmamıştır hiçbir dini yapılanma.Bu sistematik zinciri, gizli dayanışmayı kıramadığımız sürece toplumsal zehirlenme giderek artacaktır.”

Otobanlarda Yanan El Fenerleri
“Limonlu Kahve'nin çekimleri sırasında genelevlerden görüntü almak için yasal bir talepte bulunduk; fakat valilikten izin çıkmadı. Resmi kurumların varlığını bildiği, hatta kendi eliyle koruduğu bu evlerin neden görüntüleri gizleniyor? Burada birilerinin bir şeylerden çekindiğini görüyoruz. Bugün genelevlerin koşulları az çok biliniyor. İstatistikler geneleve girmek için sırada bekleyen kadınların sayısının bir hayli fazla olduğunu söylese de bu genelevlerin  koşullarının çok iyi olduğu anlamına gelmiyor. Genelevlerde çalışan kadınların sokakta çalışan kadından tek farkı can güvenliğinin sağlanıyor olması… Bu can güvenliğinin bedeli elbette çok ağır,  sağlık koşulları ve hijyen koşullarından tutun bir çok şey insanın kanını donduruyor. Bir genellev baskınında on üç yaşındaki kadınları su depolarına saklıyorlar, daha sonra cesetleri çıkıyor. İnsan canı bu kadar ucuz buralarda. Sokaklarda çalışan kadınlara baktığımızda; onların aracıları, patronları bir nevi koruyanları yok,  genelevlerde çalışan kadınlara bakıldığında da sokaktaki kadın özgür görünebilir. Fakat onların canları yol kenarlarında, otobanlarda ellerindeki bir el feneriyle ortada yanıyor. “

 

Limonlu kahve karışımı ile kesilen rahim kanamaları daha sonra bedenlerde nasıl kanamalara yol açar, gerçek büyük bir kanamada hangi karışım kanları, sancıları dindirir?  Medet Dilek’in göstermek istediği beş hayat kadınının ve daha nice hayat kadınının hikayesi bizlerin yaşamının ne kadar uzağında?

Günün doğuşuna, batışına tanık olmayan yaşamlar mı, en dipteki karanlıklarda gömülü göremeyeceğimiz, duyamayacağımız soluklar mı?

 

 “Kadın değilim ben,

 Doğurmadım, sevişmedim,

 O kapıdan geçmedim

 Daha içime çökmedim.” [ii]

 

 Gece otobanlarda, yol kenarlarında yanan el fenerleri birilerinin sermayesini bir diğerinin açılan pantolon fermuarını, bir diğerinin yasa dışı suçları koruma gücünü aydınlatırken, bizlere de feneri tutanı mahkum etmek kalıyor. Ya fener ışığının düştüğü yerler?

 

Röportaj

Atlas Sibel Arslan

 

 

Limonlu Kahve Belgeseli Gala

 4 Mart Pazar

18:30

Ankara Sanat Tiyatrosu

 



[i] Mine Söğüt(Deli Kadın Hikayeleri)

[ii] Mine Söğüt(Deli Kadın Hikayeleri)

 
Toplam blog
: 8
: 1044
Kayıt tarihi
: 30.01.12
 
 

1985 Ankara doğumlu, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu.   ..